İsmail Saib Sencer, 100 sene önceden müjdelendi mi?
Tarihin ilk safhalarından beri İnsanoğlu geleceği, bilinmezi yani "gayb"ı merak etmiş, bu uğraşıyı ileri götürerek cifr, ilm-i nücum, fal gibi ilimler icat etmiştir. Gaybî ilimlerin konu edildiği eserlerde, bazen bir rüyanın tabiriyle, bazen Kur'an ayetlerinin veya hadislerin teviliyle, bazen de kelimelerin ebced değerlerine yüklenen anlamlarla gelecekte olacak olaylar haber verilmiştir.
Bu gelecekten haber verme macerasına atılan eserlerden biri de, Sıdkî mahlasını kullanan bir şair tarafından, hicri 1200 (miladi 1785-6) tarihinde kaleme alınan Ayine-i Hikem'dir. Sıdkî eserin yazıldığı tarihten itibaren, 100 sene zarfında Anadolu'ya gelecek Hamzavî-Melamî büyüklerini haber verdiğini iddia eder. Dayanağı ise cifr ilmi ve İbnü'l-Arabî'ye atfettiği ama aslında Abdurrahman Bistamî'ye ait olan Sayhatü'l-bum fi Havadisi'r-rum adlı eserdir.
Ayine-i Hikem'in yayım aşamasında Hüseyin Ersavaş ile Emir Gürsu'dan teşvik ve yardımlarını esirgemeyen; Abdülbaki Gölpınarlı'nın kıymetli oğlu Yüksel Gölpınarlı ziyaretimden. Üsküdar'daki bu sahaf adeta bir müze gibi. Duvardaki Hüseyin Fahreddin Dede'nin resmini inceliyorum.
Sıdkî bu kitapta yazılanları tercüme etmekle kalmamış, geleceği iddia edilen kişilerin portrelerini de çizmiştir. Ayine-i Hikem'i 'acayip' ve 'eşsiz' bir eser kılan da müellifinin bu görülmedik çabasıdır. Kitapta, yüz yıllık süreçte Anadolu'ya geleceği söylenen toplam 62 Hamzavî-Melamî'den bahsedilmiş, her birine mukabil olarak 62 minyatür portre çizilmiştir. Bu portrelerde şahıslar benzersiz görünümlere ve detaylara sahiptir. Her biri karakter sahibi dış görünüşü, taktığı başlık ve elinde tuttuğu nesne ile diğerinden ayrılır.
Sıdkî'nin bir diğer çarpıcı iddiası, çizdiği minyatürlerin gelecek kişileri birebir yansıtmasıdır. Kisvesi ile fiʿli ḥālidir/Anı ẓann etme sen ki ḫālı̄dir ve Eyledim hilyesi ile tasrı̄h/Vākıfāne olur katı vāżıh diyerek bu kişilerin kıyafetlerinin, süslerinin, elinde tuttukları alametlerinin onları birebir yansıttığını ortaya koyar. Sıdkî'nin minyatürleri bir nevi "fotoğraf" gerçekliğinde ve hassasiyetinde çizdiğini anlıyoruz. Nitekim, eserini çoğaltmak isteyenlerden, Bulalar bir muṣavvir-i üstād/Vermeye tā ki resm-i şekle fesād diyerek şekilleri bozmayacak usta bir ressam bulmalarını istemesi boşuna değildir. Kitapta bu tasvirlere ek olarak Mehdi'nin yüzü örtülü bir portresi, bir hilal ve yıldız, bir de papağan minyatürleri bulunur.
Ayine-i Hikem'in esrarengiz hikayesi bununla sınırlı değildir. Abdülbaki Gölpınarlı, eserde gördüğü bir Hamzavî-Melamî'yi hocası, büyük kütüphaneci İsmail Saib Sencer'e benzetmiş, bu benzerlik üzerine Sencer'i ve eserdeki minyatürü yan yana gösteren karakalem bir resim yapmıştır. Çizilen bu resim, II-III. Cildi İsmet Sungurbey tarafından hazırlanan Huzur Dersleri kitabında "İstanbullu İsmail Saib Efendi" başlığı altında, 1951 yılında yayımlanmıştır.
Bugün Türk Tarih Kurumu Arşivi Süheyl Ünver Koleksiyonu'nda bulunan Gölpınarlı'nın çizdiği resimler. Resmin altında "Gölpıñārlı ʿAbdülbāḳı̄ bende-yi bendegān-ı Mevlānā" yazmaktadır. Gölpınarlı bu resmi, geleceği müjdelenen Melamî kutublarından birini İsmail Saib Sencer'e benzettiği için çizmiştir. Kedi düşkünlüğü ile bilinen İsmail Efendi solda. Sağdaki ise Sıdkî'nin minyatüründen. Sizce benziyor mu?
Abdülbaki Gölpınarlı, İsmail Saib Efendi'nin Mevlevî ve Melamî olduğunu çeşitli mecralarda dile getirmiştir. Eserde görülen şahsın simaen İsmail Saib Efendi'ye benzemesi, Mevlevî sikkesi takması ve sema eder gibi görülmesi ve tabi olarak Melamî olması, Gölpınarlı'nın bu benzerliği temin etmesine yol açmıştır. Ayine-i Hikem'in bir bölümünde bu benzerlik ilişkisine odaklanılıyor ve eserin içeriği ile İsmail Saib'in hayat hikayesi karşılaştırılıyor.
Sıdkî'nin eserini kaleme aldığı 18. yüzyıl, Hamzavî-Melamilerî için aslında pek parlak bir dönem değildi. 1662'de, 90 yaşını aşmış bir Hamzavî-Melamî kutbu olan Sütçü Beşir Ağa'nın 40 müridiyle beraber idam edilmesinin ardından, halktan manevi hallerini gizleyen Hamzavîler, maddi hallerini de gizlemeye mecbur kalmışlardı. Ki bu, ikinci dönem Melamîlik ya da Bayramî-Melamî de denilen Bıçakçı Ömer Dede silsilesinin uğradığı ilk ceza da değildir.
Bayramî-Melamîlerin muzdarip oldukları cezaların bir sonucu olarak Sıdkî eserinde şifreli-kapalı bir dil kullanmıştır. Ṣuya ṣabuna doḳunur mu sözüm/İki buçuḳ yaşında öldü kuzum ya da Remzimiñ ṭāsı Kaʿbe'niñ ṭaşı/Ḫıżr-ı vaḳtiñ küçük ḳarındaşı gibi "bilmece" sayılabilecek ifadeler eseri baştan ayağa sarmıştır. Sıdkî bu tarz ifadelerle, eserini 'avamdan' veya 'softa' takımından korumayı hedeflemiş olmalıdır. Buna paralel olarak, Ayine-i Hikem'in tespit edilen 8 nüshası olmasına karşın, eserden ilk defa 1951 yılında Huzur Dersleri'nde bahsedilmesi, nüshaların uzun yıllar sadece Hamzavî-Melamîler arasında dolaşımda olduğunu göstermektedir.
Ayine-i Hikem DBY Yayınları tarafından yayımlandı.
Genç akademisyen adayları Hüseyin Ersavaş ile Emir Gürsu'nun birlikte hazırladığı Ayine-i Hikem; inceleme, metin, dil içi çeviri ve tıpkıbasım olmak üzere dört bölümden oluşuyor. DBY Yayınları'ndan çıkan kitapta tıpkıbasım olarak Abdülbaki Gölpınarlı istinsah ettiği, yazılarının ve resimlerinin kendisine ait olduğu nüsha kullanılmış.
Son olarak DBY Yayınları ve pek kibar sorumlusu İrfan Bey hakkında bir iki cümle etmeliyim. Bu yayınevi pek göz önüne gelmeden çok ciddi işler başarmaktadır. Yayıncılığın zor zamanlar yaşadığı bir devirde neredeyse ticari kaygıları geride bırakarak önümüze enfes eserler getiriyorlar. Neşrettikleri bu eserleri muhakkak incelemenizi tavsiye ederim. Marifet iltifata tabidir. Ayrıca da desteklenmelidir. İrfan Güngörür Bey'e selam olsun.
Mehmet Hakan Kekeç
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.