Arama

Ekrem Demirli
Haziran 25, 2021
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Süt hakkı

Bir önceki yazıda baba-evlat ilişkisinin bir yönünü hadis-i şerif üzerinden ele almış, değindiğim hususlar yazının epeyce uzamasına yol açmış, yazıyı toparlamak için de o konuları başka bir yazıya bırakmaya karar vermiştim. Okuduğunuz yazı önceki yazının ikmalidir.

(x) 'Babanın sırrı' isimli yazıyı okumak için tıklayınız

Kul hakkına dair kanaatlerimi birçok vesileyle dile getirmiştim. Daha doğrusu Ehl-i Sünnet dahilinde 'haklar' meselesi nasıl ele alınabilir diye dar sohbetlerde konuşurken meselenin ne müfrit taraftarları olduğunu fark etmiş, çok da şaşırmıştım. Bir çok insanın dinle ilişkisinde belirleyici saik kul hakkı olagelmiştir. İnsanlar başka kullardan olan hakları ahirette alacaklarına, Allah'ın bu hakları onlara zorla ödeteceğine ve bilhassa bir kuldan helallik alınmamışsa ahirette Allah'ın bile affedemeyeceğine inanılır. 'Allah bana kul hakkı ile gelme demiştir' mealindeki sözler Müslüman cemaat içinde meşhurat seviyesinde bilinen sözlerdir. Özellikle ahiret yurdu kulların haklarını alacakları-verecekleri bir yer gibi düşünülmüş, öte dünya beri dünyada kapanmayan hesaplarının kapatılacağı bir hesaplaşma alanı gibi mütalaa edilmiştir. Üstelik burada alışverişin maddi kısımlarından daha çok duygusal ve psikolojik yönleri baskındır. Öyle yoğun ve yorucu hayatlar yaşamışız ki dünya hayatı ödeşmek için kafi gelmemiş, öte dünya kapanmayan hesabın görüleceği bir yer olarak özlenmiştir. İnsanların ahiret inancı üzerinde konuşulurken en çok bu ödeşmeden söz edilir.

Ölüm sonrasına inanma gerekçelerinden söz eden bir araştırmada olumlu kanaat beyan eden insanların büyük kısmı gerekçe olarak ölmüş anne-babasıyla, sevdikleriyle buluşmayı zikretmiştir. Buna bir de kızdıkları ve nefret ettikleriyle hesaplaşmak ve ödeşmek arzusu eklenince ahiret dünyanın bitmeyen hesaplarının parçası haline gelerek hakiki anlamını büsbütün yitirir. Artık ahiret bizim Allah'a değil, sevdiklerimize kavuşacağımız yer, Allah'a hesap vereceğimiz mahkeme-i kübra değil, birbirimizle hesaplaşacağımız bir alan haline gelir. Halk dindarlığı veya geleneksel dindarlık diye bir şeyden söz edeceksek onun temelinde kulların hakları ve ödeşmenin yer aldığı aşikardır. Öyle görünüyor ki hadiselerin fiilen bitmesi onların bittiği anlamına hiç mi hiç gelmiyor; insan hafızasında hadiseler hep canlı kalıyor, insanlar yaşadıkları dünyadan daha çok hafızada ömür tüketerek gerçeklikle bağlarını yitiriyor; ahiret yurdu ise böyle gerçeklikle bağını yitirmiş bir dünyanın parçası haline geliyor. Bir çok insan için ahiret dünyayı ayakta tutan bir bastondur. Tasavvufun neden hafıza terbiyesi olduğunu burada daha iyi anlayabiliriz. Tasavvuf hafızamızda bulunan şeylerin ve hadiselerin gerçekle bağının olmadığını ve bizim onlar nedeniyle yaşanan hayattan ve andan koptuğumuzu bildiği için dikkatimizi ana (şimdi, sen ve burası) odaklayarak hafızanın etkilerinden özgürleşmemizi ister.

Kul hakları arasında dikkate değer olanı anne-baba hakkıdır. Bu konu bütün haklar arasında o kadar abartılı ele alınır ki bütün öteki haklar bunun bir parçası haline gelir. 'Helal süt' diye bir tabirin varlığı bile meselenin boyutlarını göstermeye kafidir. Bu bahiste bir çok ayet-i kerimenin veya hadisin ya yanlış anlaşıldığını veya büsbütün tahrif edilerek geleneksel toplumun iktidar merkezli anlayışları içinde eritildiğini düşünebiliriz. Dinin geleneğin parçası haline getirilmeye en elverişli yeri burasıdır. Bununla birlikte günümüzde az çok dini bilgi sahibi insanlar arasında da bu inancın güçlü bir şekilde varlığını sürdürmüş olması şaşırtıcıdır; bilginin artması düşüncenin gelişmesi ile paralel değilse, sadece hafızaya hizmet ediyor.

Doğrusu anne ve babanın çocuk üzerindeki hakkının nereden neşet ettiğini anlamak zordur. Önce bu tespitle, yani anlamayarak meseleye yaklaşmak lazımdır. Çünkü bunu anlayışla karşıladıktan sonra ikna edici deliller bir şekilde bulunabilir. En doğrusu burada bir şaşkınlık ve taaccüp belirtmektir: Biz bu hakkın sebebini bilemiyoruz? Şimdilik Allah'ın herkesin ve hepimizin maliki olmasını bir an için paranteze alarak, meseleye odaklanalım: 'Süt hakkı' tabirini kullanan bir ebeveyn kime neyi ihtar etmektedir? Bir bebeğe bakmak insanda nasıl bir alacak oluşturabilir ki? Basit düşünmek işi çözecektir: Bir insanın kendi iradesi olmaksızın geldiği dünyada anne babasını seçmesi diye bir şey söz konusu değildir. O zaman birinin onu bakması neticesinde onun üzerinde bir hakkın oluşması da söz konusu değildir. O zaman en azından yetişkinlik çağına kadar ebeveynin çocukları üzerinde hakkının olması akla ve dine uygun olamaz. Bir insanın yetişkinlik çağına kadar gördüğü bakımdan dolayı bir borcunun olabileceğini düşünmek akla ve dine uygun bir yaklaşım olamaz. Bunun ardından ise ebeveynin mecburiyeti söz konusu değildir. O zaman bu hakların dayanağı nedir?

Müslüman toplumun gelenekleriyle inançlarını ayrıştırarak değişen hayat ile ilişkisini eleştirel düşünceler üzerinden kurmak zorundadır. O zaman birbirimizin üzerine yığılmadan 'özgür bireyler' olmanın yollarını bulabiliriz.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN