Arama

Ekrem Demirli
Mayıs 27, 2020
Ramazan’a veda ederken
Sesli dinlemek için tıklayınız.

İnsanlar öteden beri dünyanın evrenin merkezinde bulunduğuna inanmış, her şeyin dünyanın etrafında döndüğünü düşünmüşlerdi. Bu anlayış duyuların verisi üzerine kurulu olan bir doğa bilgisine dayanmış olsa bile, bu iptidai evren bilgisi üzerinden işlenmiş karmaşık ahlak ve teolojik düşünceler ortaya çıkmıştı. Dünyanın evrenin merkezinde olması değildi mesele; insan evrenin merkezinde idi ve her şey onunla ilgili idi. Semavi dinler insanın evren anlayışını geliştirmiş olsa bile, insan merkezli anlayışı tahkim etmiş olmalıdır. Çünkü bütün her şeyin yaratanı olan Allah insanı muhatap aldığına göre, evren içinde dünyanın, dünya içinde de insanın yeri tartışılmaz idi. Hristiyan teoloji buna bir logos nazariyesi ile Hz. İsa'da bedenlenen Tanrı anlayışıyla destek verince iş büsbütün içinden çıkılmaz hal aldı. Bilim değişti, doğa anlayışı gelişti, ilk kırılma noktalarından birisi de dünyanın merkezde olduğu telakkide gerçekleşti. Galileo ile birlikte dünya merkezli evren anlayışından güneş merkezli evren anlayışına geçişte din büyük bir direnç gösterdi. Zaman içinde bilim kendini dayatmış olsa bile dilimiz eski telakkimizi sürdürmeye devam etti. Hala konuşurken eskinin doğa anlayışına göre konuşuyoruz. 'Güneş doğdu, güneş battı' dediğimiz sürece insan merkezli evren anlayışının izlerini sürdürmeye devam edeceğiz. Halbuki biliyoruz ki doğan ve batan güneş değil, dünyamız ekseni etrafında dönerek güneşi görüyor veya görmüyor; batmak veya doğmak dediğimiz şey bu! Dilde kullandığımız bir çok tabiri veya kelimeyi gözden geçirsek hangi çağların izlerini üzerimizde taşıdığımızı veya hangi çağlardan süzülüp geldiğimizi idrak edeceğiz. Hiç birimiz bir zamana ait değiliz ve her birimiz binlerce yıllık tasavvurları, batıl veya sahih inançları, değer yargılarını taşıyarak doğarız. İnsanın bedihi olarak hangi bilgileri getirdiğini tartışsak bile, dil içinde doğduğumuz sürece asırlarda birikmiş değerleri ve anlayışları tevarüs ettiğimiz kesin.

Velhasıl aynı dil ile konuşarak Ramazan ayı geldi, Ramazan ayı gitti diyoruz. Gelirken 'Hoş geldin' diye onu karşılarken giderken onu uğurluyoruz. Fakat biz sabit kadem yerimizde duruyor düşünüyoruz. Biz Ramazan'a veda ederken gelecek sene onun geleceğini biliriz. Yeryüzü var olduğundan beri böyle gelmiş, böyle gidecektir: güneş ve ay varlığını koruduğu sürece böyle kalacaktır. Peki insan öyle mi? Gök cisimleri ile kıyaslanınca en kısa ömrü olan biziz; aya ev sahibi olmamız bir yana, 'ateş almaya' gelmiş gibi aceleci halimiz var. Bir tabirde denildiği gibi, gerçekten 'ateş götürmeye gelmiş' olabiliriz, belki ilahi lütuf sayesinde cenneti imar edecek ahlak kazanmaya gelmiş de olabiliriz. Fakat vaktimiz çok az. Ramazan hilali giderken bir kısmımıza gerçekten veda edecek, bir kısmımız ile yeniden buluşacak. Velhasıl Ramazan gelir gelmesine de kimi bulur, onu Allah bilir! Gerçekte onun gidişine değil, bizim durumumuza üzülürüz. Hayatı böyle bir bilinçle yaşamak, insanı verimli kılan bir sorumlulukla yaşamaktır.

Ramazan'da öğrenmemiz gereken hususlardan birisi yaşamanın anlamıydı. Ramazan bize vakit bilinci kazandırır. Müminler Hz. Peygamber'e hilaller hakkında soru sorduklarında Allah şöyle buyurdu: 'De ki hilaller insanlar için vakit ölçüleridir.' Zamanı vakte çevirmek bilinç, idrak ve zihin işidir. Zaman bizim dışımızda akıp giden hakikat iken hayatın maksadına göre onunla ilişki kurarız. Bu durumda zaman vakte dönüşerek hayatımıza somut şekilde yerleşir. Bizim için Ramazan ayı oruç ayıdır; daha sonra gelen ayda başka işler yaparız. Her halükarda seneyi işlere göre taksim ederiz fakat bunun merkezinde Allah'a dair işlerimiz bulunur. Biz zamanı vakte çevirmeyi ve oradan 'ibnü'l-vakt (vaktin oğlu)' olmayı Ramazan'da öğrendik. Zamanı vakte çevirmek vakti iyi değerlendirmekle mümkündür. Vakti iyi değerlendirmenin birinci şartı içinde bulunduğumuz anı geçmişin yerinme veya övünmeleriyle geleceğin hayalleri arasında tüketmemektir. Şimdi yaşıyoruz ve şimdide bulunuyoruz: geçmiş geçmiştir ve gelecek henüz gelmemiştir. Müslümanlar insan anlayışlarını 'ibnü'l-vakt' yani şimdinin insanı diye tarif etmişlerdir. Bu bir tarih bilincinden yoksunluk veya gelecek planlamasını bilmemek değildir: hayallerin bizi geçmişe veya geleceğe savurarak andan uzaklaşma sorumsuzluğuna düşmemek demektir. Başka bir şeye gerek yok! İslam'ın ibnü'l-vakt ilkesiyle neyi anlattığını kavrasak, belki hayat bambaşka hal alırdı. Biz burada varız, buradan sorumluyuz; bütün imkanlarımız içinde bulunduğumuz mekanla ve birlikte yaşadığımız insanlarla ilişkimizle ilgilidir. İnsan müdrikesini böylesine yücelten ve değerli hale getiren başka bir kavram bulunamaz: şimdiyi yaşayan varlık olarak insan! Şimdiyi doldurmamış bir insan geleceği de ihmal edecektir.

Müminler Ramazan'dan vakit bilincini pekiştirerek öteki bir vakte geçerler. Yaşadıkları her anı imar ederek anlamlı hayatı yaşamak isterler.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN