Arama

Prof. Uğur Derman
Temmuz 29, 2022
Yazma Kur’ân-ı Kerîmler nasıl hazırlanırdı? - 2

(Bu makālenin birinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)

Îtina ile hazırlanan ve sanat değeri bulunan mushafların yazılması çok zaman alırdı. Bu müddet hattatın sür'atine ve ruh hâletine göre, elbette azalır ve çoğalır. Bu husûsta bir misâl arz edeyim: Son devrin nesih üstâdlarından Yahyâ Hilmi Efendi (1833-1907) gençliğinde Hacca gitmeğe hazırlanırken, annesi de birlikte gelmek ister. İkisine yetecek para yok... Ramazan'ın ilk günlerinde bir Kur'ân'a başlayarak, yarım cüz gündüz, yarım cüz gece yazmak suretiyle, bayrama kadar yirmi altı günde tamamlar. Annesi, bu mushafı varlıklı bir zata götürüp karşılığında 7.500 kuruş alır ve oğluyla birlikte Hacca gider. Aynı hattat, ömrünün son yıllarında başladığı bir Kur'ân'ın her gün bir-iki sahîfesini yazabilmiştir ki, bu sür'at ile mushaf bir buçuk senede ancak tamamlanmıştır. Bir ay nerede, bir buçuk sene nerede?

Mushafın yazılması bitince, sıra tezhîbine gelir. Tezhîb, altınlamak demekse de, tezyînat mânâsına da kullanılan bir kelimedir. Tezyînatın içine altın da, muhtelif renkler de girer. Tezhîb ile uğraşanlara, müzehhip (hanım ise: müzehhibe) denir. Bunlar, mushafın karşılıklı gelen iki sahîfesine (yâni Fâtiha ile Bakara süresinin baş tarafı) husûsî ve zengin bir tezhîb yaparlar. Yazma Kur'ân'ların bu en gösterişli sahîfelerine -ki müze ve koleksiyonlarda ekseriya burası açıkdır- serlevha ismi verilir (Resim 1). Ondan sonraki daha fazla yazı ihtiva eden sahîfelere tezhîb yapılmaz. XVI. asrın mâruf hattatı Ahmed Karahisârî'nin Kānunî Sultan Süleyman için yazdığı ve hâlen Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi-H.S. 5'de bulunan nadîde mushafda olduğu gibi, bunun da istisnaları vardır. Zira, bahsedilen bu Kur'ân'ın her sahîfesinde ayrı bir tezhîb nümûnesi, bakanları hayrete garkeder. Böyle müstesna mushaflar hariç, diğerlerinde, serlevhadan sonraki sahîfelerde yazının etrafına altın cedveller ve bunun da kenarlarına tahrir denilen başka renkde çizgiler çekilmekle yetinilir. Tahrir, etrafına çekildiği şekilleri ortaya daha iyi çıkartır.

Hattatın, yazarken iki âyet arasında bıraktığı boşluğu, müzehhipler, rozet biçimi bir tezyînî şekille doldururlar. Buna durak denir. Durakların mümkün mertebe birbirinden farklı işlenmesi, mushafın rağbetini arttırır. Ayrıca, her yirmi sahîfede bir konulan cüz işâreti cüz gülü, her beş sahîfede bir hizb gülü, secde âyetleri hizasına konulan secde gülü ve her sûrenin başına yapılan sûre başı tezhîbi, müzehhiplere hüner gösterme sâhası olmuştur. Tezhîb bitdikden sonra, hattat, beyaz üstübeç mürekkebi ile, sûre isimlerini ve cüz, hizib, secde yerlerini yazar (Resim 2).

Mushaf tezhîblerinin en ince ve zengin bir üslûbla yapıldığı, bilhassa XVI. asırda, tezhîb, müşterek bir çalışma ile hazırlanırdı. Öyle ki, meselâ cedvelleri ayrı bir grup (bunlara cedvelkeş denir), tahrirleri ayrı bir grup çeker, durakları bir başkası yapar, diğer biri altın ezer, öteki sürer, bir diğeri renk koyar… Bilhassa Saray Nakışhânesi'nden çıkan o nâdide eserler hep böyle vücûda gelmişdir. Bu ince işlerde, usta müzehhipler nezâretinde, yüzünde yeni tüy biten gözü yorulmamış gençler çalıştırılırdı.

Son asırların tezhîb işleri, bir usta ve birkaç çırağının, yavaş da olsa, şahsî mesaileriyle ortaya çıkmıştır. Bunlar, hangi üslûbda ve hediyesi kaça tezhîb yapacaklarını göstermek için, muhreç Kur'ân sahîfelerine nümûnelik tezhîb hazırlarlar ve mushaf sahibi hangisini tercih ederse, o tarzda bir iş işlerlerdi.

Tezhîbi de bitdikden sonra, sıra artık mushafın cildlenmesine gelir. Eski devirde müzehhiplerin çoğu, aynı zamanda mücellid olduklarından, Kur'ân-ı Kerîm'in üstüne şemse denilen klâsik tarzdaki cildi de onlar yapardı. Şemse kap, mukavvaya gerilen tıraşlanmış ince keçi veya koyun derisi üzerine, tezyînî şekiller ihtiva eden ve elde oyularak hazırlanmış kalıpların bir kāide dairesinde basılmasıyle vücûde getirilir; sonunda ekseriya altın sürülerek bezenir. Cildin alt kabına bağlı olan mıkleb çıkıntısı, mushafın yaprakları arasına girerek, hatim sürenler için işâret koymakta yardımcı olur (Resim 3).

Müze ve kütübhânelerimiz şemse cildlerinin emsâlsiz örnekleriyle doludur. Şunu da ilâve edelim ki, mistik tarafı ağır basan bu san'atlarla uğraşanların hemen hepsi, müreffeh olmaktan çok uzak, kanaatkâr bir hayat sürmüşlerdir. Burada, eski bir mısraı zikretmek lâzım: "Mücellidlik kanaatdir, değildir cem'i mâl edmek" (Mücellidlik kanaat sâhibi olmaktır, mal toplamak değildir).

Zâten, san'at tarîhimizde, kanaatkârlık ve hakikî san'atkârlık dâimâ berâber yürümüştür! Pek çok kimsenin emeği ile ortaya çıkan bu gibi ince san'at eserlerine, zamanımızda, "Bunlarla neye uğraşmışlar?" diye dudak bükerek bakan maddeci zihniyete, et ve kemikle değil, akl-ı selim ve zevk-ı selim ile insan olunabileceği hatırlatılarak, bu eserlere insaf ve ibret gözüyle tekrar bakmaları tavsiye edilir.

Kur'ân-ı Kerîm'i en güzel yazanlardan ve tezhîb edenlerden bahis açmağa çekiniyorum. Zira o kadar çok var ki, hepsinden bahsedememekle haksızlık yapmış olacağım. Hele bunların bir kısmı, tevâzu ve mahvîyet örtüsüne bürünüp, eserlerine isimlerini bile yazmamışlardır.

Bu mevzû, bir kitab yazılacak kadar genişdir. Hulâsanın hulâsası olan şu yazıyı, herkesçe mâruf bir sözle bitirmek yerinde olacak: "Kur'ân-ı Kerîm Hicaz'da nâzil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı".

Prof. Uğur Derman

Resimaltları:


Resim 1: Hâfız Osman'ın yazdığı mushafın serlevhası, bu tezhîb, Kanbur Hasan Çelebi tarafından işlenmişdir (İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, A6549).


Resim 2: Hâfız Ahmed'in Kur'ân-ı Kerîm'indeki sûre başı, durak ve hizb gülü tezhîbleri (İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, A6715).


Resim 3: Ahmed bin Mehmed mushafının mıklebiyle beraber alt kabı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN