Arama

Ekrem Demirli
Ocak 11, 2021
Tezatlardaki irfan
Sesli dinlemek için tıklayınız.

"Anadolu irfanı" veya 'halk irfanı' gibi tabirlere aşina değilim; alışkanlık gereği kullandığım olsa bile pek taraftarı olmadım. Mütevakkıf olmamın başlıca nedeni tabirlerdeki belirsizlik: Ne Anadolu ne halk ne irfan, sınırları çizilebilecek ve zihnimizde tebellür edebilecek kelimeler değil. Yazı ise mümkün mertebe açık ve seçik kavramlar üzerinden inşa edildiği takdirde yazı olma liyakati kazanır. Bununla birlikte 'irfan' insanın hayatla ilişkisini yönlendiren sezgisel idrake, bireysel ve tarihsel tecrübenin yeni hadiselerde tecellisine, hepsinden önemlisi de tükenmez bir umuda işaret ediyorsa, insanın olduğu her yerde bir irfan, her zamanda umut ve iyimserlik olur. Böyle bir irfanın hayatın birçok alanında iz düşümlerini fark edebiliriz; üstelik sorunları çözmek veya bize hal yolu göstermek üzere değil, daha çok çelişkilerimizi teşhir etmek, bilhassa da yaşadığımız ile olması gereken arasında muallakta kalmış halimizi izhar etmek üzere orada bir yerde duruyor.

Paraların üzerindeki resimlerden birisi bitmez tükenmez arzularımız ile serinkanlı aklımız arasındaki tezadı sergiler. Ömründe parayla hiç işi olmamış Yunus Emre'nin resmini kağıt paranın üzerine basmak nasıl bir irfan veya nasıl bir çelişkidir? Haddi zatında Yunus Emre hatta Mevlana çizimleri de tuhaf yanlarımızı gösterir: Genç ve hoyrat-köylü Yunus Emre ile ağır ve vakur şehirli Mevlana ikiliği bu topraklardaki tasavvuf telakkisinin önemli bir parçasını anlatır. Her iki çizim herhangi bir şekilde gerçeğe mutabık olmaktan çok bir beklentiye, 'halk irfanı' denilen şeye kaynaklık teşkil eden muhayyilemize işaret eder. Mevlana'nın yaşlı ve düşkün-dede hali insanın hoşgörü beklentisini, affedilme ve kıymet görme arzusunu temsil eder. Fakat öyle bir beklentidir ki ancak dede de bulunabilir. Mesela baba gibi olsaydı, aynı düzlemde yaşadığımız baba hayatımıza doğrudan müdahale edebilir, bizimle çatışabilir, bizi yönlendirmek isteyebilir vs. Dedenin hayatla bağı zayıflamış, engin bir sevgi ve hoşgörü ile bize bakabilir, ukbaya gözünü dikmiş bilgeliğiyle şefkatle bizi kucaklarken müdahale ihtiyacı hissetmez. İnsan en çok bunu bekler ve bunu ister: müdahale veya eleştiri olmadan hoş görülmek için tasavvuf sevilmiştir. Yunus çizimi kısmen farklı: genç, güçlü, fakat okur-yazar olmayan birisi. Bu halleriyle Yunus'u ve Mevlana'yı analım diye çizimlerini paraların üstüne koymak işin garip yanıdır. Gerçekte ne demek istemiş olabilir, her birimizde bir parçası bulunan kadim 'irfan?' Hikayesine himmeti buğdaya tercihle başlayan birinin resmini paranın üzerine basmak, parayla çelişkili ilişkimizi mi sergiler? En çok peşinde koştuğumuz şeyin gerçekte bir 'değer' olmadığını ve insanın ona meydan okuyabileceği inancını içimizde saklayalım diye mi bu çizim paranın üzerine konuldu? Sanırım öyle: Bu irfandan nasibi olan herkes paranın peşinden koşarken bile dünyanın geçiciliğini aklının bir yerinde saklar, bunu bir itiraz olarak yaşadığını hayata yöneltir. Himmet için buğdayı bırakan Yunus'un çizimini para üstüne basarken –ve buna itiraz etmezken- himmeti paraya tercih edeceğimiz vaktin bir gün geleceği umudunu içimizde saklamış oluruz.

Bu 'irfan' Fatih'te "Neyzen Tevfik Çıkmazı" diye bir sokak bulunduğunu gördüğümde daha bariz bir şekilde karşıma çıktı.'İrfan' böyle bir adlandırma yapmakla artık örtüsünden sıyrılmış, tevazuu bir yana bırakarak doğrudan müdahale etmiş oldu. Müslüman toplumda Neyzen Tevfik muhabbeti cemiyete hakim olan zihnin imanı, tavrı ve duruşu eyleme ve yaşama tarzına yeğleyen bir zihin olduğunu gösteren en nefis örneklerden birisidir. Onun ilk ve büyük şahidi –galiba- Mehmet Akif merhum olmalıdır. Birçok meclisin vazgeçilmez müdavimi olarak anılan Neyzen Mehmet Akif'in de değerli dostlarındanmış. Arif Nihat Asya'nın Neyzen şiiri onun hayatındaki bütün çelişkileri özetleyebilecek mahiyettedir. Arif Nihat 'Bizedir emr ü nehyi ahkamın, sana her şey cevaz halinde … yaşadın hep bir niyaz halinde" dediğinde İslam toplumunun kadim damarına bağlamış oldu Neyzen'i. Neyzen İslam toplumunun 'derin aklı' diyebileceğimiz ukala-i mecanin'den (akıllı deliler) sayılmış, kurallara bigane yaşaması bir mesele olarak görülmemiş, Allah ve peygamber aşkının müstesna örneği olarak itibar görmüştür. Hakkındaki şahitlikler hep bu istikamette olmuştur. Bununla birlikte 'halk irfanı', Neyzen'i 'çıkmaz sokak' olarak görmüş olmalıdır. Vakıa burada sadece bir sokak adından söz ediyor olamayız, Müslüman toplumun bir insanı sevmekle ondan beklentisini anlatabilecek bir tabirden söz ediyoruz. 'Çıkmaz yol' ne demek olabilir? Kanaatimce bir insanı müstakil olarak değerli ve muteber görmek ile onu örnek olmak arasındaki farkı anlatan bir tabirdir 'çıkmaz sokak.' İslam toplumu akıllı mecnunlara öteden beri hep böyle davrana gelmiştir. Onlar hakikati olduğu gibi söyler, insanların adet ve alışkanlıklarla malul değerlerini ters yüz eder, perdesiz konuşur, kimseye aldırış etmez, daha da önemlisi onların değer verdiği hiçbir şeye tenezzül bile etmezler. Bununla birlikte insanlar onları ne kadar severse sevsin din işlerinde veya dünya işlerinde 'örnek' almazlar: insanlara örneklik teşkil edecek şey, hakikatin örtülerini parçalayan bir coşku değil, hakikati perdeleyecek akıldır. Attar'ın Mantıku't-tayr'ı iki tarzın, yani hakikati perdesiz anlatan 'meczuplar' ile hakikati perdeleyen 'akıl' arasındaki çelişki üzerine kuruludur: birinin keşfettiğini öteki setreder.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN