Arama

Selahaddin E. Çakırgil
Nisan 6, 2021
15- 16 Haziran hadiseleri…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Ülkenin oldukça karışık günlerden geçtiği ortadaydı..

Genel bir isimlendirmeyle 'Solcu' denilen açıkça söyleyemedikleri için 'gizli marksist' olan kesimler ile 'Sağcı' denilen ve daha çok 'Ülkücüler' olarak anılan gençlik grupları arasındaki mücadele giderek büyüyor, aradaki uçurum genişliyor ve yaralamalar öldürmelere doğru ilerliyordu. Dahası, kendi tarafdarlarından birisi öldürüldüğü zaman, onun tâbutunu omuzlara alıp, intikam duygularıyla, Bayezid Meydanı'ndan Sultan Ahmed, Sirkeci, Beşiktaş ve oradan da Taksim'e kadar devam eden bu bol sloganlı tezahürat, sosyal kesimlere tarafdarlık veya düşmanlık duygularını daha güçlü olarak şırınga ediyordu.

Ama, ilginç bir şey daha vardı.. Amerikan emperyalizmini Vietnam'da yüzbinlerce insanı öldürüyordu. 'Solcu' gruplar Amerikan emperyalizminin o cinayetlerini lanetleyebiliyorlar; 'Sağcı' denilen gruplar ise, o kanlı savaş devam ederken, Amerika ve NATO zayıflamasın, diye Amerika lanetlenemiyordu. Ocak -1969'un ilk haftasında, ODTÜ'yü ziyarete giden (önce Vietnam'da nice cinayetler işletmiş olan) Amerikan Elçisi R. Commer'in makam arabasını yakan (solcu)lar kendi hanelerine büyük zafer eylemi olarak yazarken, 'Sağcı' denilenler Amerika'nın zayıflatılmasının vebal olacağını bile yazıyorlar, hattâ Said Nursî'den deliller getiriyorlardı, gazetelerindeki yazılarında..

*

Hele de Haziran -1970 ortasında İstanbul'un varoşlarındaki işçi semtlerinden ve sanayi bölgelerinden onbinler hem Avrupa, hem de Asya yakasından şehrin merkezine doğru yürüyüşe geçtiklerinde o kızgın ve tahrik edilmiş kitleleri durdurmanın çatışmasız olarak mümkün olmayacağı aşağı-yukarı anlaşılıyordu.

Nitekim, tabloyu izlemek için Çapa Tıb Fakültesi Hastahanesi önüne, üzerimizdeki beyaz gömleklerle çıktığımızda, o selin içine çekilmekten güçlükle kurtulmuştuk.. Çünkü, kızgın ve verilen emirleri askerî bir disiplin anlayışı içinde harfiyyen yerine getirmeyi şiar edinen 'kolbaşı'lar, yürüyüş kolunun iki tarafında el-ele tutunmuşlar, kenarda duran bazıları yürüyüş kafilesinin içine çekiveriyorlar ve oraya girdikten sonra çıkmak pek öyle kolay olmuyordu.

Topkapı tarafından gelen kalabalıklar Aksaray'a doğru akarken, Pendik taraflarından gelen kolların da, Kadıköy'e doğru aktıkları harekete geçtikleri söyleniyordu. Güvenlik güçleri yürüyüşe engel olmaya çalışsalar bile muvaffak olamıyorlardı. Silah kullanmak izni de verilmiyordu. Çünkü, silah patlarsa, her şey daha bir korkunç hal alabilirdi. Nitekim, bazı yerlerde silahlar patladığı zaman, kontrol tamamen yitirilmişti. O gün Kadıköy ve Sirkeci'de taşlı saldırılarda kafaları taşla ezilerek öldürülen polislerin 20'den fazla olduğu söyleniyordu. Elbette daha başka ölümler de vardı, ama, -sonraları 15-16 Haziran 1970 Hadiseleri diye anılan- o büyük kargaşa döneminde ölenlerin sayısı ilk planda net olarak öğrenilemedi. Çünkü o gün öğleden sonra İstanbul, Ankara ve bazı büyük şehirlerde Sıkıyönetim ilân edilmiş, haberlere yayın yasağı getirilmişti.

*

O günlerde, Samsun'dan bir hemşehrim gelmişti yanıma, hanımıyla birlikte.. Her ikisi de öğretmendi. Ben tanımıyordum, ama isimlerini duymuştum.. Telefon ettiler.. 'Aksaray'da Devrimci Öğretmenler Sendikası Lokali'ndeyiz..' dediler.

Gittim, buldum.. Arkadaş, sağa-sola telefon ediyordu.. 'Savcı bey, nasılsın?..Kumandan'dan n'aber? Ben de Genel Md.'le görüşeceğim, bugün.. Vali Bey'e de selâm söyle; Büyükelçi ne zaman gidiyor?' gibi sohbetler.. Kendisinin ise, durumunun epeyce sıkıntıda olduğu, elbise ve ayakkabısından bile anlaşılıyordu..

Sonra oradan çıktık, Aksaray'dan Hırka-i Şerif Camii civarında oturmakta olduğum küçük bir ahşab eve geldik.. Hava yağmurluydu.. Arkadaşın ayakkabısı delikti, benimki gibi.. İçine yağmur suyu ve çamur girmişti.. İstanbul'a da tedavi için gelmişti.. Telefonumu da anamdan almışlardı..

Evde bir şeyler yedik.. Çay içiyoruz.. Arkadaş, yavaştan-yavaştan, marksist görüşleriyle beni 'uyandırma'ya çalışıyordu.. 'Bunca yıllık öğretmenim, hanımım da öyle.. Ama, bir ayakkabı bile alamıyorum.. Kompradorlar keyiflerince yaşıyorlar, bizim neler çektiğimizden haberleri yok.. Halk büyük sıkıntıda..'

Dedikleri, doğruydu.. Ama, bunu kime söylüyorlardı.. 470 lira maaşı olan, bunun 275 lirasını kira olarak harab ve 2 küçük odalı bir ahşab eve veren bana.. Üstelik, o, iki maaşlıydı, hanımıyla birlikte.. Ben onun yarısı kadar bile değildim.. Çünkü, İstanbul'da oturuyordum.. O ise, Samsun'da da, benim İstanbul'da oturduğum evden çok daha elverişli bir evde, 125 lira kira vererek oturuyordu. İki maaşın geriye kalanıyla rahat sayılırlardı.

Dedim ki, 'Dostum, söylediklerine yabancı değilim. Görüşlerini açık söyle.. Bu evde dilediğin kadar azadsın.. Ben Müslümanım ve dünyayı kendi inancıma göre âdil bir düzene ulaştırabileceğime inanıyorum. Sen, 'Mao'cu bir marksist- komünistsin. Zâten işitmiştim.. Ve bunu seni itham etmek için söylemiyorum, ideolojik konumunu belirtmek için bir tesbit olarak belirtiyorum. Ayrıca, seni burada yakından tanımak imkânı bulmaktan memnunum.. Sen bu düzene karşısın da, ben sanki değil miyim?.. Bakın, ben Müslüman olarak bu sosyal düzeni kendi inancıma, yani halkın büyük kısmının inancı olan İslâm'a göre değiştirmek istiyorum.. Şimdiye kadar sen anlattın, şimdi de ben anlatacağım.. Yani karşındakini bu laik-kemalist rejimin bağlısı birisi sanma.. Ama, bil ki, bu evde fikirlerini korkusuzca, frensizce dilediğin gibi anlatabilirsin..'

Sözüm bittiği zaman, arkadaşın hanımı, 'Sen bana, 'Müslümanların, kemalist rejimin kuklası olduğunu' söylemiştin. Beni yanıltmışsın.. Bak, bu düzene karşı olmak açısından senden-benden de karşı değil mi? Ben şahsen gönül huzuru içinde, kendi inancımla zıtlaşmadan bu izahları kabul ediyorum..' deyince, arkadaş, 'Yahu hanım, bir konuşmayla hemen içindeki gericilik uyandı..' diye takıldı..

Arkadaşa dedim ki: 'İdeolojik tercihini bu kadar kesin olarak yapmışsın.. Ama, Aksaray'daki Öğretmenler Sendikası Lokali'nde bir sürü kodamanla konuştunuz.. Bu sizin ideolojinizle çelişki oluşturmuyor mu?'

Arkadaş güldü.. Ve, 'Mâdem ki, bu ev bu kadar azâd bir mekândır, özgürlük hakkımı kullanacağım.. Ben sadece Samsun'la sınırlı değilim. Bizim Devrimci Öğretmenler Sendikası'nın bütün Karadeniz bölgesindeki genel müfettişiyim.. O telefonda konuştuklarım da, kendi aramızdaki, geleceğe dair iş bölümüdür. Yarın devrimimizi yaptığımızda şimdiden kim hangi noktada vazife üstlenecek, ve üstlendiği işleri şimdiden öğrenmesi lâzım.. Yani, gölge kabine gibi bir şey.. Kimi Vali, kimisi Garnizon kumandanı, kimisi büyükelçi, kimisi Polis Şefi.. vs.. Ve birgün bunlar olacak da.. İnanıyorum.' dedi..

Dikkatle ve ciddiyetle dinledim.. Çünkü az güçlü değildiler.. 'Hayâl görüyorlar.' deyip geçemezdim.

'Mâdem ki bu kadar güçlüsünüz? Öyleyse, devriminizi gerçekleştirmek için niye harekete geçmiyorsunuz?' dediğimde, beklemediğim bir karşılık verdi; acı acı güldü ve, 'Sizlerin yüzünden..' dedi. Ve devam etti:

'Ben de biliyorum ki, Cuma ve Bayram namazlarında câmileri dolduran ve dışarıda , en soğuk kışta-kıyamette yağmur altında, dondurucu taşlar üzerinde namaz kılanlar var ya.. Bunlar devamlı namazında -niyazında olmayan sıradan halk.. Ama, bizi korkutan ne biliyor musunuz? Sizin gibi birileri bu kitleler, 'Ey Müslümanlar bu komünistleri kesmek sevabdır, haydi Allah için..' deseler, bunlar bizi tavuk boğazlar gibi keserler.. Bunu Endonezya'da görmedik mi, General Muhammed Soharto'nun bir-kaç İslamî söylemi üzerine, iki gecede, 500 binden fazla komünist yoldaşlarımız katledilmedi mi' dedi.

O bunları söylerken, kendi içimden, 'Demek ki, bizim çok dikkatsiz olduklarından yakındığımız kitleler başkalarına nasıl gözüküyor..' diye düşündüm ve kendi insanlarımızı ayrı dünyanın insanlarına nezdinde küçük göstermemek hassasiyetiyle, 'Evet arkadaşım.. Sizin bu kadar akıllı ve uyanık olduğunuzu düşünmemiştim.. Doğrudur, o kitleler, güvendikleri kimseleri bulurlarsa, 'Ölümden öteye köy var mı?' derler ve 'Bismillah, ya Allah..Allah'u Ekber..' deyip, harekete geçerler..' dedim. (15 Temmuz 2016 gecesi gördüğüm manzara karşısında, 46 sene önceki o sohbetler hatırıma gelmişti..)

O arkadaş dedi ki, 'Yarın sabah, Bayezid Meydanı'nda 'Pahalılığa Protesto' mitingi yapılacak saat 10.30'da, istersen beraber gidebiliriz..'

Tamam dedim.. Gittik..

Bâyezid Meydanı zâten kalabalık olur.. Birisi, düdük çalarak, çantasındaki yılanı oynatmaya başlasa bile bin-iki bin insan hemen yığışıverir.. Hele de tatil günlerinde.. Arkadaş, mitingdeki her halde 2 bin kişiye yakın bir kalabalığı görünce, bayağı heyecanlandı.. 'Halkımız uyanıyor..' filan gibi laflar etti..

Mikrofonu kapıp kalabalığa hitab eden konuşmacılar 'marksist terminoloji'nin bazı terimlerini sık sık tekrar ederek komprador düzenin, soygun düzeninin aleyhine konuşuyorlardı. Ben kalabalığın arasında söyle bir dolaştım.. Soğukta büzülmüş insanlar, bir taraftan sigaralarını tüttürüyorlar, bir taraftan da konuşmacının bazı laflarını duydukça kendi aralarında, 'Vay komünist vayyy..' diye söyleniyorlardı..

Arkadaşın kolundan tuttum, 'Gel, bak halkımız nasıl uyanıyor!' diye halkın arasında şöyle bir dolaştırdım, her yerde aynı laflar.. Haliyle hiç mutlu olmadı, zavallı.. O sırada hanımı da gelip, 50-60 kişilik bir hanımlar grubunun içindeki tesbitlerini aktardı..

Onlara Bolşevik/Komunist devrim sırasındaki bir hikâyeyi anlattım:

Troçki, devrimden sonra bir büyük şehirde, halka hitab ediyor.. Büyük kalabalıklar Troçki'yi dinliyorlar. Troçki, bakıyor ki, halk, umutsuzca ve çaresizce, kuzu-kuzu dinliyor gözüküyor. Topluluğu biraz canlandırmak için, 'Towariş'ler/ yoldaşlar.. Şimdi siz halkın arasından da birisi gelsin, devrimimizi size o anlatsın.. Öyle ısmarlama olmasın.. Herhangi birisi gelsin..' diyor.

Efimov adında yaşlı bir adam geliyor kürsüye.. Elinde bir baston.. Bastonun baş tarafı, sedef kakmalı, kıymetli taşlarla süsli.. Bastonun alt ucu ise, çamura ve hayvan pisliklerine batmış..

Efimof, kalabalığa bakıyor ve bastonun orta yerinden tutarak, 'Dostlarım.. Rusya , işte bu baston gibidir.. Baştarafı, kıymetli mücevherâtla süslü, ama, eğri… Alt tarafı ise, gördüğünüz gibi, çamura, pisliğe batmış.. Ortası ise, biz halktır.. Şimdi bu baston, alt üst oldu, baştarafı yere battı, yere batan tarafı da başa geçti.. Ortada yine biz halk.. Bizim için değişen bir şey yok..' diyor.

Ve, durumu çok iyi izah eden Efimof, hemen oradan alınıp, Halk Mahkemesi'ne çıkarılıyor, halk'a ve devrime ihanet etmekten dolayı, göğsüne mermilerden birkaç madalya takılmasına karar veriliyor ve hemen oracıkta, o 'madalya töreni' de yerine getiriliyor.

Arkadaşım bayağı rahatsız oldu, bu aktardığım hikayeyle vermek istediğim mesajdan.. Refikası olan Öğretmen hanım ise, 'Âbi, durum herhalde bundan daha iyi anlatılamazdı.. ' dedi ve kocasına dönüp, 'Ne o, ne bu.. ama, bizi ya o kuşatıyor, ya bu.. Ama, Müslüman olarak hiç değilse kendi inancımızın haram ve helâllerine göre kazanıp yaşamaya haysiyetimizle yaşamak imkanını elimizden kim alabilir.. Ben bunca yıl sonra, rahmetli babamdan öğrendiğim imana dönüyorum. O bana hep bu haram- helâl konularını anlatırdı.. İnancımı yeniden öğrenmem lâzım.. ' dedi..

(Devam ederiz inşallah.)

Selahattin Eş Çakırgil

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN