Arama

Selahaddin E. Çakırgil
Eylül 27, 2021
"Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!"
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Kendi zulümlerini, 'Tanrı adına..' ya da, 'Halk adına..' diyerek sahneye koyan zâlimler resm-i geçidinden birkaç kesit: *

2500 yıl önce, Atina'da, 'tanrılar konusunda şüphe uyandıran , 'tek Tanrı' olduğunu iddia edip, gençleri yoldan çıkardığı için, 'suçlu' olduğu' peşinen kabul edilen bir kişiye, 'Halk adına...' yargılama yaptıklarını söyleyen yargıçlar kurulunca, ''idâm' cezası veriliyor ve suçlanan kişi, 'baldıran zehri' içirilerek öldürülüyordu. Ama o kişi, son savunmasında, 'Yargıçlar! Ben doğru olduğuna inandıklarımı söylediğim için ölüme gidiyorum. Siz ise, güyâ yaşamaya devam edeceksiniz. Ama, gerçekte kimin hayata, kimin 'idâm'a (yok olmaya) gideceğini, gelecektekiler belirleyecek...' demişti. O ceza, o kişinin şahsî yanlış veya suçlarından dolayı değil, düşüncelerinden dolayı idi.

Bu kişi, 'Sokrat' (Socrates) idi.

*

Sahi, beşer tarihinin tefekkür merhalelerinden biraz haberi olan hemen herkesin zihninde hâlâ da yaşayan bir Sokrat bilinir, ama, onu 'Atina halkı adına..' diyerek 'idâm'a mahkûm eden yargıçlardan geriye, 'utanç'tan gayri ne kalmıştır?

Evet, öldürüldüğü iddia olunana, adeta bir ölümsüzlük verilmesi değil mi, bu?

*

Kezâ, Libya'da Naqşibendîliğin Sunûsîlik koluna bağlı bir sûfî savaşçı olan ve tam 90 yıl önce dün, (yani, 16 Eylûl 1931 günü) İtalyan işgalcileri tarafından 'idâm' edilen yiğit Müslüman direnişçi yaşlı mücahid, 'dâr'a çekilirken, 'Ben cellâdlarımdan fazla yaşarım..' diyordu. İtalyan komutan ona, 'öteki savaşçıların silahlarını bırakmaya çağırması durumunda kendisinin idâm edilmeyeceğini' söylemesine asla itibar etmeyip, dâr ağacına muhteşem bir kararlılıkla yürüyen mücahid, zâhire göre, idâm ediliyordu..

Bu yaşlı mücahid, Ömer Muhtar idi.

İnancıyla, şanlı ve müthiş kararlı direnişiyle ölüme meydan okuyan Ömer Muhtar'ın hâtırası ve Müslümanlara ve özgürlük için savaşanlara verdiği mesajı da hâlâ dip-diri..

O işgalci İtalyan rejiminin sorumlularından ise, geride bir zorbalık ve cinayetkârlık hikayesinden başka ne kalmıştır?

*

Ve.. 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi sonrasında Marmara Denizi'ndeki küçük Yassıada'da 'Yüksek Adâlet Divanı' adıyla kurulan düzmece bir ihtilâl mahkemesinde, o Mahkeme'nin kukla başkanı Salim Başol, -hukuk adına yapılan zulümler konusunda- sanıklardan gelen itirazlara, 'Ne yapayım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!' diye karşılık veriyordu.

Yargılama adına yapılan o zulüm uygulamalarını, tutuklu bir DP Milletvekili olarak bizzat yaşayan şair Faruk Nâfiz Çamlıbel, bir dörtlükle en çarpıcı şekilde şöyle anlatmıştı:

'Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri.

Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada.

Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür,

Mavi bir gözde 'elem katresi'dir Yassıada...'

*

Yargılanan yüzlerce siyasetçiden 15 kişiye, 'Türk Milleti adına..' denilerek idâm cezası verilmişti. Bunlardan 3. Cumhurbaşkanı Mahmûd Celâl Bayar ileri yaş haddi gerekçesiyle; -gerçekte ise, M. Kemâl'in son başvekili olduğu için-, diğer 11'i de müebbede çevrilmiş ve Adnan Menderes ve iki 'Bakan'ının hükümleri ise, darbecilerin hükûmet yetkisini kullanan Millî Birlik Komitesi'nce tasdik olunmuştu.

60 yıl önce, Dışişleri Bakanı Fatin Rüşdî Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan 'idâm' olunmuşlar; Adnan Bey ise, biriktirdiği uyku haplarıyla intihara teşebbüs etmiş, yapılan tıbbî müdahalelerle komadan çıkarılıp 17 Eylûl 1961 günü 'idâm' olunmuştu; 'O bir defa değil, 100 defa idâm edilmelidir!.' diye tepindiği yazılarıyla ünlü edebiyatçı Ahmet Hamdi Tanpınar başta olmak üzere, yazar-çizer takımı ve matbuattaki sivil general edâlı kalemşörlerin dârağacı'ndan medet uman nâraları arasında..

*

Adnan Menderes, 'resmî ideoloji'den, -Ezân-ı Muhammedî'nin aslî şekliyle okunmasına izin vermek gibi- sadece bir-kaç sapma (!) göstermişti.. Öyleyse, o 'sapma'larının intikamı alınmalı ve başkalarına etkili bir 'gözdağı' verilmeliydi. (O ihtilalin, o zorbalığın nasıl bir adâlet ölçüsüne sahib olduğunu daha net olarak anlamak için, İstanbul Hukuk Fakültesi'nin ünlü Prof.larından ve 27 Mayıs 1960 Darbesi'nin 'meşrû olduğu'na dair 'laik-kemalist fetvâ' veren İstanbul hukukçuları grubunun başı olan Sıddık Sami Onar, '27 Mayıs 1960 öncesinde Meclis'te, CHP'nin faaliyetlerini araştırmak üzere bir 'Tahkikat Komisyonu' kurulmasının Anayasa'ya aykırı olmadığını' açıklayan Ord. Prof. Ali Fuad Başgil'i 'yalancılıkla ve safsata dolu beyanlarda bulunmak'la suçluyor ve o Tahkikat Komisyonu'nun kurulmasını, Meclis'in 'yetki gasbı' olarak niteliyordu. Halbuki, İsmet İnönü, 1964'lerde, 'O zaman Anayasa'ya aykırılık söz konusu edilmezdi, milletin vekillerinin ekseriyetinin oyları, anayasaya aykırı sayılamazdı. Bir Anayasa Mahkemesi de yoktu.. Kabak, Menderes'in başında patladı..' diyecekti..)

*

Birkaç ay önce ölen (28 Şubat 1997 Askerî Darbe Zorbalığı döneminin eski Genelkurmay Başkanları'ndan ve de 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında Adnan Menderes'in tepesine dikilen subaylardan bir yüzbaşı rütbesinde olan) İ. Hakkı Karadayı'nın, Meclis'te kurulan 'Darbeleri Araştırma Komisyonu'nca kendisine sorulan, '27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi'nin gerekçeleri mâkul müydü?' şeklindeki sorusuna verdiği, 'Ezân'ın aslî şekliyle okunmasına izin vermesi bile darbeyle devrilmesi için tek başına yeterli gerekçeydi..' cevabı ilginçtir..

Evet, onun idâm edilmek için, 1923-1950 arasındaki '27 yıllık bir Şeflik sisteminin diktatörlük uygulamalarından bizâr olan Müslüman halkın, ülkenin idaresi için seçmiş olması'ndan başka hiç bir siyasî veya cinaî suçu yoktu!

Evet, 27 Mayıs 1960 ve sonrasındaki bütün darbeler de, aslında, 'kemalist-laik' uygulamalar konusunda, 'milletin iradesinde meydana geldiğini düşündükleri sapmalar'ı düzeltmek adına yapılmış; milletin silâhları, ordu içindeki darbeci hainlerce, yine millete çevrilmişti.

Evet, son 100 yılımızdaki siyâsî cinayetlerin sembolü mesabesinde, Adnan Menderes'in darbeci subaylar tarafından, en zâlimâne usûllerle, mazlûm bir şekilde asılarak öldürülüşünün üzerinden 60 yıl geçti.

Hatırlayalım ki, Adnan Menderes komadan çıktıktan sonra ona sağlam raporu vermesi istenen İstanbul-Çapa Tıb Fakültesi Hastahanesi hocalarından Prof. Dr. İhsan Şükrü Aksel, bu isteği, 'Ben, 48 saat komada kalan bir insana, kendine gelir-gelmez 'Sağlam' raporu veremem..' diye reddedince; Darbeci Askerler aynı raporu Adnan Menderes'in yakın dostlarından Prof. Dr. Sedat Tavat'tan istediler. Bu isteğe karşı çıkamayan -ve o sıralarda, halk arasında 'soyadı', kafiyeli şekilde ve başka türlü telaffuz edilen- Tavat'ın yanına, 6-7 tane de (Tıbbiye'yi yeni bitirmiş) tabib teğmen (genç askerî doktor) katarak, onun sağlam olduğuna dair rapor verdiler. O kadar ki, sağlam olup olmadığına hükmedebilmek için utandırıcı yöntemlerle prostat muayenesi bile yaptılar. Bununla da yetinmediler, Adnan Bey, tuvalet ihtiyacı olduğunu beyan ederek izin isteyince.. Tuvalete gitmesine bile izin vermeyerek, bir teneke getirip, üzerine oturtarak, 'Haydi yap tuvaletini bu tenekeye..' dediler, 'N'olur, utanıyorum, müsaade ediniz..' dese bile, yine izin vermediler.

*

Adnan Bey, 10 yıl süren ve milletin muhabbetiyle hâlelenen bir iktidar döneminin son demlerinde Şubat- 1959'da, Kıbrıs Buhranı için Londra'da İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan bir andlaşmadan dönüşte uçağının, Londra yakınlarındaki bir dağa çarpmasıyla, o heyetteki bir-kaç Bakan, MİT Başkanı ve diğer yüksek bürokratlar olmak üzere, 15 kişi o kazada can vermiş, Adnan Bey yaralı olarak kurtulmuştu.

Daha da ilginç olan ise, tedavisinden sonra, hem İstanbul'a gelişinde ve hem de Ankara Garı'nda -aralarında 14-15 yaşındaki 'fakir'in de bulunduğu yüz binler tarafından karşılanıyor ve Ankara Garı'nda karşılayanların başında bizzat İsmet İnönü bulunuyordu.

14 ay sonra ise, bir askerî darbeyle indirilip, nice zulümlerle 17 Eylûl 1961 günü idâm olunuyor; ve o sıralarda, Adnan Bey'in küçük oğlu, 15 yaşlarındaki Aydın, annesine yalvararak, 'N'olur, anne, İsmet Paşa'ya gidelim, babamın öldürülmesine belki engel olur..' diye çırpınırcasına yalvardığı için, Berrin Hanım, yayında oğlu ile, İsmet Paşa'nın Çankaya'daki Pembe Köşk'üne giderek bir süre görüşüyordu.

İsmet Paşa, görüşme sonrasında ziyaretçilerini kapıya kadar uğurluyor ve gazetecilerin, 'Paşam, neler görüştünüz..' gibi suallerine karşı, 'Dertli hanımdır, dinledim..' demekle yetiniyordu. İsmet Paşa'nın darbeci subaylar üzerindeki gücünü ve itibarını bilenler kabul etmişlerdir ki, 'Eğer, Paşa isteseydi, o idâm'ı engelleyebilirdi.' Ama, o, kılını bile kıpırdatmamıştı..

Devr-i iktidarında, Adnan Menderes'in ardınan bir sel gibi akan yüz binlerden-milyonlardan tek bir protesto sesi bile yükselemiyor, faşist bir askerî zorbalık yönetimi tarafından susturulmuş milyonlar gözyaşlarını bile gizlice döküyorlardı.

(Menderes'in başına dikilen bir yüzbaşının çok sonralarda yazdığına göre, yargılamalar sırasında devamlı, Baqara Sûresi'nin son âyetlerinden, (Allah kimseye kaldıramayacağı yük yüklemez..) meâlindeki, 'Lâ yukellifullahu nefsen illâ vus'aha..' âyetini okuyan Adnan Bey, kadere tam bir teslimiyet içinde yapayalnız ve amma, metanetle yürüyordu dârağacına...

*

Adnan Menderes 1899 doğumlu idi. Kanûnî kılıfla idâm yoluyla, asılarak öldürüldüğünde 62 yaşında idi. İmralı adasındaki kemikleri bile, milletin ona teveccühünden korkulduğu için ancak 30 sene sonralarda serbest bırakıldı.

Ama, merhûm Adnan Menderes milletin hâfızasında hâlâ da yaşıyor, Müslüman halkın çoğu onu rahmetle anıyor. Ama, onun darbeci cellâdlarından hayır ve rahmetle anılan birilerini tanıyor muyuz?

*

Evet, o büyük siyasî cinayetin kurbanı olan Adnan Menderes'i 60 yıl geriden tekrar hatırlarken, idâm edenlerin mi, yoksa edilenlerin mi daha uzun ömürlü ve şerefli bir isim bıraktıklarını ve hangisinin yaşamakta olduklarını bir daha ve ibretle düşünebiliriz.

Selâhaddin Eş/ Çakırgil

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN