Arama

Prof. Dr. Teoman Duralı
Eylül 27, 2021
Madde ve mana: Barut ve ateşleyici…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

İnsanın manevî tarafını baruta, madde cephesiniyse ateşleyiciye benzetebiliriz. Dış maddî cephe değer taşıyan, sonuçta anlamlandırılan; iç manevî âlem, değeri anlayıp anlamlandıran vechedir.

Maddî—fizik cepheye eğilen felsefe-bilimin bilim kesimi olmasına karşılık, manevî vecheyi kavrayan metafizik kısımdır. Bu iki taraf kesintisizce işbirliği ile eşgüdüm hâlindedir. Maddî—fizik cephe dikkate alınmazsa, manevî âlem işlemez, iş görmez. Yok, manevî cephe göz önüne alınmayıp ona özen gösterilmediğinde de maddî—fizik kanat kötürüm kalarak gitgide çaptan düşer. İnsan beşerleşir. Toplum, yığın derekesine düşer.

(ı) Maddeci—maddiyâtcı—bireyci—kâra—kazanca kilitlenmiş çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyeti insanı mezkûr raddeye dûçâr etmiştir. Söz konusu sefilliğin iki çeşit tezâhürü ortaya çıkmıştır: Fenci (Fr technologique) A.B.D. ile maşerci (Fr collectiviste) SSCB. İkisi de ayrı yoldan insana özünü yitirtmekte, sonuçta bönleştirip onun şerefini ayaklar altına almaktadır. İşte, mezkûr müdhiş teşhis çağdaş felsefenin üstâdı Martin Heidegger'e ait. Tedavi: İnsanın marûz kaldığı şu felâketten biricik kurtuluş umudu, ona kalırsa, millî toplumcu ideolojidir. İnsanlık, 'budun'[i] (Alm Volk) denilen kavim esâslı toplumlara taksim olmuş durumdadır. Geçimlerini öz güçlerine, öncelikle de el emeklerine dayanarak dayanışma hâlinde edinme yetisiyle donanmış üstün kavmî vasıflı milletin fertleri, âdil nizâm çerçevesinde yaşama hakkına sâhiptirler. Bildiğimiz alelumum toplumculuk insanlığa şâmil olup evrenseldir. Heidegger bahsi geçen görüşü benimsemiyor. Ona kalırsa, her milletin özüne has toplumculuğu olmalı. Buradan da millî toplumculuk ortaya çıkmaktadır. Bununla elbette millî toplumculuğun mucidi Heideggerdir demek istemiyoruz. Şu var ki, söz konusu ideolojinin, ne yazık ki bir kenara atılmış öz felsefesini, demekki varlıköğretisini (Fr ontologie) dokuyan odur.

  1. Heidegger in savını kendi sözlerimizle toparlayarak söylersek: İnsanlığın son yüz yıldır uğradığı eşsiz, benzersiz facıanın müsebbibi ile müellifi Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyeti —deyim bize ait— ve onun omurgasını teşkil eden maddiyâtcı—bireyci—mâlî sermâyecilik ile onun sözümona rakibi, ama aslında türevi, toplumculuk—ortakmülkcülüktür. Bahse konu medeniyet ile baş ideolojisi, öncelikle belden aşağıya hitâb etmek sûretiyle insanı düşünmekten alıkoymaktadır. Kişi özüne yabancılaş/tırıl/mıştır.
  1. (a) Daha önce belirttiğimiz üzre, bir felsefe öğretisi vasfını arzeden ırkcılık da mâlî sermâyeciliğin verisi olup millî toplumculuğa eklemlenmiştir.
  1. İdeoloji olarak sermâyecilik, Adam Smith'in zihni ile kaleminden 1776da çıkmıştır: "Milletlerin Refahının Tabiatı ve Nedenleri Hakkında lnceleme"/"An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations". Yaklaşık yüz yıl sonra Karl Marx ın çalışmalarıyla tavan yapmıştır. Sermâyecilik tarihin dönüm yahut kırılma noktasıdır. Geçmiş çağlar boyunca, Eskiçağ Atinası ile müttefiklerinin M.Ö. Altıncı ile İkinci yüzyıllar arasında güttükleri kısa sürmüş iktisat sıyâseti —önsermâyecilik (Fr protocapitalisme)— dışında, sermâyecilik, dünya çapında alışılmış üretim tarzını başaşağı çevirmiştir.
  2. Genellikle mücbir hayatî ihtiyâçlarını karşılamak amacıyla insan, emek harcayarak üretegelmiştir. Bunun tam tersine sermâyecilik, mücbir ihtiyacı karşılamak değil, tüketime yönelik ve onu kamçılayacak tarzda üretimi öngörmüştür. İnsan, her zaman ve yerde, daha rahat ve sorunsuz yaşamak istemiştir. Arzulanan, tabii ile beşerî felâketlere hazırlık maksadıyla üretilenin bir kısmının ayırılıp biriktirilmesi; sancının, hastalığın, sakatlanmanın tedavisi; çalışmanın azaltılması; yaşama sürecinde dinlenmenin, dolayısıyla kutlayıp eğlenmenin payının arttırılması... Buna refah denmiştir. Öncelikle toplayıcılık ile kadîm avcılığın idrâk olunduğu 'kabataş devri'nden[ii] itibâren, gittikce artan mıktarda topluluk ve ileriki dönemlerde toplum, refah seviyesini gözetir olmuştur. 'Bahsi geçen düşü, tek başıma gerçekleştiremeyeceğimden, seni, sizleri gereksiyorum.' Her çeşit çaba, etkinlik, eylem, boğuşma, savaşma, sevişme, oyun, kutlama ile eğlenme, ibâdet, türkü ile ağıt yakma, toy, dernek ile düğün birlikteliği, elbirliğini, dayanışmayı, imeceyi, yoldaşlığı, yaşamamiçin yaşatmayı, kısacası toplumsallığı şart koşmuştur. Sermâyecilik, onun da sırtında Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyeti, tarih sahnesine çıkışlarına değin, söz konusu durum sürüp gelmiştir. Ama bundan böyle baştâcı dendir. Tek hedef, biricik amaç zenginleşmemdir. Bu bağlamda yaşamamiçin yaşatmamalıyım. 'Ben', 'maneviyâtsız ben'den ibârettir. 'Ben'i 'ben' kılan, hadi, maneviyât değil de; bari, fizik maddemidir? Hayır! Daha doğrusu, fizik-kimyayı, canlılığı, canlılar bilimi çeşidinden zihne taallûk eden meseleleri düşünme yetisinden bile yoksunum. 'Ben' iktisadî anlamda maddiyâttan gayrı bir şey değil. 'Ben'in devindiricisi 'kâr' güdüsüdür. Ben maddiyât; yaşamam kârdır. Hepsi bu. Kârımın peşinden koşarken ortak gerekebilir. Yoldaşlık, inanç, ülkü, mücâdele ve kader birlikteliğiyken; ortaklık, çıkar değiştokuşudur. Günübirliktir. Kârın paylaşılmasına değin sürer. Ufukta, gemi misâli, yeni kârın direkleri gözükmedikce ortaklık tekrarlanmaz: 'Öküz öldü ortaklık bitti'!

Kâr, kazanç veya kazanma değildir. Kazanç yahut kazanma emek karşılığı olup remzi, timsâli alınteri, göznurudur; ahlâkın da esâsıdır. Vicdânlı kazanç meşru, hukuka riâyet eden kanunî olup ilki sonrakine göre ahlâkca başattır. Gel-gör ki, elbet en iyisi, kazancın hem meşru hem de kanunî olması. Sermâyecilik uyarınca kâr, ahlâktan bağımsızdır. Bunun böyle olmadığını iddia edip savunanlar, sermâyecilikten sapan, onun zıddı konumundaki dinin hâlâ telkinine marûz kalanlardır.

Kâr, maliyet ile fiyat arasındaki farktır. Çatala benzetilebilir. İlerileme çatalın açılması, yânî maliyet ile fiyat arasındaki açının büyümesidir. Fiyat arttırmak, demek ki zam, makul değil. Alıcı yahut müşteri teminini zorlaştırır. Bundan dolayı maliyeti düşürmek zorunludur. Bunun da yolu hammaddeyi ucuza edinmekten geçer. 'Beni kâr hedefine taşır her yol mubahtır.' 'Bu uğurda bana hammadde sunan diyârı da (sömürge) halkını da (sömürü) futursuzca tepe tepe kullanırım: 'Asgarî masrafla azamî emek istimâli.

'Hammaddenin, malzemenin temin edildiği ve bunun için gerekli işgücünü, yânî insan unsurunu sağlayan ülke sömürge olup mamûl maddeye dönüştürüldüğü mahal, yaşadığım, oturduğum merkez memleket anavatandır' (Y metropolis). Sömürge ile ahalisi, hayvana benzer biçimde, 'hizmetimde bulunan kullanım ile yararıma koşulmuş bir bölge ve üstünde yaşayan kimselerdir.' Onlar, temel, zorunlu hayatî ihtiyâçlarının giderilmesi gereken beşerlerken — ki, hayvandan bir nebze farklı addolunmak üzre bunlara 'ilkel' lâkabı takılmış— ben ve bencileyinler —aktenli Avrupalı— medeniyet inşâcısı, yapıcı yaratıcı insanlarız. O beşerler ile biz insanlar arasındaki biricik ortaklığımız dilli dirim varlığı oluşumuzdur. Bunun dışında ve ötesinde buluşma noktamız veya noktalarımız yok. Giderek dillenmiş varlık olmak da ortaklığı vurgular etken olmaktan çıkar. Onlar, olsa olsa, hayvandan bir gömlek üstün, insandansa kat-be-kat düşüktürler. Sömürünün nesnesi olmaktan ibâret kalmayıp sömürülen ilkel, evcil hayvanın terbiye edilmesi gibi, sömüren tarafından eğitilir, böylelikle de medeniyetinden birkaç tadımlık lokmayla beslenir. Başkaldıran yahut koşulduğu işlerin altından kalkamayan ilkeller, bir çırpıda ortadan kaldırılırlar. İşte soykırım. Tasmanya, Ateş ülkesi, Espanyola adası (Dominik Cumhuriyeti ile Haiti), Kuba, Amerika Birleşik Devletlerinin değişik yörelerinde yerliler soykırıma uğrama felâketinden paçalarını kurtaramamışlardır. Kuzey ile Güney Amerikalarda sürülen yahut kırılan yerlilerin yerine, çalıştırılmak üzre, Afrikadan zenci getirilmiştir. İşte, sermâyecilik, sömürgecilik, ırkcılık ile soykırım arasındaki bağlar, bağlantılar.

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)

Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı


[i] Eski Türkcede, daha başka anlamların yanısıra, kandaş yahut soydaşlardan oluşmuş toplumun 'budun' diye anıldığı rıvâyet olunur —bkz: Kaşgarlt Mahmut: "Divan-t Lugat-it-Türk", IV. cilt, 110. s.; ayrıca bkz: Ahmet Caferoğlu: "Eski Uygur Türkcesi Sözlüğü", 51. s. Bu bakımdan, 'millet'ten ziyâde, 'budun'un Volk u anlamca karşılayabileceği kanısını taşıyoruz. Millî toplumculuğun fikir yapısı gereği Volk, dirim esâslı 'kavim' ile dil—din—zihniyet ortaklığı taşıyan toplum anlamında 'millet'in mezcidir.

[ii] Erken kabataş devri (İng Lower Paleolithic): 200.000; Orta kabataş devri (İng MiddlePaleolithic): 150.000 — 40.000; Geç kabataş devri (İng Late Paleolithic era): 40.000 — 10.000.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN