Arama

Prof. Dr. Teoman Duralı
Temmuz 7, 2020
Biyolojinin anlamca sınırlanışı

Francisco Jose Ayala Pereda'nın dediği üzre, canlı maddenin en göze çarpan özelliklerinden biri, örgütlenişindeki karmaşıklıktır. "Atomlar ile moleküllerden başlayan, hücrelerden, dokulardan, tek tek canlılardan, topluluklardan, yaşa- mortaklıkları ile çevre sistemlerinden geçip yeryüzündeki yaşamanın tümünü kapsayacak safhaya dek bir karmaşıklık sıradüzeni bulunur. Canlılar biliminin değişik bilim kolları, çalışmalarını, bu sıradüzenli örgütlenişin bir yahut birçok seviyesinde yoğunlaştırır... Fizik dünyanın bilimsel yönden araştırılmasında öylesine başarı gösteren çözümleme yöntemi, canlılar biliminde de verimini kanıtlamıştır. Bir karmaşıklık seviyesindeki görünümler, onları görünüme çıkaran süreçler ile kurucu unsurlar aracılığıyla aydınlatırlar. Canlılar bilimi araştırmalarında son birkaç onyılın en çarpıcı başarıları molekül biyolojisinde elde edilmiştir... Çözümleme yönteminin, öncelikle de moleküler biyolojinin yankı uyandıran başarılarından ötürü, molekül seviyesinde çalışan kimi biyolog, gerçekten anlamlı, sahiden bilimsel olan canlılar bilimi araştırmalarının, molekül seviyesinde yürütülenlerin olduğunu ileri sürecek kadar aşırıya kaçmışlardır. Bunun tersine, birtakım basbayağı muhâfazakâr biyolog ise, moleküler biyolojinin, pekâlâ iyi bir fizik yahut kimya olabileceğine, buna karşılık, en önemli canlılar bilim sorunlarını çözmekte çok az katkıda bulunduğunu belirtmişlerdir."[1]

Bir bakıma canlılar biliminin büyük ölçüde sorunsallığı, canlılarda tesbit edilen etkinlikler gerçeğemi yoksa görünüşemi ilişkindirler sorusunda yatar. Bu, canlılar biliminin yalnızca davranışlarla ilgili alanına has olmayıp hemen hemen bütün kesimlerinde günceldir. Çünkü canlılar bilimine konu olan canlının önemli özellikleri arasında hareket etmenin de yer aldığına işâret edilegelmiştir.

Geniş çapta kendiliğinden olmak özelliğini taşıyan canlının kımıldanışı, öteki hareket türlerinden temelden ayrılır. Nitekim Felemenkli biyolog Frederik Jacobus Johannes Buytendijk, "gerçekten eylemek, davranmaktır" diyor. "Davranış, buna göre, bir varolma tarzı olduğu kadar, bir ilişkiyle uyuşan, buna denk düşen olay demektir. Başka bir deyişle, davranış, herhangi bir şeyle —bu, ister bir nesne yahut nesneler, ister biçimler, renkler, tatlar, canlılar, birlikte yaşanan insanlar, sözler, düşünceler, anılar, tasarılar, düşler, dilekler, umutlar olsun— kurulan anlamlı 'ilişki'dir."[2]

Davranmanın çoğu kere yalnızca insana has olduğu sanılırsa da, Buytendijk'in dediği gibi, "aslında bir hücre bölünmesi/fagositos olayı[3] bile bir (kendikendi- ne) kımıldanma, dolayısıyla davranış izlenimini uyandırır. Mekanik süreçler de, belirli şartlarda kımıldanmayı aldatıcı şekilde taklid edebilmekle birlikte, bunlar, anlamlı bir durumla kesinlikle ilişki kuramaz; başka sözlerle, davranışta bulunamazlar. Klasik fizikte cisimlerin, denge durumuna yönelmelerinden, birbirlerini çekimlemelerinden yahut itmelerinden söz edilmiştir. Nitekim bu algılanabilir kendikendine hareket, aslında öyle olmayıp da, varsayılı güçlerle, demekki görünüşte kendikendine harekete yol açan sözümona kuvvetlerle açıklanmıştır. Sözgelişi, cıhazın bir şeyi yakaladığından, sıgara sunduğundan, gazete dizip bastığından, giderek günümüzde kendikendine hesaplayan, satranç bile oynayan makinalardan bahsedilmektedir. Ne var ki burada da yine yanlış bir yorum iş başındadır. Çünkü en karmaşık işleyiş/mekanisma dahî, geometri sorunu yahut herhangi bir oyun durumuyla ilişkili değildir... Yer değiştirmenin nedeni[4] basınca, bir de, çarpmaya bağlanır. Bunu da beden yaşantımız aracılığıyla tanırız. Gelgelelim çağdaş fizik, görülebilen yahut tahmin edilen maddî parçaların her hareketinin, belli bir mesâfede olup bittiğini tanıtlamıştır. Hareketin, böyle mesâfede olması, tasavvura sığmaz, daha açıkcası, hiçbir vakıt doğrudan algılanamaz..." Canlılarda "karşılaşılan kımıldanma görünümlerine yeniden baktığımızda, her gözlemlenen kımıldanmanın, davranış olmadığı vargısına ulaşırız. Bununla birlikte, canlıda gördüğümüz bu çeşit olaylardan edindiğimiz izlenimin, farkına varıp ona göre kımıldayan, yer yer başkalarıyla birarada yaşayan, yer yer de kendi içine çekilen, kısacası karşılaştığı duruma anlamlı bir tutum takınan varolanların sundukları, izlenimden, tasavvurdan bambaşka olduğunu da gözden ırak tutmamalı."[5]

"Nasıl fizik dünyagörüşü, fiziğin yöntemine ilişkin ilkelerce belirlendi, bunun sonucu olarak da çağımız fiziğinin yöntem anlayışınca değiştirildiyse, bir canlılar bilimi bilgisi de ancak canlı hakkındaki düşünceye, psikoloji bilgisiyse davranışınkine dayanılarak öyle meydana getirebilir. Her biçimiçin söylenebilen, örgütleşme konusunda da geçerlidir: Buna göre, örgütleşmeyi, parçalarının birbirleriyle anlamlı ilişkide bulunduğu, böylece bir iç düzen, Goethe'nin dediği gibi, gizli yasa durumunu gösteren bir birlik olarak kavrıyoruz. Canlıdaki bu düzene mantık, amaca yönelik anlamında, iktisat yahut zanaat, giderek sanat ile ahlâk kılıkları altında bile rastgelebiliriz. Gerçekten de canlılar biliminin konusunu, onun, bilincimize ışıyan, yansıyan anlam birimlerini, anlam katlarını dıkkata almaksızın düşünemeyiz. Serpilen bitki, gelişen yumurta, bölünen hücre olarak canlı, yalnızca durağan bir biçim olmayıp bir biçimler üreten biçimdir. Canlı, gerçeklikte kendisiçin yaşar. Ortam ise, onun, gelişip serpilmesinin şartıdır ancak. Canlının olagelmesi, aslında, yalnızca, onda başlangıçtan beri saklıduran yapılarla açıklanamaz."[6]

Yeniden belirlemek gerekirse: Canlı doğal nesnelerin bilimi olarak canlılar bilimi mekânda, algılama aracılığıyla tanıdığımız nesnelerin bir bölümüyle uğraşır.

Von Bertalanffy'nin bu konuda vardığı sonuçsa şudur: "Felsefeci, öbür adıyla, bilgi teoricisi, taş, böcek, ağaç türünden dış evrenin mekânında algıladığımız nesneler ile kendi içimizde yaşadığımız sevinç, düşünce, özlem çeşidinden özellikler arasında ayırım çizgisini her zaman çekmeğe uğraşır. Şu son belirtilen kavramlar, felsefeciçin bir bakıma hep azçok birer bilmece, sorun olarak kalacak gibi görünüyor. Bununla birlikte, nasıl öncekileri doğa bilimleri ele alırsa, sonunculara da ruhbilimi (Fr psychologie) eğilir. Şu var ki, sözü edilen varolanların hepsinin ruhsuz olduğu asla öne sürülemez. Yaşayanların, hiç değilse bir bölümünün, aşırı mantıkcılık hastalığına tutulmamışsak, sözgelişi itimizin, atımızın ruhu bulunduğundan şüphe duymayız. Giderek karıncada, amipte bile ruhun —'ruh' dediğimiz neyse ne— bulunduğunu varsayarız. İşte bu bağlamda hemen, bugün hâlâ canlının, tamamıyla cisimler alanına bağlı kalınarak açımlanıp açımlanama- yacağını; yoksa işe ayrıca ruh etkeninin de katılması gerekip gerekmeyeceğini soranların varolduğunu belirtmeliyiz."[7]

Canlılar bilimi kapsamına giren, sezgiye de dayanarak, canlı dediğimiz varolanlarda yahut süreçlerde 'ruhbilimi'nin/psychologienin araştırma alanından sayılanpsükhenin, 'ruh'un yerini belirlememiz, canlı ile ruh kavramları arasında bağıntının bulunup bulunmadığını ortaya çıkarmamıza bağlıdır. Bu, ortaya çıkarılabilirse, parapsychologienin, 'biyoloji' üstündeki ağır baskısı giderilebileceği gibi, biyoloji ile psikolojinin iç içeliği de tanıtlanmış olacak. Haddızâtında bu konudaki gelişmeler umutlandırıcı görünüyor. Nitekim günümüzde öncelikle davranış biyolojisi ile psikolojisinin ve nevrolojinin araştırma alanlarından kotarılan ortak veriler, böyle bir bağıntının varolduğunu büyük ölçüde kanıtlamaktadır.

Bu kesimde örnek diye sunulan bütün düşüncelerden, canlıyı irdeleyen bilim olarak günümüz canlılar biliminin, işlemlerine gerektiğinde deneyce sınanmaya elverişli her kavramı katabileceğini, her görüşle belli oranda işbirliğine girişebileceğini; bununla birlikte hiçbir görüşün kesin tekeline giremeyeceğini, böylece belirli bir kavramı asla mutlaklaştırmamağı ilkece benimsediğini öğreniyoruz. Buradan da çağımız canlılar biliminin, kavram gerçekciliğine de, indirgemeciliğe de kapalı bulunduğunu anlıyoruz. Bugünkü canlılar biliminde canlılar, hem bireyoluş hem de soyoluş yönünden sundukları görünümlere göre, örgütlenme basamakları ile seviyelerine ayırılarak açıklanırlar. Bu bakımdan canlılar biliminin tümünde geçerli sayılabilecek bir tek açıklama tarzının bulunmadığı iyice beliriyor.

Ş. Teoman Duralı

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)


[1] Francisco Jose Ayala Pereda: " Introduction" vii. s., "Philosophy of Biology'de.

[2] Frederik Jacobus Johannes Buytendijk: "Mens en Dier", 17. s.

[3] Demekki sert bir cismin, hücreplasmasının hareketiyle onun içine alınması.

[4] Neden: Bir olayı yahut nesneyi meydana getiren olay yahut nesne.

[5] Frederik Jacobus Johannes Buytendijk: a.g.e., 22. — 23. syflr.

[6] Ludwig von Bertalanffy: "Theoretische Biologie", 8. — 9. syflr.

[7] Felix Mainx: "Foundations of Biology", 576. s.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN