Arama

Selahaddin E. Çakırgil
Mayıs 26, 2021
Siyonist saldırıların hatırlattıkları…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

'Sionist Yahudilerin haydutlar düzeni olan' İsrail rejiminin, Ramazan ortasında Kudüs'de, Mescid-i Aqsâ'da ibadetle meşgul Müslümanlara saldırmasından sonra, Gazze'ye yaptığı ağır hava bombardımanları ve füze saldırıları şeklindeki ve ancak alçaklara ve korkaklara yakışan 'kahramanlık ve güç gösterisi', her zaman yaptığı firavunlukların, barbarlıkların tekrarından başkası değildi. İşin en ilginç yanı, herhalde, Yahudilerin, Asr-ı Saadet'te, Medine'de Hz. Peygamber (S)'le yaptıkları andlaşmaları bozmaları üzerine, Müslümanlardan yedikleri darbeden sonra… Bir daha, taa Osmanlı'nın çökertiliş sürecine kadar 13 asır boyunca, Müslümanlarla Yahudiler arasında hemen hemen hiçbir ciddî sürtüşmeleri olmaması ve Müslümanların da onların dinlerine karışmak, inançlarına baskı yapmak gibi bir hakklarının Kur'an hükmü gereğince olmayışı hasebiyle, hep bir sulh hali yaşanmışken; şimdi, sionist Yahudi rejiminin, kendilerine özellikle Hristiyan toplumlarca yapılan zulümleri Müslümanlara uygulamalarını normal bir mantıkla izah etmek mümkün değildir.

Düşünelim ki, Yahudiler, 2 bin yıl öncelerde, Nabukudnazer (arab dilindeki telaffuzla, Buhtunnasır) tarafından Babilonya'dan, Yeruşalem /Barış Evi dedikleri Kudüs'den, Beyt-ul'Muqaddes'den çıkarılmalarından beri, hep ordusuz, devletsiz yaşamışlardı ve devletleri, orduları olmayan bu zavallı yahudicikler, perişan vaziyette dünyanın her bir yanına dağılmışlar ve buna rağmen, Hristiyanlar toplumlarca hep ezilmişlerdi. Zira, Hristiyanlar Hz. İsâ'yı 'çarmıh'a gerdiren Roma İmparatorluğu'nun Filistin Valisi Pontius Pilatus'u, Yahudilerin tahrik ettiğine inanıyorlardı. Böyle düşünmekte de kendilerine göre gerekçeleri vardı..

Çünkü, Yahudi ruhbanları, /rabinleri/ din adamları, Hz. İsâ'nın bir Yahudi olduğuna ve, (Hz. Davud'un soyundan geldiği iddiasıyla) Yahudi Krallığı dâvasına giriştiğine ve muvaffak olamayınca da Yahudilere düşmanlık besleyen bir 'tahrikçi ve bozguncu ' olduğuna inanıyorlar ve Yahudi Meclisi onun idam edilmesine karar vermiş bulunuyordu. Yahudiler, ayrıca Roma İmparatorluğunu da Hz. İsa aleyhinde , 'O Yahuda Kralı olursa, Roma İmparatorluğu için de tehdid oluşturacaktır..' diye tahrik ediyorlardı.

Yahudiler, Pilatus'un onu 'çarmıh'a germemesi halinde, başına sıkıntılar geleceğini, gerisini kendisinin düşünmesi gerektiğini söylemişler ve Pilatus da, aslında 'çarmıh'a germek istemediğini ve amma Yahudi ruhbanlarının baskıları yüzünden ona mecbur kaldığını açıkça ifade etmişti. Bu yüzden, Hristiyanlar, Pilatus'dan daha fazla, onu tahrik ve teşvik eden Yahudilere düşman olmuşlardı. Tabiatiyle, Yahudiler de, Pilatus'u teşvik etmekte, kendilerine göre mâzurdular. Çünkü, Yahudiler Hz. İsâ'yı Tevrat'ı ve Yahudi dinini bozmaya çalışan bozguncu olarak suçluyorlardı.

Pilatus ismi, Yuhanna İncili'nde de özetle şu şekilde geçer: İsa yargılanmış ve ölüme mahkûm edilmiştir. Pilatus, İsa'nın idamını istemediğinden, bir bahane ile infazını birkaç gün erteletir. Çünkü Paskalya gününe çok az kalmıştır. Geleneklere göre Paskalya günü idâm mahkûmlarının infaz edilip edilmeyeceği halka sorulmaktadır. Eğer o gün birden fazla mahkum varsa halk birini seçecektir. Paskalya günü gelir... O gün iki idâm mahkûmu vardır. Birisi İsâ, diğeri ise bir eşkıyadır ve halk oylama sırasında, eşkıyanın affı yönünde görüş açıklar..

Pilatus ise, İsâ için bir kurtuluş ara, ama Yahudi ruhbanları, halkın kararının çok açık olduğunu belirtip, cezanın infazını isterler. artık yapacak bir şey yoktur ve İsâ çarmıha gerilir. İnfazdan sonra Pilatus'un İsa için yapabileceği tek şey, daha fazla acı çekmeden bir an önce ölümünü sağlamaktır. ve o adamlarına emir verir. öğleden sonra Romalı üç asker çarmıhtaki İsa'nın çabucak ölmesi için, eklem yerlerini demir balyozlar ile kırmaya giderler. Ancak onlar geldiğinde İsa ölmüştü ve onlar emin olmak için böğrünü mızrakla delerler.'

Bu faslı bu kadar teferruatıyla aktarmaktan maksadım, Hristiyanların, Yahudilere olan düşmanlıklarının itiqadî temellerinin görülmesi içindir. Yani, Yahudi düşmanlığının başlangıcı, Adolf Hitler'in ve Nazi Almanyası'nın 1. Dünya Savaşı'nda cephelere savaş kırıcı propagandacıları ve frengili kadınları getirmeleri; cebhe gerisinde ise, karaborsa oyunlarıyla ekonomiyi çökertip, Almanya'nın yenilmesi ve halkın perişanlığı için çalışmaları değildir. Bu konunun 2 bin yıl öncelere dayanan bir geçmişi vardır. Yahudi düşmanlığı Hristiyan kültürünün en önemli bölümlerinden birisidir.

Bu yüzden, bütün Hristiyan toplumlarında, şehirlerin ortasında, bir 'içkale' durumunda, Yahudi 'getto'ları vardı. Bu 'getto'ların etrafı surlarla çevriliydi. Ki, bunların çoğu, Avrupa şehirlerinde hâlâ durmaktadır. Akşam olunca Yahudiler 'getto'larına çekilirlerdi. Toplumda bir salgın hastalık çıksa, bu hastalık, 'pis ve hain Yahudiler yüzünden başımıza gelmiştir..' diye, suçlanacak sosyal grup hazırdır. Keza, bir isyan çıksa, hemen 'getto'lara saldırılırdı, ya da bir ekonomik kriz meydana geldiğinde de.. 'Pogrom' veya 'holacaust' diye anılan Yahudi katliâmları böyle sahneleniyordu.

Avrupa'nın büyük şehirlerindeki Yahudi mezarlıkları da hâlâ, zaman zaman tahrib edilmektedir. Ki, Mitterand Fransa'da Başkan iken, Paris'teki bir Yahudi Mezarlığı tahrib edilmiş ve bizzat Mitterand'ın öncülüğünde onbinlerin katıldığı bir protesto yürüyüşü bile yapılmıştı.

Alman Yahudi Cemaati'nin uzuun yıllar başkanlığını yapmış olan Bubis, 20 yıl öncelerde, Almanya'da öldüğünde, cenazesinin Kudüs'e götürülüp orada defnedilmesini istediğine dair bir vasiyetnâme bıraktığı anlaşıldı. Sebebini de, 'burada kalıp da mezarımın havaya uçurulmasını istemiyorum..' şeklinde ifade etmişti. Protestanlık hareketinin lideri olan Martin Luther'in 500 sene önce bugünlerde Yahudiler hakkında kullandığı ağır hakaret ifadelerini ise burada tekrarlamıyorum.

*

Bunları şunun için söylüyorum.

Yahudilerle Hristiyanlar arasındaki zıtlık ve düşmanlığın tarihi ve inanç temelleri çok derinlerdedir.

Müslümanlarla Yahudiler arasında ise, böyle bir tarihî arkaplan yokken, 'Yahudiler kendilerine geçmişte Müslümanların yaptıkları zulümlerin sosyal hâfızalardan sızmasının bir neticesi olarak eline geçen fırsatı değerlendiriyor, intikam alıyor' denilecek hiçbir gerekçe yokken.. Sionist Yahudilerin, 2. Dünya Savaşı sonunda emperial güçlerin başta silâh ve para olmak üzere her türlü desteği vererek Filistin'e yerleştirilmeleri ve onlara İsrail adında bir devlet kurdurmalarından sonra, Filistin Müslümanlarına uyguladığı baskı ve zulümler ve de ordusu ve devleti olmayan bir halk'a, geçmişte Hristiyan toplumlarının devletlerinin Yahudilere yaptıklarını, Filistinlilere tatbik etmelerini nasıl izah etmeli.. Yani, geçmişte kendilerine başkalarına ayapılan alçakça zulümleri, bugün de onların daha başka bir sivil halka yapmasının normal insan mantığında bir karşılığı ve izahın yoktur; vardır diyen varsa, buyursun, öne çıksın..

*

Evet, işte izahı normal akılla yapılamayan bu barbarlık, herhalde, ancak, şu çılgınlıkla izah edilebilir: 'Başkaları bize yapmıştı hep biz mi dövüleceğiz, şimdi de biz başkalarını dövüyoruz, sionist Yahudi toplumunun buna ihtiyacı var.. Tarihte kahramanları olmayan bir Yahudi toplumuyuz.. Öyleyse, zayıf değil, tamamen güçsüz bir sivil halka da olsa, bizim de başkalarını dövebileceğimizi Yahudi halkına göstererek, onlara özgüven aşılamamız gerekiyor..'

Galiba, Filistin'de bir gasb ve işgal sonunda ve Müslüman halklar evlerinden -yurtlarından zorla çıkarılarak İsrail devleti 15 Mayıs 1948 günü ilan edildiği günden beri yaşanan büyük faciaların başka bir izahı yoktur. Sırtını Amerikan ve Rus ve diğer emperial güçlere dayayan sionist İsrail rejiminin yaptığı her barbarlığın, vahşice saldırının, devamlı, İsrail'in hayatta kalmak ve kendisini savunma hakkının bir gereği olarak bir de alkışlanması, bundan sonrasında da tekrarlanmak istenecektir.

*

Başkalarının dinlerine ve mâbedlerine ve hattâ örf ve âdetlerine bile müdahale etmeyen ve hükmettiği 400 sene boyunca, diğer dinlerin hukukunu da en hassas şekilde gözeten Müslümanlara bugün ödettirilmek istenen bedel, o adâletli hükümranlık dönemine bir karşılık ise, biz bugün karşılaştığımız sistematik zulüm stratejilerine rağmen, geçmişimizde sergilediğimiz ve adaleti, insan hak ve haysiyetini esas alan anlayışı yine devam ettirecektir. Çünkü, bu, Müslümanlar olarak, bizim inancımızın gereğidir.

*

Evet, siyonist İsrail rejiminin yaptığı bu saldırılar, bütün Müslümanları ve Müslüman olmasalar bile az-biraz insanî vicdanı olan ve savunmasız, ordusuz ve kuşatma altındaki, ve daracık bir mekâna sıkıştırılmış olan 2 milyonluk bir Gazze şehrine yapılan saldırılar hepimizi yaralayan bir alçaklık ve barbarlıktı.. Ama, asıl kabul edilemez ve insan vicdanını isyan ettiren; o modern, çağdaş barbarlığın temsilcileri olan emperyalist devletlerden ve 'insan hakları' denilince hemen 'havari'liğe soyunan diğer güç odakları ve kuruluşlardan, ciddî, kaale alınacak bir itiraz sesinin yükselmemesiydi.

Onlar, sadece, 'tarafların gerilimi tırmandıracak davranışlardan kaçınması' temennilerini dile getiriyorlardı..

Hangi taraflar..

Bir taraf evleri, yurtları işgal ve gasb edilmiş, binlerce yıldır yaşadıkları vatanlarından, bu topraklardan 2 bin yıl öncelerde kovulmuş Yahudi halkı adına hareket ettiklerini söyleyen ve haklarını o 2 bin yıl önceki dayandıran sionist Yahudilerce kovulan Müslümanlardı.. Sionist Yahudiler ise, görünürde 6-7 milyon nüfusu olan İsrail rejimi adına , gerçekte ise, dünyanın bütün emperialve şeytanî güçlerince hareket ettirilen bir barbarlar ordusu idiler.

Tam da, 'El'kufr-i millet'un vâhideh../ Küfür tek millettir..' şeklinde gelen hadis-i nebevî 'rivayet'ini de teyid etmiş oluyorlar.

*

Müslüman dünyaya gelince..

'Küfür tek millettir..' meâlindeki hadisin tabiî karşıtlığı da, 'İslâm da tek millettir..' şeklindedir, mantıken bile.. Ama, bugün olanlar sadece bizim perişanlığımızı yansıtıyor.. O 'tek millet' olan küfür dünyası karşısında, Müslümanlar da tek millet olarak, 'İslâm Milleti' olarak yekvücûd olabiliyorlar mı?

Ne gezer.. Maalesef hayır..

Halkının ekseriyetini Müslümanların oluşturduğu için, 'Müslüman ülke' diye isimlendirilen ülkeler parça-bölük.. Herbirisi birbiriyle gizli-açık bir mücadele halinde.. Ve, 'müslüman dünya' adına söz söyleyecek 'tek yetkili' bir makam yok.. Ve biz dünya nüfüsunun dörtte bir kadarını temsil eden Müslümanların başında, kendilerini temsil edecek 'tek yetkili' bir kurum olmadığından, dev bir 'kalabalık' durumundayız.. Her kafadan bir ayrı ses, ya da, bir sessizlik..

'Kahrolsun! Allah belâsını versin.. Yok edeceğiz/ etmeliyiz..' gibi laflarla bir yere varamıyacağımız hâlâ anlaşılmadı mı?

Karşımızda bir 'devlet terörü' değil, 'terör devleti' var , ve taa baştan beri.. Müslüman coğrafyasına saplanan bir hançer durumunda olan bu 'terör devleti'yle hesaplaşmak isteyenler, onu bu coğrafyaya diken dünyadaki bütün devletler ve güç odaklarıyla, bütün emperyalist-şeytanî güçlerle hesablaşmayı göze almak zorundadırlar.

Bunun için de bütün Müslüman halkların tek kalb ve tek yumruk olmaları gerekmektedir. Yoksa, işbu sionist rejim, her ne yaparsa yapsın, onun koruyucusu olan bütün emperial güçler, onun her yaptığı zulmü, bundan sonra da, kendi varlığını, hayatiyetini korumak için bir 'meşrû müdafaa hakkı' olarak değerlendireceklerdir.

(Konuya devam edeceğiz inşallah...)

Selâhaddin Eş Çakırgil

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN