Meğer neymiş
Yıllar önce, bizim çocuklarla "aile meclisi" uygulaması yapmış; İstanbul'un "su sorunu" ile ilgili görüş alış verişinde bulunmuştuk. Sebeplerini, sonuçlarını, mümkün ve muhtemel çözüm yollarını enine boyuna konuşup tartıştıktan sonra; "Dünyayı çocuklar idare etseler, her şey daha güzel olacak" cümlesini kurmuştuk.
Şimdi onlar büyüyüp genç oldular. Olaylar ve durumlar hakkında daha fazla fikir üretebilecek, yorum yapabilecek hale geldiler.
Kendileriyle en son, "virüs belası" ile ilgili beyin fırtınası yaptık. Olayın sosyal, psikolojik, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, dini, ideolojik yanlarını ve yönlerini değerlendirip; kendimiz ve ailemiz, ülkemiz ve toplumumuz, dünyamız ve insanlık âlemi için bazı sonuçlar çıkardık.
KIRİZ YÖNETİMİ
Her şeyden önce, "kriz yönetimi" anlayışını ve işleyişini gerektiren kritik bir süreç yaşıyoruz. Üstelik, sadece bazı ülkeler ve toplumlar değil; bütün dünya, aynı kaderi paylaşıyor ve aynı düşmanla savaşıyoruz.
Ancak, görülen o ki; kriz iyi yönetilemiyor. Devletler ve toplumlar; iyi bir diyalog ve iş birliği içine giremiyor.
Herkes kendi başının derdine düştü, aynı gemide seyahat ettiğimizi unuttu. Kimi sıkı disiplin uygulayarak, kimi daha esnek ve gevşek davranarak tedbir alma yolunu tuttu.
Ayrıca, "panik" virüsten daha yaygın ve tehlikeli bir hastalık haline geldi. Hırsızlık, yağmacılık, stokçuluk arka arkaya dizildi.
Yangına körükle gidenler, hatta benzin döküp daha fazla alevlendirenler var. Kimileri söndürmek için su, kimileri büyütmek için odun taşıyorlar.
Kişisel inatları yahut ihmalleri yüzünden, toplumsal tehdidi tetikleyen kimseleri görüyoruz. İfrat ile tefrit arasında savrulanlara şahit olup, hayretler içinde kalıyoruz.
Türkiye'nin, diğer ülkelere ve toplumlara göre ortalama bir yol tutturup; daha âkil ve mâkul davrandığını söyleyebiliriz. Ancak, devletin aldığı tedbirlere milletin yeteri kadar hassasiyet gösterip uyum sağlamadığını da belirtmeliyiz.
BİR NEFESLİK ARA
Son yıllarda, dünya giderek daha hızlı dönüyordu. Hayatın yoğun ve yorgun temposu içinde, varlık âleminde bulunan herkes ve her şey, hızlı yaşayıp genç ölüyordu.
İnsanlar; yaşadıkları âlem ve içindekiler açısından daha fazla yakıcı, yıkıcı, yok edici olmuştu. Kızılderililerin tabiriyle; biz hızlı koştuğumuz için, ruhlarımız geride kalmıştı.
Sanki dünya bu tempoya dur deyip, "bir nefeslik ara" verdi. Bozulan dengeyi ve düzeni yeniden sağlamak için; yeni bir "rehabilitasyon" süreci içine girdi.
Mesela, insanlar evlerine, motorlu taşıtlar garajlarına yahut park yerlerine çekildikleri için; hava kirliliği azaldı. Böylece, ozon tabakası deliklerini kapatıp kendi kendisini tamir etmeye başladı.
Sahip olduğumuz nimetlerin kadrini, kıymetini bilir olduk. Kişisel, kurumsal, toplumsal ve hatta evrensel düzeyde; eksiklerimizi ve yanlışlarımızı görme, daha doğru bir hayat modeli için gereken kararları verme fırsatı bulduk.
Eğer istersek, yeni ve temiz bir sayfa açabiliriz. Yaşadığımız sürecin öğrettiklerinden yola çıkarak; kendimiz ve dünyamız için "daha iyi" bir insan olmayı seçebiliriz.
KENDİMİZE NOTLAR
Anlaşılan o ki; dünyada, "süper güç" diye bir şey yokmuş. Bir tek virüs bile; bütün ülkeleri ve toplumları esir alabiliyormuş.
En gelişmiş silahların bile vuramayacağı, en güçlü orduların bile durduramayacağı cinsten bir "düşman" olabilirmiş. Sağlık sektörünün süperleri, ilaç sanayiinin devleri dahi âciz ve çaresiz kalabilirmiş.
Zenginler ile fakirlerin, patronlar ile işçilerin, yönetenler ile yönetilenlerin, şehirliler ile köylülerin, âlimler ile cahillerin, mukimler ile göçmenlerin aynı kalıba girerek eşitlenmeleri mümkünmüş. Yerli ve yabancı paraların, çeklerin-senetlerin ve bonoların, altın-gümüş ve elmas-yakut gibi değerli madenlerin anlamının yahut değerinin olmayacağı, kalmayacağı günlerden biri bu günmüş.
Canlarımız, mallarımız, mevkilerimiz, mertebelerimiz, sahibi olduğumuzu sandığımız her şeylerimiz; aslında emanetmiş, bize ait değilmiş. Beterin beteri varmış; dertlerimizden daha büyük dertler, felaketlerimizden daha büyük felaketler başımıza gelebilirmiş.
Adına "globalleşme" yahut "küreselleşme" dediğimiz şey; o kadar da iyi bir şey değilmiş. Bahçe duvarlarını kaldırdığımızda; komşuda çıkan yangın, bizim eve daha kolay sıçrayabilirmiş.
Aslında, okullar "tatil" edilmemiş. Okuyabilir, dinleyebilir, anlayabilirsek; çocuklar ve gençler, yetişkinler ve yaşlılar için yeryüzü büyük bir "mektep-medrese" haline getirilmiş.
Birbirine "kardeş" olması ve dünyanın nimetlerini "adalet" üzere paylaşması gerekenler; nedense "düşman" olmuşlar ve "zulüm" düzeni kurmuşlar. Gaflete ve ihanete düşmüş; herkes için huzurlu ve güvenli olmayan bir dünyanın, hiç kimse için huzurlu ve güvenli olmayacağını, olamayacağını unutmuşlar.
Yeryüzünde, insana "kul" ve "halife" olma görevi verilmiş. Ancak, görevini ihmal ya da istismar ederse; âlemlerin ve içindekilerin Rabbi olan Allah, hal ve gidişe "müdahale" edip hayata çekidüzen verebilirmiş.
Şimdi zaman; dilimizle ve kalbimizle tövbe etme, kavli ve fiili dualarımızla fıtrata uygun bir hayata talip olma zamanı. Hoyratça canına okuduğumuz, serserice dengesini ve düzenini bozduğumuz dünyamız; yeni ve zorlu bir "imtihan" mekânı.
Zekeriya Erdim
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.