Arama

Ekrem Demirli
Ekim 31, 2021
Dinde Maksat Meselesi: Aklı Korumak ve Aklı Yetkinleştirmek
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Dinin emir ve yasaklarına bireysel ve toplumsal 'maslahat' cihetinden bakmak değişen hayat şartları dahilinde daralan yorumu yeni içtihatlarla aşma sürecini yönlendiren en etkili yaklaşımdır. Teorik gözle bakılınca birçok çelişkiyle malul bu 'maslahatçılık', Şari'nin irade ve gayesine odaklanarak hükümlerde şekil ile öz arasındaki ilişki üzerinden yeni içtihatlara kapı açar. Öte yandan Şari'nin hüküm koyarken bir maslahat gözettiği ilkesi, dinin savunulmasında olduğu kadar Tanrı-insan ilişkisinin en önemli bahislerinden birisini teşkil eden nübüvvetin izahında kurucu ilkedir. İmam Matüridi başta olmak üzere, bir çok kelam bilgini için nübüvvet, bireysel ve toplumsal hayatta ortaya çıkan liderlik ve yönlendiricilik üzerinden savunulabilir. Geçmişte bazı fıkıh ve kelam ekollerinin bazen hükümleri savunmak bazen de yeni içtihatlar tespit etmek için kullandığı bu yaklaşım günümüzde bütün Müslüman cemaatin hakim dili olmuştur.

Bu yaklaşımla dini hükümlerde beş temel amacın gözetildiği kabul edilir: Bunlardan birisi canın korunmasıdır. Kuran-ı Kerim'de bir canın ehemmiyeti 'bir insanın ölümü bütün insanların ölümüdür' şeklinde vurgulanır. İkinci konu ise malın korunmasıdır; ticaretin teşviki, malın ve hizmetlerin sosyal sınıflar arasında tebadülü için hakkaniyetli toplum yapısının ihdası, hırsızlık ve faizin yasaklanması gibi hükümler bu amaca hizmet eder. Üçüncü konu ise neslin korunmasıdır. Zinanın yasaklanması başta olmak üzere çeşitli hükümler ve tavsiyeler bu konuyla ilgilidir. Dördüncü konu ise din güvenliği veya dinin korunmasıdır. İnançsızlıkla mücadele, şirkin yasaklanması gibi hükümler bu amaçla ilgilidir. Bütün bunlarda maslahatın nasıl ortaya çıktığı ve hükmün maslahata nasıl hizmet ettiği sorusu geçmişte ve günümüzde itirazlara açıktır, bilhassa günümüz entelektüelleri bu konularda makul yaklaşımlar getirmek zorundadır. Bununla birlikte beşinci bir mesele daha vardır ki ötekilere göre esas tartışılması gereken madde gibi gözükmektedir. O da akıl veya aklın korunmasıdır.

'Din Aklı Korur' Ne Demektir?

Din akla hitap eder ve getirdiği-koyduğu hükümler aklı koruma amacı taşır. Bir çok insan için bu cümlede beyan edilen bilgi açık ve seçik bir bilgidir, bunda tereddüde mahal olmadığı gibi dinden beklenen de zaten budur. Kanaatimce dinde maslahatın ortaya çıktığı maddeler arasında açıklanması en güç olanı aklı korumaktır: Aklı korumak ne demektir ve din bunu hangi yol ve yöntemlerle temin eder? Meselenin fıkıhta ortaya çıkan bağlamını az çok kestirebileceğimizi var sayalım. Çünkü fıkıh 'örf' üzerinden hareket edecektir ve pratik bir disiplinden teorik tartışmalar beklemek beyhudedir. Bununla birlikte aklın tanımını ve hükümlerin akılla ilişkisini teorik bir çerçevede ele aldığımızda ciddi tartışmalar ortaya çıkacaktır. Her şeyden önce 'korumak' deyince korunmaya elverişli bir şeyin bulunduğunu kabul etmek lazım gelir, en azından bu ifade böyle bir zehaba yol açabilir. Başka bir ifadeyle hayvan-ı natık (düşünen-akıllı canlı) olan insanın bilfiil 'natık' olduğunu kabul etmek lazım gelir ki onun aklını korumaktan söz edelim. Acaba dinde 'maslahat' yaklaşımını kabul edenler insanın aklının eksik veya yetkin durumları hakkında ne düşünüyor ki aklı korumaktan söz ediyorlar? Öyle görünüyor ki, fıkıh kanadı aklın korunması meselesini oldukça pratik ve geçiştirici bir yaklaşımla ele alarak insan zihninin kuvve halinden fiile terakki ederken yaşanabilecek karmaşık süreci tahlili bir mesele olarak görmüyor. Halbuki aklın nasıl 'gerçek akıl' olduğu sorunu üzerinde durmaksızın sadece 'korumak' meselesine odaklanmak tutuculuğa yol açar, düşünmenin önünü açmak yerine zihni belirli bir konfora hapseden bir mağaranın tahkim edilmesine yol açar.

O zaman akıl korunurken nasıl gelişebileceği meselesi dinin öteki disiplinlerinin katkısı olmaksızın izah etmek mümkün değildir. Bu meyanda filozoflar ile kelamcılar hatta sufiler arasındaki esas ihtilaf noktasının aklın mahiyeti olduğunu unutmamak gerekir. Akıl nedir ki onu korumak bir amaç olsun?

Müslüman filozoflar akıl tanımını Grek mirasından tevarüs etmişler, buna yeni bir unsur eklemek yerine, farklı düşünceleri şiddetle eleştirmişlerdi. Meşşai gelenek için akıl, Aristoteles'in çeşitli eserlerinde dile getirdiği bedenden bağımsız bir hakikat ve ayrık cevher olmak üzere akıldır. Bunun bir türü de 'mufarık akıl (ayrık akıl)' denilen dışta nesnel gerçeklik olarak bulunan göksel varlıklardır. Böyle bir akıl tasavvuruyla biz, adet ve alışkanlıkların teşkil ettiği mağarada daralmış aklı nihai sınırlarına doğru geliştirebilmenin yolunu keşf ederiz. Haddi zatında 'düşünme' dediğimiz karmaşık eleştirel süreç, yetkin bir akıl üzerinden evreni anlamak ve tanımak olmaktan daha çok, aklı 'akıl' olmaktan alı koyan bireysel ve toplumsal hayatın sınırlamalarından arındırmaktır. O zaman korumaktan önce dinin bu süreç hakkındaki yaklaşımını tespit etmek gerekir. Din böyle bir akıl hakkında ne düşünür?

Dini gelenekler dahilinde kelam ve tasavvuf böyle bir akıl anlayışını kabul etmedi; kelam daha katı tasavvuf ise esnek bir yaklaşımla bunu reddetti. Onlar için akıl daha çok taakkul yani eylemde anlamını bulabilecek bir kabiliyettir. Bu durumda 'salt akıl' diyebileceğimiz bir gerçeklik olarak akıldan söz etmek anlamsızdır. O zaman metafizikçi geleneklerde karşılaştığımız daha sonra da felsefenin ana meselesi haline gelen akıl kritiğini ciddi bir sorun olarak tahlilin anlamı yoktur. Dini düşüncenin akılla ilişkisinde en mühim sorun burada ortaya çıkar: Geçmişte dinde ortaya çıkan disiplinler, aklı nesnel bir gerçeklik olarak kabul etmemiş, onun çevresiyle -bilhassa dil ile- ilişkisini kritik ederek yetkinliğe ulaşmanın imkanlarını sorgulamamış, onun yerine belirli ilkelerle test ettiği 'sahih aklı' savunmuş, bu aklı korumak için gerekli tedbirlere odaklanmıştır.

Aklı korumaktan daha çok onu yetkinleştirmeyi maksat olarak görmek, kısmen kelamda, daha çok da tasavvufta bulabileceğimiz bir yaklaşımdır. Tarikatların ortaya çıkmasıyla birlikte 'vasat' insana ve onun sınırlı imkanlarına odaklanmamış olan tasavvuf için 'nefs terbiyesi' kelimenin hakiki anlamıyla aklın terbiyesi idi. Bu amaçla muhasebe ve murakabe aklı sınırlayan iç ve dış koşulların kritik edilmesi iken ahlak ise kamil akla giden yol demekti. Her şeyden önemlisi de aklın yetkinleşmesi insanın kemale ulaşmasının başka bir tabiri idi.

Dikkatlerimizi aklın korunması sorunundan daha çok aklı sınırlayan iç ve dış koşulların eleştirilmesine odakladığımızda, Tanrı-insan ilişkisini konuşabileceğimiz gerçek zemine biraz daha yaklaşmış olacağız.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN