Arama

Mustafa Özcan
Mart 19, 2024
Medreseye kaçanlar, medreseden kaçanlar

Tarihin derinliklerinde Yakup ile Yusuf'un hikayesi…

Bazen lakaplar ağır basar, isimler kaybolur, unutulur ya da küller altında kalır. Ebu Yusuf olarak iştihar eden Yakup, Ebu Hanife'nin en parlak talebesi ve Harun'u Reşid'in baş kadısıdır. Babası İbrahim bin Habib erken yaşta vefat ettiğinden fakir bir ortamda büyümüştür. Annesi eve ekmek getirmesi için Yakup'u kassarların yani elbise yıkayanların ve çırpanların yanına çırak olarak verir. Bu yolla meslek öğrenmesini ve eve ekmek getirmesini arzu eder. Küçük Yakup ise sürekli olarak kassarların yanından kaçmakta ve Ebu Hanife'nin ilim meclisine sığınmaktadır. Bu duruma kızgın olan annesi kendisini bu meclislerde takip etmekte ve kovalamaktadır. Amacı Yakup'un bir işte karar kılması ve dikiş tutturmasıdır. Anne sürekli olarak elinin dar olmasından ve geçim sıkıntısından yakınır. Yakup'un kassarlığı terk ederek ilim meclislerine gitmesine razı gelmez. Yakup ne zaman Ebu Hanife'nin ilim halklarına damlasa annesi arkadan gelir, yetişir ve onu çekerek ait olduğu yere geri götürür. Anne ile oğlu Yakup Ebu Hanife'nin meclisleri ile kassarların dükkanı arasında adeta köşe kapmaca oynar. Bu iş annenin canını tak eder ve İmam-ı A'zam'a çıkışır. "Yakup'u bırak, biraz da başkalarının çocuklarını yoldan çıkar. Bu çocuk yetimdir ve dikili bir ağacı bile yoktur. Onu örgü örerek büyütüyorum. Bir danik ve dirhem kazansın da boğazına baksın istiyorum" der. Ebu Hanife ise 'ey ra'na, pervasız kadın!' beni bir dinle der: Oğlun burada fıstık yağıyla yapılmış paluze yemeyi öğreniyor. Kadın bu cevabı aldıktan sonra çekilirken iğnelemekten de kendini alamaz: Ey İhtiyar! Belli ki bunamışsın.

Yakup Ebu Hanife'nin ders halkasına devam eder ve Yakup iken Ebu Yusuf olur çıkar. Harun'u Reşid döneminde başkadılık makamını üstlenir. Ebu Hanife'nin ilim meclislerinden Harun'u Reşid'in sofralarına düşer. Bazen sofralarda paluze de yer almaktadır. Bir gün paluzenin bulunduğu sofra başında Harun'u Reşid Ebu Yusuf'a şöyle seslenir: Sarayın mutfağında her zaman paluze olmuyor veya yapmıyorlar. Bu fıstık yağıyla yapılmıştır, kaçırma! Bunun üzerine Ebu Yusuf tebessüm eder. Harun'u Reşid bu tebessümün arkasında yatan nedenini merak eder. Ebu Yusuf annesi ve İmam-ı Azam arasında geçen konuşmayı aktarır. Bunun üzerine Harun'u Reşid şunları söylemekten kendini alamaz: İlim insanı yüceltir ve dinine de dünyasına da fayda verir. Ebu Hanife'ye de Allah bolca rahmet etsin. Gözüyle göremediğini akıl nuruyla yani basiretiyle idrak etmiştir.

Eskiler bunu şöyle hülasa etmişlerdir: Rütbetü'l ilmi a'la'r rüteb. Rütbelerin en büyüğü ilim rütbesidir.

Gelelim Yusuf'un hikayesine. O da Salahaddin Eyyübi lakabını almadan evvel mücerret olarak Yusuf adıyla anılır. O da kışla veya ordugah yerine medreseye meraklıdır. Amcası çeker, o kaçar. Ruhunu sadece ilim aşkı dindiriyordu. Amcası Şirkuh onu Nurettin Zengi'nin karargahına götürdükçe o medreseye geri kaçıyordu. İlim aşkı askerlik aşkına galip geliyordu. Sonunda amcası Şirkuh'un ısrarları üzerine askerlikte karar kılmış ve kışlanın adamı olmuştur. Bununla birlikte askerlik yönü ağır bassa da kimileri nazarında Salahaddin Eyyübi aynı zamanda alim bir kişiliktir. Zülcenaheyndir. Çift kanatlıdır. Yusuf olarak Mısır'da Yusuf Aleyhisselam'ın tahtına varis olmuştur. İsminin ve coğrafyanın sırrı onda tecelli etmiştir.

Fatih Sultan Mehmet de çocukluğunda medrese ve ilim düşkünüdür. Siyasi ve askeri görevlerdense ilim meclislerinde olmayı ve kalmayı yeğler. Lalası Akşemseddin ise 'sen askeri ve siyasi sahada lazımsın. Senin yerini ilmiyede birileri doldurabilir lakin siyasi ve askeri sahada senin yerini dolduracak kimse yoktur. Sana bu alanda ihtiyaç vardır. Sen bu alandaki hizmetlerine bak' der. Hocasının telkinleri sonucu o da siyasi ve askeri alanda karar kılar. Şirkuh ile Akşemseddin'in telkinleri aynı doğrultudadır.

Kısaca Yakup ile Yusuf'un kıssası, medreseye kaçanların ve koşanların hikayesinden oluşur. Bir de medreseden kaçanların hikayesi vardır. Medreselerin durağanlaşması veya yozlaşması sonucu Gazali gibiler medreseyi (Bağdat Nizamiyesi) terk eder ve kaçarlar. Bunun hikayesini İranlı Abdulhüseyin Zerrinkup 'Medreseden Kaçış' başlığı altında işlemiştir.

Tezat gibi görünse de medreseye kaçanlar da medreseden kaçanlar arasında ortak bir yön vardır. Her iki taraf da kendince haklıdır. Zira ilk örneklerde medrese, ruhuyla ayaktadır çekim merkezidir. Ruhları cezp eder. Ötekisinde ya da Gazali örneğinde, medrese ruhunu kaybetmiştir. İlim ile ahlaki zemin birbirinden kopmuştur. Gazali Şam diyarlarında yaptığı iç yolculuğunda bir başına onu arama ve yakalama ve geri kazanma serüvenine çıkmıştır.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN