Arama

Prof. Dr. Teoman Duralı
Mart 27, 2020
Mekanikci bir sisteme doğru

Descartes' ın ruhtan bağımsız olarak bedeni, başka bir deyişle, 'organisma'yı —çeşitli görevleri üstlenmiş organların uyumlu çalışarak canlı bütünlüğü oluşturmalarını— makina örneğini göz önüne alarak tarif etmesiyle canlıları araştırma tarihinde yeni bir çığır açılmıştır: Mekanikcilik.

M.Ö. Beşinci ile Döndüncü yüzyılların Periklessonrası Atinası nasıl felsefe- bilimin müjdecisi kabul edilebilirse, Onyedinci yüzyıl da yeni matematiğin yanısıra, çağımız gökbilimi ile mekaniğinin biçimlendikleri dönem olarak görülür. Canlı doğaya gelince; o, ya bilim dünyasının kıyısında köşesinde kaldı ya da mekaniğin çizdiği geniş çerçevelerden birine sokuldu. Söz konusu yüzyılın üç önde gelen düşünürü, Johannes Kepler, Galileo Galilei ile Rene Descartes, Aristoteles'te sistemleşip Ortaçağda yer yer zayıflayan, sonra, Yenidendoğuş (Fr-İng Renaissance) döneminde alabildiğine yüceltilen doğanın canlı — canlı- olmayan bütünlüğünü temsil eden anlayışa isteyerek yahut istemeyerek kuvvetli bir darbe indirmiştir. Gelişmeye başlayıp gitgide güç kazanan mekanikci anlayış çerçevesinde canlı canlı-olmayandan şaşmazcasına ayırılmıştır. Bundan da öte, en baskın yanı, ruhî-manevî olarak tasavvur edilen insan, kendi dışında kalan varolanların tümünü karşısına almağa koyulmuştur. Bunun sonucunda insan bedeni dâhil bütün nesneler ile olaylar, mekaniğin yasalarından kalkılarak açıklanmağa başlandılar. Gelişip serpilen, zamanla insan düşüncesi ile yapıp etmelerini içten içe etkileyen bu yeni bilim anlayışı, özellikle Avrupa Ortaçağı boyunca her biri başkasına benzemez kendi başına bir canlı atılım merkezi diye benimsenen varolanların yaratılmış oldukları görüşünü temelden reddetmiştir. Yine sözü edilen bilim tutumu nesnelerden her birinin ne olduğunu, özünü, sahici kimliğini incelemekten vazgeçmiştir. Söz konusu anlayış uyarınca çok çeşitlilik, birtürdenliğe indirgenip o döneme değin nitel görülegelen farklılıklar nicel sayılmağa başlanmışlardır. Doğa yorumlanırken, artık olup bitenlere bir ilk kımıldatıcı neden aranmayıp olayların birbirlerini hangi yollardan etkilediklerinin aydınlığa kavuşturulması üstünde durulmuştur. Her olayın başka olaylarla etkileşmesi çerçevesinde gözlem yahut deney yollarından yürünerek tesbiti taleb edilmiştir. Gözlem ile deney aracılığıyla tesbit olunansa, ölçülüp rakamlarla dile getirilmiştir. Böylece bir taraftan deneyselleşen, öte yandan da matematik kalıplara dökülen bilim, genelgeçer doğa yasalarını aramağa çıkmıştır. Bu yasalarsa, olaylararası ilişkilerin ifadesinden başka bir şey değildirler. Her olay, buna göre, bağıntılı olduğu öbürünü şart koşar.

Böylece Onaltıncı yüzyılın ilk yarısında temelleri atılan yeni mekanik bilim, bahsi geçen yüzyılın sonlarında yemişlerini verir olmağa başlamıştır. Özellikle uygulamalı bilimler ile zanaatın, temel bilimlere ayak uydurmaları, gelişmeleri[1] önemli ölçüde hızlandırmıştır. Nitekim, Marcello Malpighi'nin ilk defa mikroskobu kullanmasıyla canlılar üstünde araştırma yapanların önünde yepyeni ufuklar açılmıştır. Adı anılan âlet aracılığıyla bitkiler ile böceklerin ince yapılarına sokulmak fırsatını bulan Felemenkli doğa araştırmacılarından Johannes Swammerdam ile Antonie Philips van Leeuwenhoek, hücrenin yapısını kabataslak belirlemeği başarmışlardır. Canlıların yapıları ile işleyişlerini gittikce deşip daha seçikce anlayan bilimadamları, başarıyla dolu gelişmeleri, mekanikci öğretiye borçlu oldukları kanısına iyice saplanmışlardır. Mekanikciliğin bir çeşit akrabası sayılabilecek salt deneycilik, İngiliz dünyasının zamanla neredeyse benimsediği biricik felsefe-bilim görüşü hâline gelmiştir. Oysa Descartes'ın, res cogitans ile res extensa arasında açtığı uçurumun her bir yakasında biten, sonra da dallanıp budaklanan iki ağaç, akılcılık ile mekanikcilik, kara Avrupası düşünürlerini ilkin tavizsiz kutuplaşmalara sürüklemiş olmakla birlikte, zamanla bu iki ağacın dalları, gitgide yaklaşıp birbirlerine dokunur hâle gelmişlerdir.

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)

Ş. Teoman Duralı


[1] İlkçağda da, Ortaçağda da uygulamalı ile temel bilimler arasında tam bir uyum, düzgün bir işbirliği nedense bir türlü sağlanamamıştır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN