Arama

Ekrem Demirli
Ekim 13, 2021
Fetihler sürecinde değişim: Hicaz ve Post-Hicaz’da İslam
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Bir önceki yazıda tarih boyunca İslam toplumlarında üretilmiş bilim, sanat, felsefe vb. medeniyet ürünlerinin Hicaz'ın bilgi-eylem/amel anlayışıyla bağdaşıp bağdaşmayacağını sormuş, bu meyanda öteden beri konuyla ilgili tartışmalara yön veren üç ana tavra işaret ederek birincisini kabaca özetlemiştik.

İslam'ın öteki dünyayla ilişkisinde en 'uzlaşmacı tavır' sayabileceğimiz bu yaklaşıma göre Müslüman cemaatin bilgi ve akıl anlayışı bütün ürünleriyle beraber evrensel bir medeniyeti inşaya elverişli olduğu kadar daha önce üretilmiş ürünleri temellükü de Müslümanlara dini ve ahlaki görev olarak yükler. Modernleşme sürecini büyük mağlubiyetlerle göğüslemek zorunda kalan İslam toplumu bu mesnetsiz yaklaşıma sığınarak kendi tarihini insafsızca yargılamaya kalkmış, İslam'ı temize çıkartmaya çalışırken başarısızlığı toplumun ihmallerinde bulmuştur. Öte yandan bu tavır, zaruri ihtiyaçlara çözüm bulma saikine dayandığı ölçüde, sarsılması veya inandırıcılığını yitirmesi beklenmeyecek bir tavırdır. Öyle görünüyor ki, uzun bir müddet daha, modern bilim ve teknolojinin köklerini İslam'ın attığını ve bazı telafi edilebilir ihmaller yüzünden elinden kaçırdığını söylemeye devam edeceğiz.

İslam toplumlarında üretilmiş temeddünün İslam'ın bilgi ve akıl anlayışı ile ilişkisi hakkında kafa yoran ikinci tavır ise nispeten daha gerçekçi ve emek verilmiş bir tavırdır. Müslümanlar Hicaz'dan Kuzey'e ve Doğu Akdeniz'e intikal sürecinde siyasi ve askeri başarıların örttüğü derin entelektüel krizler yaşamış, bu süreçte başta bilgi ve akıl anlayışı olmak üzere, büyük sarsılmalar ve değişimler yaşanmıştır. Bu tavrın temel yaklaşımı İslam ile medeniyet havzalarının çok yönlü ilişkilerini mütekabiliyet üzerinden tesis ederek iki tarafta ortaya çıkabilen kapsamlı değişimin boyutlarını keşfetmektir. Tarihi ve sosyal hadiseleri askeri başarılar ve siyasal gelişmeler üzerinden okumakla muallel bir zihnin böyle bir değişimi fark edebilmesi nadiren mümkündür, lakin vakıa tam olarak böyle, belki daha şaşırtıcı ölçüdedir. Hicri ikinci ve üçüncü asırdan itibaren Müslüman toplumda müşahede edilen değişim, bir yandan Hicaz'daki İslam'ı hatırlamak isteyen etkili züht hareketlerinin doğuşuna (tasavvuf gibi) yol açarken öte yandan yeni bölgelerde İslam'ın yerleşmesinin yollarını arıyordu. Bu değişimin ve kaotik durumun fark edilmesinin önündeki engellerden birisi ise dinin süratle yayıldığı hakkındaki yanılgılardır. Birçok bölgenin kısa zaman içinde fethedilmesi askeri başarılarla paralel bir müslümanlaşmayı beraberinde getirmiştir zannı değişim sorununu tespiti engeller. Hiç kuşkusuz İslam'ın yayılış tarihi aynı zamanda onun çok yönlü değişim ve açılma tarihidir.

Bu değişim nasıl gerçekleşti, hangi unsurlar burada belirleyici oldu? Fethedilen bölgelerdeki dinler ve inançlar ile yapılan tartışmalar, İslam'ın yeniden yorumlanmasına yol açan bir süreci başlattı. Herkes kendi inancını 'evrensel' diyebileceğimiz bir dille yani akılcı metotlarla savunuyor, bu tartışmalar çeşitli metinlerde kayda alınıyordu. İslam geleneğinde mantık, dil bilimleri ve bilhassa kelam ilminin ortaya çıkışının ana nedeni öteki inançlarla girişilen tartışmalardı. Vahyi yeni bir yöntemle savunma-açıklama çabası zamanla Müslümanlar arasındaki Ehl-i hadis ile Ehl-i rey (yeni yöntem ve usulleri reddedenler ile kabul edenler) ayrımını pekiştirerek çözülmez bir noktaya taşıdı. Sonuçta Müslümanlar yeni bir bilgi, akıl ve yöntem geliştirerek Hicaz sonrasındaki varlıklarını tahkim etmenin yollarını aradılar; kılıçlarla fethedilen bölgelere, kalem ile yerleşmenin yolunu aramak idi bu. Bundan sonra hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmadı; Hicaz'daki İslam bile (asr-ı saadet) yeni perspektifi ile yorumlanacak, onun ölçüleriyle sahih-batıl ayrımı tespit edilecekti. İslam galip girdiği bölgelerdeki inancalara ve geleneklere mağlup oldu demek insafla bağdaşmaz; fakat bu süreçte İslam'ın büyük bir değişim yaşadığını fark etmemek de makul değildir.

Bu değişimi yönlendiren başka bir husus ise mühtediler üzerinden İslam'a taşınan miras idi. İnsanlar kendi tecrübelerine göre İslam'ı anlıyor, geçmişlerini dine taşıyorlardı. Bu konuya dikkat çeken düşünürlerin başında Cahız gelir. Ona göre, İslam'da ortaya çıkan yeni ve zararlı hareketlerin önemli bir kısmı mühtedi zümrelerden -bilhassa Hristiyanlık'tan- gelir. Müslüman olan zümreler, hiç kuskusuz eski kültürleri ve gelenekleri dahilinde dini anlıyor, onun etkisi altında dini yorumluyorlardı. Haddi zatında bu durum tabii görülebilir, lakin İslam karşısında asırlardan gelen büyük bir miras bulmuş, insanlar o mirası İslam'a taşıyarak gelenekleri ile yeni dini sentezlemek istiyorlardı. Bu durumda İslam -belki Hristiyanlık kadar olmasa bile- ulaştığı bölgelerin ve kültürlerin rengini alarak genellikle birbiriyle çatışan Müslümanlık anlayışlarına bölündü. Bunun en iyi örneği Hicaz İslam'ını temsil eden Selefi anlayış ile İran veya Anadolu'daki İslam anlayışı arasındaki farklılıklardır.

Öyleyse bu süreç, Müslüman cemaatin bilgi ve akıl anlayışını temelden değiştirerek büyük bir temeddünün zeminini teşkil etmiştir. Bu durumda üçüncü asırdan itibaren ortaya çıkan bilim ve düşünce hareketleri, İslam'ın yeni aklının ve sistematik bilgi anlayışının başarısı idi. İslam bu bilim ve düşünceyi üretirken kendisi de değişmiş, zaman içinde temel paradigmalar teşkil ederek değişime karşı ilkelerini korumanın yolunu aramıştı. Burada herhangi bir kelime oyunu yapmadan meseleye bakarsak şunu görmeliyiz: Hicaz'daki Müslüman cemaat ile Hicaz sonrasındaki cemaat arasında büyük değişim yaşanırken bu değişimin Müslüman toplumda yol açtığı krizler ise her asır 'gerçek İslam nedir?' veya 'bizi kurtaracak kimdir?' sorusunun sorulmasına yol açıyordu. İslam toplumlarındaki ihya ve yenilik hareketleri bu büyük değişime karşı sabit ilkeleri tespit sorunundan doğmuştu.

O halde İslam toplumunda tarih boyunca üretilmiş bu bilim ve düşünce ürünleri, çevresiyle irtibat kurmanın yolunu ve yöntemini soğukkanlı bir şekilde keşfederek dünyanın dilini çözebilen İslam'ındı.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN