Arama

Ekrem Demirli
Aralık 21, 2020
Kur'an-ı Kerim’i yüceltirken Hz. Peygamber’e tazimi ihmal etmemek
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Kur'an-ı Kerim'i anlamak ve onunla sahici ilişki kurabilmek kolay değildir! Zaman ve mekan ile muallel zihnin kadim kitabı okumasındaki sorunlardan kaynaklanır bu durum. 'Kadim' zaman ve mekan dışında olmak demek; zihin ise zaman ve mekan dışına çıkamayacağına göre kadim kelamı belirli zaman şartları dahilinde yorumlamaktan başka çare yoktur. 'Kur'an-ı Kerim asırlar öncesinden haber veriyor' diye başlayan cümlelere öyle aşinayız ki 'kadim kitap' tabirini 'eski tarihli kitap' diye düşünürken buluruz zihnimizi. Yeni bir keşif ortaya çıktığında her mümin inancını tahkim edebilecek delil bulmanın sevinciyle 'asırlar öncesinden Kur'an-ı Kerim bunu söylemişti' derken kadim tabiriyle mutlaka çelişiriz.

Kur'an-ı Kerim'i anlama sorunu ilahiyat ilimlerini ortaya çıkartmıştır; problematik üzerinden konuya yaklaşırsak 'lafız-anlam' sorunu ilahiyat ilimlerini ortaya çıkardı diyebiliriz. Lafız-anlam ilişkisi sorunu bazen zahir-batın, bazen asıl-fer, bazen gayb-şehadet şeklinde yeni ifade biçimlerine dönüşerek bilim alanlarına sızarken işin tabiatı hiç değişmez: Bütün din ilimleri ilahi kitabı anlama sorununa odaklanmıştır, İlahi kitap bilimin iktiza ettiği cehdi veya başvurduğu yöntemi gereksiz kılabilecek kadar açık ve sarih olsaydı, fıkıh, kelam veya tasavvuf gibi ilahi kitabın farklı bahislerine odaklanan ilimler ortaya çıkmazdı.

Müslümanlık dahilinde ilahi kelamın yeri –en azından kendi iddialarına göre- Hristiyanlıkta Hz. İsa'nın konumuna benzer. Biz Müslümanlar Hz. İsa'nın dindeki yerini Hz. Peygamber'inki gibi gördüğümüz için bu yaklaşımı reddederiz; fakat mukayeseli ilahiyat çalışmalarında bunu bir vakıa olarak görebiliriz. Hristiyanlık dahilindeki bütün sorunlar ve ciddi tartışmalar 'Kelime' olarak kabul edilen Hz. İsa'nın tabiatı ekseninde gelişir. Onun kadim olup olmadığı, kadim ise zamana nasıl dahil olduğu, bir fani bedenden doğumu, beden ile ruhunun ilişkisi gibi Hristiyan ilahiyatının ana sorunları benzer şekilde İslam ilahiyatında ilahi kelamın tabiatı üzerinde ortaya çıkan tartışmaları andırır. Hristiyanlık Hz. İsa hakkında nihai karara varamadığı gibi biz de ilahi kelamın anlaşılması hususunda nihai bir sonuca varamayız: hadis, yani zaman ve mekanda yaratılmış bir zihnin kadim ile irtibatının yol açtığı sorundur bu.

Bir insanın ilahiyat mesleğine yatkın olup olmadığını fark edebilmek için Kur'an-ı Kerim'e yaklaşımına bakmalıyız: Ortada sorun yok, kitap açık ve seçiktir diyorsa, onun başka bir alana ilgi duyduğunu düşünebiliriz. İlahi kelamı anlamada sorunlar ve güçlükler bulunmasaydı, mezhepler doğmaz, din bilim gelenekleri ve disiplinleri şekillenmezdi. Mesela Şia mezhebi siyasal bir ihtilaftan neşet etmiş görünse bile gerçekte ilahi kelamı anlama-yorumlama sorunundan ortaya çıkmıştı. 'İmam' siyasal bir şahsiyet değil, ilahi kitabı anlayabilecek yegane masum otorite demektir. Sünnilik ise metnin 'yöntem (usûl)' vasıtasıyla anlaşılabileceğini kabul ederken Şia'nın temel iddiasını reddetmiş oluyordu. İslam bilimleri arasında dil bilimlerinin gelişimi ilahi kelamı anlama çabasıyla doğrudan irtibatlıdır. Kelam ilminin gelişmesi ise birçok konuda ilahi kelamın anlaşılmasına yeni boyutlar kazandırdı, farklı bilim ve düşünce geleneklerinin ürünlerini istihdam ederek ilahi kelamın yorum alanını genişletti. Bu meyanda en çok ihmal edilen ise tasavvuf ile ilahi kelamın anlaşılma sorunu arasındaki bağdır: Tasavvuf din bilimleri arasında ahlak-akıl ve ahlak ile idrak arasındaki irtibatı tesis ederken dikkatimizi ahlaklanma yoluyla ilahi kelamı anlama arasındaki ilişkiye döndüren yegane ilimdir. 'Nefis terbiyesi' başlığı altında şekillenen yöntem, anlama ve idrak için gerekli zihin terbiyesinden ibarettir. Başından beri gayesini 'eşyayı olduğu hal üzere idrak' olarak belirleyen metafizik-tasavvuf ise ilahi kelama 'terakki', onun kadim dünyasına miracı gaye edinmiştir. Müslümanların ilahi kelama abdestliyken el sürmek adetleri tasavvufun ilahi kelamı anlama yöntemlerini ve iddialarını özetler: 'arınmadan anlama mümkün değildir.'

Tarihselliğin İstismarı

Kur'an-ı Kerim'in zaman ve mekanla ilişkisinde ortaya çıkan sorunları aşmak sadedinde başvurulan yöntemlerden birisi tarihsellik denilen fakat sınırları bir türlü kestirilemeyen yaklaşımdır. Bununla kastedilen ilahi kelamın belirli bir zaman, mekan ve hepsinden önemlisi zihinsel şartlarla sınırlanmış bir şekilde nazil olduğudur. Hiç kuşkusuz kadim olmak evrensel olmak ile aynı anlama geliyorsa böyle bir düşünceye olumlu yaklaşmak zordur. Lakin burada temel sorun neyin tarihsel olup neyin olmadığına nasıl karar vereceğimizdir: bir ayet-i kerimeyi 'tarihsel' saymanın koşulu nedir? İşin kolay kısmı fıkhın ilgi alanını teşkil eden adetler, sosyal hayat, hukuk vb. hususları tarihsel şartlarla ilişkilendirmektir. Böyle bir yaklaşım nesnel şartlarda ikna edici olmaktan uzak ve çelişkilidir. İlahi kitabın belirli bölümlerini 'tarihsel' saymamızı iktiza edecek gerekçelerin aynısıyla kitabın bütününü tarihsel olmakla niteleyebiliriz. Bu meyanda tarihsel ayetleri hukuk ve adetlerle sınırlı tutmaya çalışanlar, ahlak ve itikat alanı da dahil olmak üzere, aynı gerekçelerle bütün kitabın 'tarihsel' sayılabileceğini görmezden geliyor. Tarihselliği her zorlandığımızda başvurabileceğimiz sihirli çözüm gibi düşünmek ilahi kitabı anlama sürecindeki entelektüel mesaiyi hafife almak demektir.

Meselenin gözden kaçan bir yönüne değinmemiz gerekir: Tarihsellik tespit edilirken ilahi kelamı Hz. Peygamber'in halet-i ruhiyyesi ile ilişkilendirmekten söz ediyoruz. Hz. Peygamber'i öfkelendiğinde hakaret edebilecek birisi olarak düşünmek, ilahi kelamın onun sübjektif halet-i ruhiyyesinin tercümanı olabileceğini söylemek, ilahi kelamı zaman ve mekan şartlarıyla değerlendirmekten daha sorunlu bir yaklaşımdır. Böyle yaklaşımları gerekçelendirirken 'Peygamber de insandır' diye başlayan cümlelerle mazeret göstermek ise işin cabası. Kendi adıma birisinden söz ederken 'o da insandır' cümlesini bir mazeret şeklinde kullanmayı hiç anlamam: Peygamber insan ise ne olacaktır ki? İnsan olmak illa ki öfkesi tarafından sürüklenmek, kendini kontrol edememek, zaaflarına yenilmek, alınmak, gücenmek, kırılmak, kin duymak, canını yakana beddua veya hakaret etmek demek midir? İnsan olmanın böyle hareket etmek demek olduğunu kimden öğrendik? Bir Peygamber'den her durumda affedicilik beklemek, onu taşlayanlara merhametini ummak, tehditlere ve sövmelere karşı şefkatli davranmasını en normal davranışı saymak, Peygamber'i 'ilah' mesabesine yüceltmek mi oluyor? Var sayalım ki hadis kitapları ile tasavvuf kitapları Hz. Peygamber'i 'beşer üstü' özelliklerle tavsif etmiş, onun ahlakını insanlık sınırlarını zorlayacak şekilde abartmış olsun; bütün Müslümanların ittifak edebileceği ve örnek alacağı bir orta yol yok mudur? 'Mekarim-i ahlak'ı ikmal eden üsve-i hasene (güzel örnek) üzerinde düşünürken insanın şöyle diyesi geliyor: Alınan, kırılan, öfkelendiğinde veya ayağına çelme takılınca kötü söz söyleyebilecek birisine mi 'Peygamber' diye salat ve selam getiriyoruz?

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN