Arama

Prof. Dr. Sefa Saygılı
Eylül 28, 2020
İngiliz Ajanı Thomas Edward Lawrence (1888-1935)

Yeni Şafak'tan Taha Kılınç'ın yazdığına göre (26 Eylül 2020); bundan önceki yıllarda, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere başta olmak üzere, birçok şehirdeki tarihî ve kültürel mirasın üzerinden buldozerlerle geçen, bu noktada İslâm dünyasının her yerinden son derece haklı eleştirilerle karşılaşan, ancak yine de geri adım atmayan Suudi Arabistan yönetimi Hicaz'ın Osmanlı'dan kopuşunda oynadığı kritik rol sebebiyle dünyaya "Arabistanlı Lawrence" olarak pazarlanan ünlü İngiliz ajanın yaşadığı Kızıldeniz kıyısındaki şehirlerden Yenbu'daki konağı hummalı bir çalışmayla restore ediyormuş. En geç bu yılın sonunda müze olarak yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılacakmış. Hal-i hazırda, Lawrence'ın Cidde'de yaşadığı ev de müzeymiş.

Osmanlı'ya karşı isyanı başlatan bu ajanın Suudi Arabistan'da gördüğü itibar elbette üzücü olduğu kadar düşündürücüdür. Daha önce gittiğim Ürdün'ün başkenti Amman'da yine Lawrence ismini taşıyan işyerlerine de üzülmüştüm. Beraberimizdeki dindar Ürdünlü dostumuza sorunca o da üzüldüğünü ama her ülkede böyle tarihini bilmeyen, hakkıyla değerlendiremeyen kişiler olabileceğini söylemişti.

Kim bu Lawrence?

İngiliz biyoloğu ve casusu... Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Mısır'ı gezip, Arapçayı ve İslam adetlerini öğrendi.

Başladığında İngiliz ordusunda yüzbaşı rütbesiyle vazife aldı. İlk tayin yeri olan Kahire'de İngiliz Askeri Haber alma Servisi için çalıştı. Araplarla olan sıcak ilişkileri Lawrence'ı, İngiliz ve Arap kuvvetleri arasındaki irtibat subaylığı görevi için biçilmiş kaftan kılıyordu. Ekim 1916'da, Arap millî faaliyetlerini rapor etmesi için çöle gönderildi. Vazifesi, İttifak Devletleri safında harbe sokulan Osmanlı Devleti hâkimiyetindeki Arap ülkelerinde isyan çıkartmaktı.

Lawrence'ın hayatı

Kendi ülkesinde ve öteki batılı ülkelerde "Arabistanlı Lawrence" adıyla ün yapmıştır. 1888'de evlilik dışı bir ilişkiden Galler'de doğdu. Gerçek babası tam olarak bilinmemektedir.

Yetim büyüyen Lawrence, sert ve kaprisli bir annenin elinde kişiliği şekillendi. Babası ve kardeşi yoktu. Annesi, eğitimde cezalandırmanın önemine çok inanırdı. En ufak bir hatasında Lawrence'i döver, genellikle de bunu pantolonunu indirerek sopayla kaba etlerine vurarak yapardı. Her seferinde, cezayı hak etmiş olurdu. Gayri meşru çocuktu ve kendini hiç bir işe yaramaz, değersiz olarak görürdü. İnsanların kendini aşağılamasından dolayı herkesten nefret eder, gizliden gizliye onlardan intikam almak isterdi.

Daha sonra Lawrence'i kendini ispat etme gayreti içinde görüyoruz. 1909'da Oxford Üniversitesinden başarı ile mezun oldu. İngilizlerin Orta Doğu'ya yayılma siyaseti istikametindeki faaliyetlerine katılıp, 1910 yılında Türkiye'ye geldi. Fırat Nehri kıyısında arkeolojik araştırmalar adı altında, Zeugma'da kazı yaptı, petrol etüdü, siyasi ve etnolojik bilgiler topladı. İngiliz istihbarat servisinin bir elemanı olan arkeolog Prof. Hogarth ile birlikte Kargamış'taki Hitit eserlerinin kazılarına katıldı (1911-1914).

Sina'da, Gazze ve Akabe'de Osmanlı sınırlarının haritasını çıkaran bir ekiple çalıştı. Birinci Dünya Savaşı başlayınca teğmen rütbesiyle Mısır'a atandı; yöreyi ve Arapları yakından tanıdığı için istihbarat işlerinde görevlendirildi. Bir yıl süreyle savaş esirlerini sorguladı; Türk birliklerinin hareketleri hakkında bilgi topladı, Osmanlı ordusunu tanıtan bir el kitabı hazırladı; İngiliz ajanları yetiştirdi ve yerleştirdi.

1916 yılında Kut ül-Amare'de kuşatılan İngiliz ordusunu kurtarmak için Halil Paşa'yla gizlice görüştü; ona iki milyon İngiliz lirası rüşvet teklif etti. Halil Paşa bu parayı reddedince İngiliz ordusu şartsız teslim oldu.

1916'da Mekke Şerifi Hüseyin'le tanıştı. Dostluklarını ilerletti ve onu Osmanlılara karşı isyana teşvik etti. Türkleri bir düşman olarak lanse etti. Bu uğurda bedevileri örgütledi, para ve cephane yardımı yaptı.

Şerif kılığında dolaşırdı. Çünkü o giysiler Arapların güvenini kazanmasına yardımcı oluyordu. Orada bulunmasının gerçek sebebini, güvenini kazandığı o insanlardan hep gizlemişti. Onlarla birlikte namaz kılıyor, onlar gibi davranıyordu. "Ben bir İngiliz casusuyum. Görevim, Türklere karşı giriştiğiniz ayaklanmayı körüklemek, silâh ve para yardımıyla güçlendirmek ve böylece Türk ordusunu arkadan vurarak İngiliz askerî harekâtını kolaylaştırmaktır. İngilizlerin Araplara bağımsızlık kazandırmak gibi bir niyeti yoktur. Maksatları bu bölgede kendi hâkimiyetlerini kurmaktır. İşinize geliyorsa birlikte çalışalım" şeklindeki asıl niyetini kendisini dost bilen Araplara anlatmayı aklının ucundan bile geçirmemişti.

Lawrence, böyle bir maceraya ülkesi için girmişti. "Mezopotamya'nın mısırının, pirincinin ve petrolünün İngiliz eline geçmesi için yapıyoruz" diyordu özel sohbetlerinde. Baş düşman olarak da hilafetin olduğu Türkiye'yi görüyordu: "Tek hedef olarak, Türkiye'nin paramparça edilmesi düşüncesindeyim."

Lawrence, Arap kıyafeti içinde 1917'de emrindeki Arap birlikleriyle Akabe limanını ele geçirdi. Hicaz demiryolunu yaptığı sabotajlarla, çalışamaz duruma getirdi. Osmanlı askerleri de hem şehri hem de demir yolunu savunmak ve tamir etmek zorunda kalarak oyalandılar. Kudüs'ün ve Şam'ın Osmanlı'dan düşüşünde büyük katkısı oldu.

Lawrence, Türklere karşı çok zalimdi. Çölde bitap düşmüş, yorgun esirler için bile katliam emri veriyordu. Bedeviler, bu şehit askerlere üşüşerek elbiselerine varıncaya kadar soyuyorlardı. Daha sonra hatıralarını kaleme aldığı "Bilgeliğin Yedi Direği" adlı kitabında, kendini haklı gösterebilmek için Türkleri zalim ve kan dökücü olarak lanse etti. Fakat tarafsız tarihçiler asıl kan dökücü ve kalleşin kendisi olduğunu yazmaktadırlar. Lawrence, çocukluğunun acılarını ve insanların onu hakir görüşünün intikamını adeta Türklerden almıştır.

Onun hayatını yazan Mathew Eden, "Casus Lawrence'ın Öldürülmesi" adlı kitabında şöyle diyordu:

"Bilgeliğin Yedi Direği adlı kitabında yazdıklarının hepsi yalandı. Ama hepsinin içinde küçük gerçek kırıntıları vardı. Yalanların hepsi, belirli amaçlara erişmek için, kitabın uygun yerlerine ustalıkla serpiştirilmiş ve üzerleri ufak gerçeklerle örtülmüştü. Sırasında tarihler, kişiler ve yerler değiştirilip anlatılmış, sırasında suçsuzlar suçlanmış, sırasında en korkunç en vahşi davranışlar mazur gösterilmişti.

Meselâ, hayatının değişmesine sebep olduğunu iddia ettiği şu Deraa olayı... Kitapta, Türklerin kendisine nasıl işkence yaptığını, nasıl etlerini parça parça edinceye kadar kamçılandığını ve daha sonra da nasıl ırzına geçtiğini uzun uzadıya, tüyler ürperten ayrıntılara girerek anlatmıştı. Deraa'da çektikleri yüzünden Türklere düşman olduğunu ve Tafas'taki katliam emrini o düşmanlık hissinin etkisi altında, kendinde olmayarak verdiğini hikâye etmişti. Tafas katliamı öyle dehşet verici, utandırıcı bir suçtu ki, bundan pişmanlık duyduğunu saklayamamıştı. Ama okuyucunun, yani halkın sempatisini ya da hiç değilse hoşgörüsünü kazanması gerekti. Deraa olayı ve Türklerin katliamdan önce Tafas köyüne yaptığı zulüm hakkında verdiği ayrıntılı bilgiler, o hoşgörüyü kazanmak gayesiyle uydurduğu yalanlardan ibaretti.

Evet, Türklerin kendisine işkence yaptıkları, ırzına geçtikleri, Arap köylülere zulmettikleri Tafas'ın halkını yok ettikleri konusunda bütün yazdıkları yalandı. Ama bu yalanları uydurmamış olsa, Tafas yakınlarında eline düşmüş olan o Türk birliğini hiç esir almadan öldürtmesini, yanlışlıkla esir edilmiş iki yüz Türk askerini kurşuna dizdirmesini, okuyucuya nasıl izah edebilirdi?"

Eden, daha sonra Lawrence'ın bir Türk subayınca ırzına geçildiğini, ama bunu Türklerin değil kendi ısrarıyla Türklere karşı birlikte çarpıştığı bir bedevinin yaptığını yazar. Çünkü Lawrence, çocukluğundaki gibi önce kaba yerlerini kırbaçlatmakta, sonra ırzına geçilmesini arzu etmekte olan homoseksüel mazoşist bir sapıktı. Sesi kadınsı bir incelikteydi. Zevk almak için önce acı çekmesi gerekiyordu. Köseydi ve teni oldukça beyazdı.

Lawrence hayatının son on yılında kırbaçlanma şeklindeki mazoşistik isteğine sürekli olarak yenik düşmüştü. Kırbaçlanmaktan neden zevk alıyordu? Kat'i olarak bilinemezse de çocukluğunda annesinin kendisini kırbaçladığı için veya Deraa'da eşcinsel ilişkiye teslim olmasının cezasını çekmek için olabilirdi. Lawrence, kırbaçlayanın erkek olmasında ısrar ederdi.

Lawrence, bir yandan da Araplar arasında lider seçimi ile görevliydi. Bütün milletinin saygısını kazanabilmek, halkını arkasında toplayıp ayaklandırabilecek, aynı zamanda da İngiliz hükümetince yönlendirilebilecek bir lider... Bunun için Mekke Şerifi Hüseyin'in oğullarından Faysal'ı uygun bulmuştu.

İsyancılar, Türklere büyük zararlar verdiler. İsrail devletini kurmak için gayret gösteren Siyonistlerle bile işbirliği yaptılar. Sonunda Türkler çekilmek zorunda kaldı. Fakat sonraki durum Araplar için daha beter sonuçlar doğurdu. Fransız ve İngilizler, Türklerin boşalttığı yeri doldurmuşlardı. Üstelik Türkler verici iken bu iki güç, sömürgeciydi. Araplar ağır bir boyunduruk altına girmişlerdi. Yapışkan, sinsi ve ikiyüzlü İngilizlerin sömürgesi olmuşlardı. Arapları böyle bir hileyle aldatan Lawrence de ülkesinde de Araplarca da bir kahraman olarak görülüyordu. Hâlbuki o, Faysal'ın bir Arap krallığı kurmasına yardım edeceği garantisini vermişti. Kendisine neden böyle olmadığını soran Araplara, riyakâr bir ifadeyle "haberim yok" demişti.

Lawrence, bu olanlardan sonra Arapların içinde barınamazdı. İngiltere'ye döndü ve bir süre sonra emekli oldu. Artık o, külüstür bir bisikletle dolaşan orta yaşlı, pejmürde kılıklı yalnız bir adamdı. Eşcinsel dürtüleri evlenmesine izin vermemişti. "Önümde sadece isimsizlik var. İsimsizlik ve hiçlik. Kalan ömrüm, boş ve gereksiz yıllarla dolu." diyor ve kendini yorgun, bitmiş hissediyordu. Sonrasında ise şu cümleyi ekliyordu: "İnsanın aşındığını ve bir kenara bırakıldığını hissetmesi çok garip. Benimki, boşa harcanmış bir hayat."

Pislikten, düzensizlikten ve bakımsızlıktan dökülen bir evde yalnız yaşıyorken daha 46 yaşındayken, 1935 yılında motosikletine bir araba çarptı. Komada bir hafta kaldıktan sonra öldü. Geçirdiği kazayı inceleyenler bunun kaza değil de Lawrence'ın tekrar Ortadoğu'da aktif rol almasından çekinen resmi güçlerin bir cinayeti olduğu görüşüne vardılar.

Osmanlı'nın çekilişinden yıllar sonra bugün bile Arapların yaşadıkları topraklarda durum hiç açıcı değildir. Aklıselim olanlar, Osmanlı günlerine hasrettirler. Çünkü Osmanlı'nın terk ettiği yerlerde bugün irili ufaklı onun üzerinde devlet, birbiriyle çekişmekte, Beşir Esad ve benzeri zalim diktatörlerin pençesinde kıvranmakta, üstelik tam ortalarında saplanmış bir hançer gibi Amerika ve Batı'nın desteklediği İsrail yer almaktadır.

KAYNAKLAR

1- Casus Lawrence'in Öldürülmesi. Mathew Eden. Bayrak Y.

2- Bilgeliğin Yedi Direği. T.E. Lawrence. Rey Y.

3- Ana Brittanica Ansiklopedisi. Lawrence Maddesi. Milliyet Y.

4- İnsanlık Tarihinde Büyük Yalanlar. Richard Shenkman. Milliyet Y.

5- Arabistanlı Lawrence. Popüler Tarih, Mayıs 2001.

Prof. Dr. Sefa Saygılı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN