Enver Paşa: Sona doğru…

(Osmanlı Orduları Başkumandan Vekili (fiiliyatta ise, başkumandan) olan Enver Paşa'nın 4 Ağustos 1922 tarihinde Türkistan yaylalarında Bolşevik/Komunistlerle girdiği bir muharebede öldürülmesinin 100. Yıldönümü'nde bulunduğumuzu bir daha hatırlatarak..)

*

Şevket Süreyya'nın tesbit ve değerlendirmelerine geçecektik ama, onun yazdıklarına geçmeden, Zeki Velidî Togan'ın 'hâtırat'ından daha önce aktardıklarımızın biraz daha geniş tafsilatına, Enver Paşa'nın trajik sonunu hazırlayan gelişmelerle ilgili olarak 'Yeni Türkistan' isimli eserinde verdiği bilgilere de değinilmezse, ortada bir noksanlık meydana geleceği düşüncesiyle, o konuya biraz daha göz atalım:

Türkistan coğrafyasındaki ideallerini gerçekleştirmek için o bölgelere gelen Enver Paşa'ya, o civarın önde gelenleri, yapılacak bir operasyonun başarılı olma şansı çok az derler.. Ama, başka bir yol da yoktur.

Enver Paşa, izahları dinler ve kabul eder.. Ve, amma, 'Ölümse ölüm.. Hiç değilse, hangi şartlarda, hangi yüksek emel ve idealler için, gerektiğinde ölümü göze aldığımıza dair, gelecek nesillere temiz bir nâsiye/ simâ bırakırız.. En azından, dünyada hangi ideal uğrunda hayatından geçmeyi göze alan birilerinin olduğu anlaşılır..' der..

*

Zeki Velidî, Enver Paşa'yla ilk karşılaşmasını da şöyle anlatır: 'Paşa, Bâkû- Aşqabâd yoluyla Buhara'ya geldi. Beni davet etti. (…) Enver Paşa'yı ilk defa görüyordum. Türkistan, Buhara hakkında benden bilgi istedi. Şarqî Buhara (şimdiki Tacikistan) harekâtı hakkında uzun izahat verdim. O mıntıkada, Afganistan'a kaçmış olan Buhara Emiri'nin bıraktığı havayı ve hüküm sürmekte olan 'Emircilik' ruhunun, yapılmak istenen her iyi şeyi sekteye uğratacağını ve bugünkü vaziyette, bu cereyanla kolay kolay başa çıkılamıyacağını birer birer anlattım.'

Enver Paşa, bir müddet sessizce dinledikten sonra; 'Bütün bunlardan haberdarım. Bu havalide Buhara kuvvetlerini bir teşkilat içinde toplamanın hemen hemen imkânsız olduğunu da biliyorum. (…) Ama, şimdiki halde bekleyecek vaktimiz de yok.. (…) Bu sebeple ben vakit geçirmeden, Şarqî Buhara'ya geçip bütün Basmacı Hareketi'nin başına geçmek istiyorum. Bu iş için, uzun boylu düşünerek icab eden bütün tedbirleri aldım. Yanımda, bu sahada çalışabilecek değerli zâbitlerim de var.. Siz lûtfen, bizim hareketimizi kolaylaştırmak için at vesaire gibi ihtiyaçlarımızı temin edebilir miniz?' dedi.. (…) Enver Paşa, 'Livâ'ul-İslâm' (İslâm Sancağı) gibi gazete ve broşürlerinde 'Müslümanların dünya emperyalizmine karşı Bolşeviklerle işbirliği yapacaklarına' dair sözlerinden geri adım atmış ve 'Basmacılar Hareketi'nin başına geçmek kararını vermiş, Bolşeviklerin sadece düşman değil, onlarla mücadele edeceğini haber veriyordu..

Biz ise, o günlerdeki vaziyeti pek iyi bildiğimiz için, Enver Paşa'nın Basmacılar (Baskıncılar) arasına katılmak üzere Şarqî Buhara'ya geçmesini kat'iyyen istemiyorduk. Bu fikirlerimizin dayandığı sebepleri kendisine, uzun uzadıya izah ettik. Buna rağmen, o hiç de niyetinden dönmek istemediğini hissettiriyordu.

Birkaç gün sonra onunla daha açık ve kat'î konuştum. Şöyle dedim: 'Bolşevikler, haricî düşmandan kurtulmak üzeredirler. Bu netice onların, bugün-yarın, Türkistan'a diledikleri kadar kuvvet göndermelerini temin edecektir. Türkistan ise bu yıl büyük bir kıtlık içindedir. Bilhassa Fergana'da Basmacılar iaşe zorluğu içinde kıvranmaktadırlar. Siz, Basmacılar'ın arasına girdikten sonra, cebhe açıp harb etmek mecburiyetinde kalacaksınız. Halbuki, bütün bu havzada, 5- 6 bin insanı bile beslemek maddeten imkânsızdır. Çete Harbi yapmaya kalkarsanız, karşınıza gelecek büyük Bolşevik ordusu ile başa çıkmak elinizden gelmez.. Şarqî Buhara Basmacılarını ele alabilmeniz için ise, her şeyden evvel, Afganistan ve oradaki Buhara Emirini de ele almanız gereklidir. Buhara Emiri sizi tanımaz ve kendi kuvvetlerine tanıtmazsa, mümkün değil, kimseye merâmınızı anlatamazsınız. Hattâ korkulur ki, bu Emîr, size umduğunuz gibi iyi kabul gösterecek yerde, bil'akis bir rakib sayarak, arkanızdan entrikalar çevirecektir. Unutmamalı ki, bugüne kadar Basmacılık vesair teşkilat, Rusya'nın dahilî işlerinden bir vasfını muhafaza etmiştir. Halbuki buna siz karıştıktan sonra, bu hareket, bir 'Pan-İslamizm (Dünya Müslümanlarının Birliği ideali) hareketi gibi görünür. Ve bu görünüş, Türklerden başka herkesi aleyhinize çevirir. Bu da, Türkistan'daki bütün Rusların millî gayeleri yolunda, Bolşeviklerin etrafında birleşmelerini intaç edebilir.

Yazık ki, Enver Paşa'da hiçbir fikir değiştirme belirtisi yoktu. Paşa'yı kışkırtanların başında da (bir macera adamı olan Çerkez) Hacı Sâmi vardı. Hacı Sâmi; 'Ben adı-sanı mechul bir türk olduğum halde, 1916'da,koca Kırgızistan'ı ayaklandırmıştım. Siz ki Enver Paşasınız.. (…) Bir işaretle Türkistan'da kıyametler koparırsınız.' diyordu.

(Zekî Velidî'nin ifadesine göre, 1916'daki Kırgızistan Ayaklanması, Hacı Sâmi'nin etkisiyle değil, Rusya Çarı'nın, 15 Haziran 1915 Fermanı'na tepki olarak meydana geldi. Hacı Sâmi ismi de, o ayaklanma sırasında değil de, isyan bittikten sonra Kırgızlar Çin'e kaçarlarken, onlarla birlikte hareket edenler arasında duyulmuştu.)

Enver Paşa, -Buhara'daki son gecesinde konuşurken, Zeki Velidî'nin aktardığına göre- çok içli, duyguludur ve 'Ben şu anda, kendimi öz vatanımda hissediyorum. Başlayacağım mücadele, mukaddes bir mücadeledir. Göreceksiniz ki, halk beni yalnız bırakmayacaktır. Esasen Kafkasya'da da yardımcı arkadaşlarımız az değildir. (…) Kazanırsak Gazi, kazanmazsak Şehid olacağız.' der.'

*

Şevket Süreyya Aydemir'in 'Makedonya'dan Orta Asya'ya ENVER PAŞA' isimli eserinde, 'Harb aleyhimize bitince, -Enver Paşa'nın tâbirince- oyun kaybolunca, Enver Paşa, hattâ kendi hayat ve mukadderatını da bu ihtilal (Rusya'da patlayan Bolşevik İhtilâli) dalgaları içine bırakacak ve sonunda, onun milyonlarca ve milyonlarca kurbanlarından birisi de, kendisi olacaktır.'

*'Rusya'da ihtilal, Enver Paşa'nın alın yazısında, hem bir ümidin, hem bir hayal kırıklığının hikâyesidir. Bu ihtilâl iledir ki, 1917'de artık bütün cephelerde yüzümüze kapanan kapılar, doğu istikametinde bir çıkış yolu olarak açılır. Ama, bu sefer de bu kapının önünde, müttefikimiz Almanya'nın karşımıza dikildiğini görürüz.' (Sh. 337 ve devamı..)

*'Rus İhtilâli'nin patlaması ve neticede Rus ordularının çöküşü, Enver Paşa'da umutlar yaratmıştı: Harbe girsinler diye Bulgarlara verdiğimiz toprakları geri alacaktık. Rumeli'yi, belki de Mesta-Karasu'ya kadar kurtaracaktık. Kafkasya'da eski topraklarımızdan sonra Azerbaycan'a, Turan'a, geniş kapılar açılacaktı. Rus donanmasından bize paylar verilecekti.

Ama, umduğumuz dağlara kar yağdı, bu sefer de karşımıza, müttefikimiz Almanya dikilmişti. Hem de tam bir sertlikle..' (Sh.355)

*

Ancak, anlaşılıyor ki, Türkistan'ın büyük ekseriyetini Müslümanlardan oluşan halkları, can ve iman havliyle, bir takım anlık ve düzensiz-plansız tepkiler verseler bile, teşkilatlı bir durumda değildirler ve Basmacılar Hareketi de, her şeyden önce 'Cedidçiler'le savaşmayı esas almaktadır.

Şevket Süreyya da değerlendirmelerinde -tarafının Ceditler dediği Cedidçiler olduğunu gizlemeksizin- ilginç tesbitlerde bulunur.

Esasen, Buhara Emiri ve Cumhurbaşkanı Osman Hocaoğlu'nun Afganistan'a kaçmasından sonra Hükûmet Başkanı konumunda olan ve bu konumunu, Basmacılar'a karşı kendisine destek veren Bolşevikler sâyesinde borçlu olduğunu gizlemeyen Feyzullah Hocayev'in bizzat Enver Paşa'ya, 'Ruslar giderlerse, bir softalar tahakkümü altında kalabiliriz..' dediğini Enver Paşa notlarında belirtmektedir. Enver Paşa'ya mesafeli yaklaşan Basmacılar'ın önde gelen Beyleri ve ulemâsı ise, 'Bizim asıl düşmanımız ruslar değil, Cedidçiler'dir. Şimdi Kur'an'a el bas, Cedidçiler'le savaşmak için..' diye, sadakat yemini dayatmaya kalkıştıklarını da yine Enver Paşa'nın notlarından öğreniyoruz.

Esasen Orta Asya Müslümanlarının bu 'Mütekaddimîn (gelenekçiler) ve - Müteceddidîn' (yenilikçiler) bölünmesini, o yörelerdeki Bolşevik /komünist partilerinin işlerini bir hayli kolaylaştırmıştır. Bu bölünmenin, günümüz müslüman toplumlarında da, 'gelenekçi' ve 'yenilikçi' denilebilecek iddialarla bölünmelerin var olduğunu ve bu iki tarafın birbirini bertaraf etmek için, başka güçlerin yardımına ihtiyaç duyduklarını veya oyunlarına gelebileceklerini, gözden asla uzak tutmamak gerek.

*

Tablo o zaman da budur ve Enver Paşa bu şartlar altında, yine de kafasında bir mücadele çizgisi planı hazırlamıştır.. 'Merkezler Merkezi' veya 'İslâm İhtilal /İnkılab Teşkilatı' adını verdiği bir çalışmanın içindedir. O sırada, Moskova'dan gelen bir emirle, 'Moskova'ya dönmesi' istenmesinden canının sıkıldığı açıktır. Nitekim, refikası Nâciye Sultan'a yazdığı 4 Teşrin-i sâni (Kasım) 1921 tarihli mektubunda, 'Rusların Moskova'ya daveti biraz neşemi kaçırdı..' (…) Artık harekete karar verdik. Bakalım, Hakk ne gösterecek.. Seni ve yavrularımı Allah'a emanet ederek öperim. Benim için ve İslâm için dua et..' diye yazar.. 7 Teşrin-i sâni tarihli mektubunda ise, '…Artık ok yaydan çıktı. Dua et.. Artık ancak tam muvaffakiyetten sonra dönerim. Allah bu büyük işte de utandırmasın.. Sen bu bîçare Türklük ve İslâm için dua et, Nâciyem..' diye yazar.

Artık, Enver Paşa, son yolculuğunun yeni bir merhalesinde ve 14 Teşrin-i sânide, bir Kırgız çadırındadır.. Halkın, Halife'nin damadı Enver Can'ın geldiği'nden söz edildiğini, halkın, okuma-yazma bilmediğinden, hattâ Kur'an okumayı bile bilmediklerinden söz eder.

Yol boyunca ilerledikçe, Enver Paşa ve arkadaşları, dağlı bir grup olduğu bilinen Laqay Türklerinin hiç yontulmamış, anlayışsız liderleri olan İbrahim isimli bir aşiret reisi ve adamları tarafından esir alınmak istenir; silâhlarına el konulur.. Silahlarınızı verirseniz sizin yabancı olmadığınıza inanırız derler. Enver Paşa, refikasına yazdığı mektubunda, mâruz kaldığı muamele karşısında kendisini tutmayıp ağladığını da belirtir.

Enver Paşa, 25 Teşrin-i Sâni Cuma günü de Kurgantepe'den refikası Nâciye Sultan'a şöyle yazar: 'Harab bir câmide Cuma namazı kıldık. Laqay uluları, Kırgız ve türkmen uluları geldiler.. Kendimi tanıtmamı ve Buhara'dan buraya nasıl geldiğimi anlatmamı istediler. Halife damatlığından başlayarak, her şeyi söyledim, 'İnandık' dediler.. Ve benden, ekmek ve Kur'an üstüne , İslâmiyet namına yemin ettiğim takdirde , kendilerinin de benim emrime itaat edeceklerini, kendilerine Ulu (baş) bileceklerini, kendilerinin de yemin edeceklerini söylediler. Bunun üzerine Kur'an'ı çıkararak üç defa öptüm. Elimi Ekmek ve Kur'an üzerine koyarak yemin ettim. Eğer dinin ve milletin fenalığına bilerek bir iş emredecek olursam, sizlere kavuşmamamı söyledim. Bunun üzerine yine gözlerim doldu ve ağlamaya başladım. Karşımdakiler de ağlıyorlardı. Onlar da aynı suretle Kur'an'ı öperek, ekmeğe el koyarak yemin ettiler.

-Seni kendimize padişah tanıdık dediler.

-Ben, İslâmın hizmetkârıyım, inşaallah sizlerin de yardımlarınızla, Hak yolunda, milletin uluları ile meşveret ederek, Peygamberin Sünnetine uyarak iş göreceğiz.. (dedim).

Buna karar verdik. Fatiha okuduk. Herkes 'Âmin..' diyerek elini sakalına sürdü. (…)

Ve Kurgantepe'ye böyle vardık.

Şehrin medhalinde (girişinde) şehrin Beyi ve Uluları da karşıladılar. Elimi öptüler.. (…) Pazarda halkın korkup dağılmak hareketleri de oldu, teskin edildiler. Burayı Bolşevikler kâmilen yakmışlar. Geceyi toprağa serilmiş bir keçe üzerinde geçirdim. Laqaylar etrafa muhafızlar koydular. (…) Yemeği de artık elle yiyoruz. Çorbayı ise, tek bir kaşıkla ve onu da sırayla kullanarak yemek icab ediyor..(…) Bura halkı (1910-11'de İtalyan işgaline karşı korumak için Enver Paşa'nın Enver Bey olarak gittiği vatan toprağı, bugünkü Libya'daki) Bingazililer kadar zahmet vermeyecekler, herhalde.. Buraları eski medeniyet görmüş adamlar.. Duşenbe'den Ruslar çekilmiş.. diyorlar.. Sabah namazında, 'İnnâ fetehnâ leke fethan mubinâ../ Biz sana ap-açık bir fetih nasib ettik..' âyetini okudum. Askerimi (150 kadar) üç takımlı bir bölük halinde tanzim etmek istiyorum..(…)

Gece, Laqay İbrahim Beye, buraya vardığımıza dair bir kağıt yazdık. Dokuzda geldi.. Biz de atlanıp çıktık.. Oldukça tuhaf bir adam .. Önünde birkaç atlı, tüfekli.. (…) İbrahim beyin önünde bir zurnacı, durmadan çalıyor.. Sonra da sopalı, kılıçlı Laqaylar.. 2.000 kadar var.. Ancak 150 kadarı silahlı, ötekiler sopalı.. İbrahim bey yaklaşınca atından indi. Ben de indim, kucaklaştık, oturduk, konuştuk.'

Evet böyle gözükür, ama, Abdullah Receb Baysun'un 1943'de basılan 'Türkistan'da Millî Hareketler..' isimli eserde yazıldığına göre, geceleyin, Laqay İbrahim Bey'in adamları, İbrahim Laqay'ın emri ile, Enver Paşa'nın ve yanındaki bütün askerlerin silahlarını muvakkaten almaya gelirler.

Enver Paşa sorar:

- Silahlarımızı niçin istiyorsunuz?

- Siz biz, Buhara Hükûmeti ile barıştırmak istiyorsunuz. O halde, aramızda niçin musellah / silahlı olarak bulunacaksınız? Bize itimad etmiyor musunuz? Bize karşı tam bir itimad beslediğinizi anlamak için silahlarınızı teslim etmenizi istiyoruz.'

*

3 milyonluk bir orduya hükmetmiş olan bir Enver Paşa'ya ve etrafındaki 150 kadar askerine yapılan bu muamele için, Baysun şöyle devam eder: 'Artık fikrî hürriyetlerini kaybetmiş, gaye ve emellerinin tahakkukuna set çeken bir câhilin esiri olmuşlardı..'

Enver Paşa da notlarında şöyle yazar: 'Tekliflerini reddedersem, arada emniyetsizlik çıkıp belki de müsademeye mecbur olacağımızı, (…) bununla bütün Türkistan İhtilali'nin tehlikeye gireceğini düşünerek, arkadaşların da rızasını alıp kabul ettim. En çok beş gün sonra silâhların iade edileceğini söyleyerek yine yemin ettiler. Ama askerimin ağlayarak silahlarını getirip teslim etmeleri beni de ağlattı.(…) Burada âdetâ bir esir gibiyim..'

Ve Enver Paşa, refikasına, 1 Kanun-i evvel (Aralık) 1921 tarihli mektubunda da şunları yazar:

'Göktaş'ta sabah namazından sonra, senin ve yavrularımın fotoğraflarını yakarak ağladım. Bura halkı çok mutaassıb.. Aleyhimde boyuna propagandalar yapılıyor. Taassuba dokunan her şeyi ortadan kaldırmak istedikleri için, yanımda bulunan eserleri de yaktım, sizin resimleriniz de öyle yandı.

Efradı (askerlerimi) dağıtacaklarını da söylediler. Bana da asıl işin şu olduğunu söylüyorlar:

Ben yalnız Ruslarla değil, asıl Cedidler (Cedidçiler) ile de harbetmek zorundaymışım. Ben de Ruslara ve onlarla beraber olanlara karşı mücadele tarafdarı olduğumu ve mukaddes şeriat üzere hareket edeceğimi söyledim. Gittiler.

Gece, Mehmed Mirahur bir küfe üzümle iki ekmek getirebildi.. Ne yapalım tahammül etmek gerek.. Fakat en ziyade ciğerime işleyen acı, resimlerin yanmasıdır. Sabah, efradı da alıp götürdüler. Gene, silahların üç güne kadar iade edileceğini söylediler. Hepsi masal..

Nihayet beni de Bey'in evi yanında bir toprak dama yerleştirdiler. Efrada karşı şahâne bir esaret.

Doğrusu, eger muteqid (imanlı) olmasam, işin sonundan ürküp pişman olurdum. İnşaallah iyi olur.. (…) Burada Bingazi'deki samimiyet dahi yok.. (…) Anlıyorum ki, günler geçtikçe bana elem verecek, beni ezecek. (…) Ah Nâciye, acaba paranız var mı? Ne yapıyorsunuz?

Biz artık bir takım değersiz, akılsız kimselerin, daha doğrusu Ruslara hizmet ettiklerine kaani olduğum (… gibilerin) eğlencesi olduk.. (…)'

12 ve 16 Kanunuevvel 1921 tarihli mektublarında Enver Paşa'nın, refikası Nâciye Sultan'a yazdıkları daha bir hazîndir:

'Böyle giderse, Afganistan'a çekip gideceğim. Oradan da büsbütün işten çekilip senin yayına geleceğim. Ama, muvaffakıyetsiz gelince, sen beni nasıl kabul edeceksin? Fakat muvaffak olmak istedim Nâciye..'

Paşa, bu mektubunu yazdıktan sonra, uykusuna dalacakken, bir gürültü- patırtı..

'-Gözümü açtım. Odanın içi karmakarışıktı. Mumu yaktım, kapıda bir ses..

-Silahları teslim edin.. diye bağırıp duruyor. Halbuki silahlar teslim edilmişti.

Giyindim, Kur'an'ı koynuma koydum. Dürbünümü taktım, Paltomu giydim.

-Gidelim diye sesleniyorlardı..

-Gitmem diye diye direttim..

Yâver Muhyiddin ,

-Paşam, biziz nereye götürüyorlar diye ağlıyordu.

Gene İbrahim'in bir oyunu..

Bu telaş arasında çok şey çaldılar. Benim de her şeyimi çaldılar. Bir kaç parça çamaşırımdan başka bir şey kalmamış..

*

'16 Kanunuevvel :(…) Laqay'lar tuhaf.. Bir taraftan bana Padişah derler, diğer taraftan da Cedidler geliyor diye kaçırmak ve beni götürmek isterler. Dün gece de aynı hal.. Bu gece de imam ve ben loş bir mumun etrafındayız. Çünkü benden başka kimse yok.. Karşımda hitab edecek kimse yok.. Bana heybem yastıklık etmektedir. Yani, ben.. Bunların 'Padişahımız..' dedikleri!. İşte iş ve yatak odam. Çalınan battaniye vesairem hâlâ bulunamadı.'

*

19 Kanunuevvel.. Süreyya Bey, Kafirnihan nehrini geçerek yanıma gelmek istemiş.. Ama suyu geçer geçmez, Laqay İbrahim ve adamlarına rastlamışlar. İbrahim, onu ve yanındakileri tepeden tırnağa soymuşlar..

Mollalar boyuna,

- Bizim düşmanımız Ruslar değil, Cedidlerdir diyorlarmış.. Soyulanlar geldiler. Onların da kimisine çamaşırlarımı, son elbiselerimi, birine de kürkümü verdim.. Ama, Beyler yine geldiler, 'Sen bizim Padişahımızsın..' diye sırıtıyorlar.

*

27 Kanunuevvel: Ahvalin cereyanı o kadar karışık ki, bu karışıklıklar içinde uyuşup kaldım. Sekiz Türk daha geldi. Hepsi de soyulmuşlar, hepsi de ağlıyorlardı. Gelenlerin kimine hırkamı verdim, kimine son varımı ve çamaşırımı verdim. Hırsımdan dişlerimi sıkıyorum.. Bizim gibi bir yabancı, bura halkı ile burada iş görmek fikrine düşerse, işte böyle aldanır. Bütün bu işlerde Hacı Sâmi'nin çok dahli var.

*

Ve Enver Paşa'nın son demlerine doğru bazı ek sahnelerle devam edeceğiz, inşallah…

Selahaddin Eş Çakırgil

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Selahaddin E. Çakırgil

Selahaddin E. Çakırgil Diğer Yazıları