Arama

Prof. Dr. Teoman Duralı
Mayıs 19, 2020
Spekulativ görüşler ve canlılar bilimi -II-

I. CANLILIKCILIK

Maddî başarılarından ötürü Avrupamerikalının kendini öteki insanlardan üstün görmesinin sonucunda cancılığın yerine geçen mekanikciliğe karşı tepki olarak aşağı yukarı Onsekizinci yüzyılda canlılıkcılık doğmuştur. Nitekim, canlılıkcılığın (vitalisme) ne olduğunu, mekanikciliğin eleştirilmesiyle anlayabiliriz. İdealistler de aynı doğrultuda benzer gerekcelerle maddecileri eleştirmişlerdir.

Henri Bergson, kökten mekanikciliğin, gerçekliği bölünmez, parçalanmaz, öncesiz sonrasız biçiminde bildiren bir spekulativ görüş olduğunu öne sürer. Söz konusu gerçeklikte saklı duran görünüşteki süre, bütünlüğü eksiksizce (Fr tout a la fois) tanımayan bir zekânın yalnızca yetersizliğini dile getirir.[1] Mekanikciliğe karşı çıkanların, onda tesbit ettikleri eksiklikleri yahut çürüklükleri Bergson, şöyle sıralamıştır: "Mekanikci öğreti, hepten ya benimsenir ya da reddedilir..."[2]

a. Gâyecilik

Bergson: "Gâyelilik (Frfinalite)[3] öğretisi, hiçbir vakıt tamamıyla terkedilmeği gerektirmez; bir tarafından vazgeçilse, başka bir yanı ayakta kalır. Psikoloji esâslı olduğundan, çok esnek olup istenilen yöne çekilebilir. Bu bakımdan, böylesine geniş çaplı bir öğreti olan gâyelilik (finalisme), mekanikciliğin çürütülmüş bir tarafı elden çıkarıldığında, başgösterir."

Nıhâyet canlıların incelenmesinde gâye kavramının ölçülü kullanılmasından vazgeçilememesi gerektiğini bildirirken Bergson, kimi canlılıkcıların tersine, onun mutlaklaştırılmasına karşı çıkmıştır. Bu bakımdan Kant'ın, canlının incelenmesiyle ilgili görüşlerine sırt çevirmediği anlaşılıyor. Bununla birlikte, ondan bir noktada ayrılır: Kant, canlıyı kavramsal sorun olarak görmüştür. Oysa Bergson, canlıyı mantık biçimi olarak ele almamıştır. Gerçi bilim olarak biyoloji canlı kavramından değil de, canlının kendinden —canlıya ilişkin süreçlerden— kalkar. Ne var ki canlının kendinde doğrudan doğruya görülmeyen özellikleri canlıya atfederek onu açıklamağa kalkmaz. Oysa canlılıkcıların en belirgin taraflarından biri, canlıya genellikle insanbiçimci kavramlarla yaklaşmaktır. Bergson sözgelişi, 'canlı'dan ziyâde, 'canlılar'ın bütünlüğünü temsil eden 'canlılığ'ı, "yaşamatılımı" (Fr elan vital) dediği bir deyimle açıklamıştır.

b. Evrimcilik

Yaşamatılımıysa, evrim düşüncesini bağrında taşır. Çünkü yaşama olayı maddeyi bir atılım sonucunda aşmıştır. Bu bakımdan öncelikle Bergson için, canlının kendinden ve durduğu evrim basamağından ziyâde canlılık bizâtihi yaşama için önemlidir. Hâlbuki Herbert Spencer'da görüldüğü gibi, birçok evrimci, bakışlarını evrimin tek tek merhalelerine yöneltmiştir. Bergson'a bakılırsa, Spencer türündeki evrimciler, bütün geçmiş evrim basamaklarını onun ulaşmış bulunduğu en son aşamanın açısından yorumlamışlardır. Nitekim mezkûr hususu Bergson, özlü bir ifâdeyle şöyle belirlemiştir: "Spencer ın ortaya koyduğu yöntemin bilinen sakatlığı evrimi, evrilmişin parçalarıyla, bölümleriyle yeniden kurmaktan başka bir şey değil."

Yukarıda sözü edilen noktada öteki evrimcilerin birçoğundan ayrılan Bergson, evrim denilen sürecin, yalnızca canlılara has bulunduğu savına gelince, onlarla görüşbirliğinde olduğu görülür. Nitekim hemen bütün evrimcilere göre, ancak canlılar evreninde tersinmez bir gidiş var. Canlı-olmayan maddeler evreninde böyle bir şeyle karşılaşılamazmış. Oysa açık sistem olarak tasavvur edildiğinde, canlı-olmayanlar evreninde de tersinmez bir gidişin varlığını evrenbilim bizlere kanıtlıyor. Bu bir yana, ortaya çıkışı oldukca yeni olan evrim, gerçekten de canlılıkcılığın ana payandalarından biri olarak görülebilir. "Canlılar bilimi tarihinde" diyor Jean Piaget, "değişmezliköğretisinden (Frfixisme) evrimöğretisine değin uzun bir düşünce sürecinin geçmesi gerekmiştir. Gerçi daha Lamarck ile Darwin'den önce bile, gelişme anlamında evrim kavramı vardı. Ancak, bu kavramda söz konusu olan türler arasındaki bağlantılardı. Başka bir deyişle evrim, zamanlı gidişi, dolayısıyla gelişmeyi dile getirmeyen kavramsal biçim olarak alınıyordu."[4]

"Bu bağlamda evrimle ilkin Aristoteles'teki biçimlerin sıradüzeninde karşılaşıyoruz."[5] Bu çalışmanın I. Bölümünde temâs edildiği üzre, Aristoteles'e bakılırsa üç çeşit ruh var:

  1. Bitkilerin yaşamasını açıklayan bitki ruhu
  2. Hayvanların kımıldanışı ile örgütlenişini veren hareket ruhu
  3. Hem bedenin biçimi hem de insan düşüncesinin ilkesi olan manevî ruh

Yalnız, alt seviyelerden başlayarak zaman içinde yol alan bir gelişmenin sonucunda birbirlerinden türeyeceklerine, bir erginlik sırası uyarınca bunlar, üst üste dizilmiş dururlar. Bu da, biçimlerin biçimi olan Tanrı ile insan arasındaki bağıntıya göre düşünülmüştür.

"Evrim, bundan sonra yaratıcılık (Fr creationisme) çerçevesinde görülür. Böylelikle sıklet merkezi, zamandışı (Fr intemporel) biçimlerden yaratmaya kaymıştır. Ancak, burada da zamana bağlı olarak önceden düşünülmüş tasarının gerçekleşmesidir. Tasarının kendisine gelince; o, ya sonsuzca var ya da safha safha gerçekleşir...

Evrimin üçüncü kavranışı, tarih süreci kapsamında olmuştur. İşe sınıflama düşüncesinden girilmiş olduğundan, evrim bu sefer temelde bilimsel nitelik kazanmıştır."[6] Ancak, sınıflamadan kalkan bu evrim anlayışı da, günümüz evrim biliminin[7] çizgisinden oldukca uzaktır. Çünkü, "oradaki doğal sınıflama, gözlemlenebilen özelliklerin tümü üstünde kurulmuştu. Bu gözlemlenebilen özelliklerin de sayısı belirsiz bulunduğundan, önemlilerin, önemsizlerden nasıl ayırtedilecekleri konusunda ölçü yoktu. Her birey, bahsi geçen anlayış uyarınca, belli bir doğal yaşamortaklığından sayılırdı. Doğal yaşamortaklıkları da, iç içe geçmiş halkalar gibi tasavvur ediliyordu. İşte böyle durağan evrimöncesi (Fr preevolutioniste) bir düşünceden kalkmış olan Georges Cuvier, 'örgütlenmenin ortak tasarıları (Fr plans communs d'organisation)' fikrine ulaşmıştır."[8]

İlkin, zamanı dıkkata almayan durağan sıradüzenine dayalı sınıflamanın, sürece bağlanarak evrim bilimi çerçevesinde Jean Lamarck, Alfred Russel Wallace ile Charles Darwin in ayrı ayrı çabaları sonucunda başarılmıştır. Şu var ki, spekulasyon bununla da kesilmemiştir. Öncelikle Charles Darwin in 'doğal ayıklanma' iddiasını içeren evrim varsayımı, düşünce tarihinde belki en çok taşlanmış, sarsılmış, didiklenmiş, tartışılmış, red yahut kabul görmüş varsayımların başında yer alır. Hele Yirminci yüzyılın ilk yarısında pıtrak misâli her yanda bitmiş olan parabiyoloji öğretilerinin hemen hepsi, adı geçen varsayımı çıkış noktası yahut en azından esin kaynağı olarak kabul etmiştir. Ona en yeğin karşı çıkanlar, canlılıkcılar ile kısmen cancılar olmuştur. Jacques Monod'ya bakılırsa, "canlılıkcı, canlıların varoluşu ile evrimini fizik yasaların açıklayamayacaklarını savunandır. Böyle birine bakılırsa, fizik yasalar, ya hiç ya da yeterince uygulanamazlar. Bundan dolayı daha başka bir açıklayışı bulmak gereği doğmuştur."[9]

Evrim biliminin getirdiği yeni canlılar bilimi anlayışına canlılıkcıların yanısıra itirâz edenler, "insanın, hem kendi tabiatına hem de evrenle kurduğu ilişkilere dayanan pek eski, ayrıca canlılıkcılardan çok daha derin, daha ilginç kavramlarla iş gören animalkulistlerdir. Cancı, gerçekten de evrimin yasa olduğunu benimser. Ancak, bu yasa yalnızca canlıları kapsamaz. Evrim evrensel yasadır. O, farklılaşmayla yola koyulup elektronlardan canlılara mükemmelleşmeye doğru gelişen bütün evreniçin geçer bir yasa olup insan ile doğa arasındaki bu yüce ittifâka, doğada durmadan ilerileyen böyle bir gelişmeye Herbert Spencer gibi positivciler kadar, aşağı yukarı onunla aynı dönemde yaşamış Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Karl Marx ile Friedrich Engels gibi dialektikciler de bel bağlamışlardır. İmdi evrim, onlara göre yasa mesâbesinde anlam kazanmıştır. Kaldı ki bu, yalnız mantıkca değil, aynı zamanda ahlâkca da belirlenmiş bir anlamdır."[10]

"Son olarak da yakın zamanlarda yeni, etkili bir cancı zümre daha doğmuştur: Termodinamikciler. Bunların kimisi, mesleğinin ustası olmakla birlikte, yine de, hiçbiri W. K. Kelvin gibi gerçek termodinamikci değil. Bunların arzusu, ortaya koydukları belirlemelerle, yaşamanın başgöstermesiyle birlikte evrimin de, olsa olsa, yeryüzünde vukû bulabileceğinin kanıtlanmasıdır."[11]

Bütün bu sayılagelen öğretilerin, evrime ilişkin olarak söylediklerinde birbirlerinden birçok bakımdan ayrılmalarına rağmen, evrimin, insanla doruk noktasına ulaştığı düşüncesinde belli bir ölçüde birleştikleri anlaşılıyor. Öyleki bunların arasında evrimin biricik amacının, 'akıl sâhibi' varlığın, daha açıkcası, insanın ortaya çıkması olduğunu öne süren aşırı gâyeciler (Fr finaliste) de var. Herhâlde yalnızca bu noktada günümüz biyologlarının genellikle mekanikcilerle görüşbirliğinde bulunduklarına tanık olunabilir. Nitekim Jacques Monod, "ister bilimadamı, ister felsefeci yahut ideolog olsun", diyor, "aydınların çoğu, evrim teorisinin, insan varoluşunu tamamıyla rastlantı sonucu görmesini asla kabule değer bulmamaktadır. Hâlbuki kendimizi herhangi başka bir tür gibi görüp kabullenmeliyiz. Tek bir türüz, tek bir olayız. Bundan ötürü, varolacağımız önceden kestirilemezdi. Yalnızca evrenin geri kalan" —canlı-olmayan— "kesimine göre değil, aynı zamanda öteki canlılar yönünden de bütünüyle zorunsuzluk (Fr contingence) hâlini gösteren bir durumdayız. Pekâlâ burada olmayabilirdik."[12]

Öncelikle evrim söz konusu edildiğinde canlılıkcı—cancı öğretilerin çoğunun çağımız bilim teorisinin biçimlenmiş bulunduğu anlayışa pek uzak düştüğü böylece su yüzüne çıkıyor. Burada 'çoğu' denilmesinin sebebi açık: Kimi canlılıkcı—cancı öğretiler, bilimsel teorilerden öyle kolayca ayırtedilemiyor. İşte bu, Monod'nun da dıkkatını çekmiş olacak ki, canlılıkcı—cancı öğretileri iki kümede toplamış:

  1. Spekulativ anlamda 'metafizik canlılıkcılık' (Fr vitalisme metaphysique)
  2. 'Bilimsel canlılıkcılık' (Fr vitalisme scientifique)

'Spekulativ canlılıkcılık' (Fr vitalismemetaphysique), canlıyı maddeden bütünüyle ayırmak, dolayısıyla sözün tam anlamıyla 'salt canlılıkcılığ'ı sergilemektedir. 'Bilimsel canlılıkcılık'sa, canlı ile canlı-olmayan madde arasındaki boşluğun, sürekli bir gelişmeyle aşıldığına inanan cancılıktan gayrı bir şey değildir. Ondokuzuncu yüzyılın son yarısı ile Yirminci yüzyılın başlarında büyük bir etkinlik ile saygınlık kazanan 'bilimci ilericilik' (Frprogressismescientiste), yukarıda sözü edilen bir çeşit cancılığı bağrında barındırmıştır. Adı anılan akımda yer alan değişik düşünce akımlarının hepsi, çıkış noktası olarak evrimi almıştır. Evrimse, yer yer yavaş gelişme, yer yer de kökten değişme, atılım anlamına gelmiştir. Ancak, söz konusu 'bilimsel canlılıkcı', başka bir deyişle 'tümcü—cancı evrimciler'in indinde gelişme, açıkca belirli bir amaç gütmez. Bununsa en seçik örneği aşırı gâyeciliğe karşı çıkan Bergson da görülür. Yine de bütün sayılıp dökülen bu ortak taraflara karşılık, onların birbirlerinden ayrıldıkları noktalar da az değil. Öğretilerini çattıkları kavramlar, bu ayrılığın en belirgin belgesidirler.

Pierre Teilhard de Chardin in, taneciklerden samanyoluna dek bütün varolanlar —bu arada canlılar— evrenini kateden bir bakıma manevî yaratıcı energisi; Henri Bergson un da "yaratıcı evrim"i ile "yaşamatılım"ı, açıkca canlılıkcı/ vitaliste—idealist rengini taşıyan deyimlerdir. Buna karşılık, Herbert Spencer'ın, evrenin her yanında farklılaşmaya, bağdaşıklığa, uzmanlaşmaya, düzene yol açan, ama hiçbir vakıt iyice bilinmeyen, bilinemeyen "kuvvet"i; Nicolai Hartmann ın "tabakalar"ı; Karl Marx ile Friedrich Engels'in gelişmenin dayanağı olarak kabul ettikleri "dialektik maddecilik" gibi kavramlar ile deyimler de, mekanikci—maddeci özellik gösterirler. Evrenin parçalanmamışlığını vurgulayan bu cancı yahut tümcü de diyebileceğimiz öğretilerden 'tabakalaröğretisi'nin kurucusu Nicolai Hartmann sözgelişi, insanbiçimci, salt canlılıkcı kavramlara başvurmaksızın evrenin, birbirleri üstünde yükselen geçişli varlık tabakalarından oluştuğunu söyler. Yine ona göre, "her varolan, kendi varlığı aracılığıyla kendisidir. Bütün şartlar, biraraya geldiklerinde tabakalaröğretisine (Alm Schichtentheorie), kategoriler çözümlemesinin sonucunda varılır. Çağımız varlıköğretisinin (Fr-Alm ontologie), daha doğrusu evrenöğretisinin (Fr-Alm cosmologie), araştırmalarla sağlamağa çalıştığı, somut varolanın (Alm das Seiende) ilkesini yakalayacak önyargısız çözümlemesidir."[13] İlkeye varmağa yönelik, varlık çokluğunu tabakalar hâlinde sıralamakta Nicolai Hartmann, birciliği (Fr monisme) de, ikiciliği (Fr dualisme) de dışta bırakmış oldu. "Kategoriler çözümlemesi (Fr analyse) böylece bir son ilkeye değil, ilkelere erişiyor. Yine Nicolai Hartmann'a kalırsa, önyargısız çözümleme bir yerine birçok belirlenim (Alm Bestimmung) imkânına yer verir. Ancak her araştırma gibi, varlıköğretisininkiler de birtakım kalkış noktalarını gerekser. Nitekim Nicolai Hartmann, tesbit edilmiş iki kalkış noktasına işâret etmiştir:

  1. Şartlayıcı aksiyom
  2. Belirleyici aksiyom

Sözü edilen iki aksiyomdan hareket eden çözümlemeler, şöyle belirlenen ortak bir tabana oturtulurlar: Bir bütün olarak evren (Alm die Welt als Ganzes) kendini kendinde belirleyen bir şartlı sistemdir. Söz konusu sistem, evrenin kategorileri şeklinde birbirleriyle ilintili son belirlenimlere yaslanır. Bunların izi, belirleyici bağlantı çerçevesinde sürülebilir."[14] Kategoryal tabakalaşma (Alm kategoriale Stratifikation), bu bakımdan şu unsurları içerir:

"(1) Geridönme yasası (Alm das Gesetz der Wiederkehr), alt tabakadaki kategorilerin, üsttekinde yeniden göründüklerini öne sürer.

(2) Kategoriler, bir üst tabakada yeni bir bağlamda belirirler: Kategoriler, özce aynı kalmakla birlikte, biçimce değişik belirlenim kazanırlar; başka bir deyişle, bir üstbiçimlenmeye (Alm Überformung) uğrarlar.

(3) Her tabakada bir 'yenilik' (L Novum) ortaya çıkar; üst tabaka demekki, alttakilerin toplamı değil.

(4) Kategoryal yenilik, kategoryal geri dönme ile üstbiçimlenme, tabakalar arasındaki uzaklığın fenomenolojisini belirlerler. Dönem dönem yeni yeni unsurlar neşet eder. Kategoryal yeniden biçimlenmenin (Alm kategoriale Neubildung) bu dönemliliği, böylelikle tabakaları da tabakalar arasındaki uzaklığı da oluşturmak zorundadır." Bundan dolayı, tabakaların, zenginleşmeleri, daha doğrusu karmaşıklaşmaları olayı tesbit edilebilir.[15]

(5) Tabakalaröğretisinin sonuçları uyarınca, evren, hem kategoryal hem de tabakalı bir bütünlüktür. Ne var ki, mezkûr bütünlük, durağan durumda değil, evrensel süreksizlik (Alm das kosmische Diskontinuum) hâlinde karşımıza çıkar. Bunun da sebebi, yukarıda belirtilmiş olduğu üzre, değişme ile yenilik yasalarında yatar. Madem her tabakaya yeni yeni unsurlar eklenir, öyleyse her tabaka kendinden önce gelenden başkadır. Söz konusu süreksizlik, özellikle uzvî/organik ile ruhî, ruhî ile manevî (Alm seelisch undgeistig) tabakalar arasındaki ilişkilerde gün ışığına çıkar."[16]

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)

Ş. Teoman Duralı


[1] Bkz: Henri Bergson: "L'Evolution Creatrice", 42. s.

[2] Henri Bergson: a.g.e., 43. s.

[3] Belirli bir hedefe yönelik eylem yahut davranış demek olan "gâyelilik", düşünce tarihi boyunca başlıca şu üç bağlamda anlaşılmıştır:

  1. "Bir ilahî zekânın eseri yahut en azından bir sanatcının, zanaatcının yapıp edeceklerini tasarlayıp öngörmesi gibi, salt insanbiçimci, bilinçli bir şekilde —bu, cancılar ile canlılıkcıların gâyeciliğidir.
  2. Yine insanbiçimci (Fr anthropomorphique), ama bu sefer bilinçsiz eylemlerimizi örnek- seyen, daha doğrusu, belli bir dürtünün etkisiyle, hedefleri hakkında açık seçik bilgisi bulunmayan bir zekânın yardımıyla güdülen 'bozbulanık' bir isteme tarzında Johannes Reinke gibi yenicanlılıkcıların öne sürdükleri üzre.
  3. Bir de, bütün bunlardan apayrı olarak gâyelilik, çağımız canlılar bilimi nezdinde yeni bir anlam kazanmıştır: Yönelim. Eğilimler, başka bir deyişle, yöneltilen ihtiyâçlar vardır. Bunlar, önceden hesaplanamayan, güçlü (Fr puissant) yahut zayıf kuvvetlerdir (Frforces). Yoksa, bir 'tür dehâsı'nın, bir 'tohum'un yön vermesi asla söz konusu değil" —Andre Lalande: " Vocabulaire Technique et Critique de la Philosophie", 336. s.

3. anlamdaki 'gâyeliliğ'i ötekilerden ayırmakiçin ona 'teleonomi' çerçevesindeki gâyelilik denilmeğe başlanmıştır. 1. ile 2. anlamları taşıyan gâyeliliklerse, metabiyolojide yer alan 'teleoloji' öğretisince belirlenmişlerdir. Astroloji — astronomi zıtlığından esinlenerek günümüz canlılar bilimi teoricilerince oluşturulan 'teleoloji'ye karşı 'teleonomi' deyiminin anlamını Jacques Monod şöyle tarif etmiştir: "Teleonomi kavramı, gâyeye yönelik, kendi içinde bağdaşmış, yapıcı bir eylem düşüncesini taşır" —Jacques Monod: "Le Hasard et la Necessite: Essasi sur la Philosophie Naturelle de la Biologie Moderne", 59. s.

Söz konusu kıstas esâs alındığında, Monod'ya göre, proteinler, canlıların teleonomik işleyişini olabilir kılan moleküllerin ana etkenleridir.

[4] Jean Piaget: "Biologie et Connaissance", 112. s.

[5] Jean Piaget: a.g.e., 112. s.

[6] Jean Piaget: a.g.e., 113. s.

[7] Evrim bilimiçin Çalışmamızın III. Bölümünün 'C' Altbölümünde 'IV' kesimine bkz.

[8] Jean Piaget: a.g.e., 113. s.

[9] Jacques Monod: "On the Molecular Theory ofEvolution", 21. s.; "Progress of Scientific Revolution'da.

[10] Jacques Monod: a.g.e., 22. s.

[11] Jacques Monod: a.g.e., 22. s.

[12] Jacques Monod: a.g.e., 22. s.

[13] Theodor Ballauff: "Geschichte der Biologie: Die Wissenschaft vom Leben", 89. s.

[14] Theodor Ballauff: a.g.e., 21. s.

[15] Theodor Ballauff: a.g.e., 19. s.

[16] Theodor Ballauff: a.g.e., 21. s.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN