Arama

Ekrem Demirli
Mart 3, 2022
Niçin İbadet Ederiz: İbadetin Faydası Kime?
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Namaz kılmanın kime ne faydası olabilir? Oruç tutmanın, hacca gitmenin hepsinden önemlisi imanın insana veya topluma faydası var mıdır? Öyle görünüyor ki bütün müminler ibadetlerin bireysel ve toplumsal hayata yansıyan büyük faydalar içerdiğini düşünerek iman ve amelin 'salih' oluşunu yararlı ve maslahata uygun olmak diye yorumlama eğilimindedirler. Hatta bundan mutlaka emindirler. Bu yaklaşımın temelinde dinin bir seviyedeki anlatım üslubunun belirleyici olduğu aşikardır. Allah insanı yükümlü kılmışsa o zaman yükümlülüğün mutlaka dünya ve ahirette faydaları olmalıdır. Burada daha önce de atıf yaptığımız iki önermenin belirleyici olduğunu akılda tutmak gerekir: Birincisi 'Tanrı abes ile iştigal etmez' şeklinde ifade edebileceğimiz bir önermedir. Bu önerme, hemen bütün Müslüman geleneklerin kabul ettiği, Allah'a dair bazı inançların ifadesidir. Tanrı abes ile iştigal etmeyeceğine göre, ibadeti emretmesinin -hatta bizi ibadet etmek üzere yaratmasının- birtakım faydaları olmalıdır. Haddi zatında abesin zıddı fayda, menfaat ve maslahat gibi insana ulaşan veya en azından onun zihnen idrak edebileceğimiz bir anlamı çağrıştırmış olmasıdır. Burada insanın bulunduğu ahlaki ve zihni yerin veya seviyenin dikkate alınmamış olduğuna dikkat etmek gerekir: Bize emrin ulaştığı noktada bizimle Tanrı'nın dili arasında anlam ilişkisi ilkece kabul edilir. İkinci önerme ise faydanın kime veya kimlere ulaşacağıyla ilgilidir? İbadet edene mi, öteki insanlara mı yoksa Tanrı'ya mı? İbadetin faydasının Tanrı'ya dönmesi mümkün değildir. Çünkü ikinci önerme 'Tanrı tüm ihtiyaç türlerinden müstağnidir' şeklindedir. Zorunlu varlık olmak her türlü ihtiyaçtan uzak ve münezzeh olmak anlamına gelir. O zaman abesle iştigal etmeyen Tanrı'nın ibadetleri emretmesinin faydasının insana ve/veya onun vesilesiyle topluma veya doğaya dönen faydalar olmalıdır. Yapılması gereken şey, ibadetlerin bilinen ve bilinmeyen faydalarının tespiti olacaktır.

İbadetleri faydaları üzerinden ele almak, fiillerimize ve sakınmalarımıza yüklenen ehemmiyetle ilgilidir. Bu itibarla sıradan bir dindar için bundan başka bir çare de yoktur. İbadet bir teklif, teklif ise bir külfet anlamı taşıyorsa, insanın eylem ve terke ehemmiyet yüklemesi tabiidir. Yasaklar genellikle insana cazip ve hoş gelen şeyler iken onları terk edebilecek bir iradeye ulaşabilmek, ancak fayda saikiyle mümkün olabilir. Bu nedenle ibadetleri 'eylem' ve 'terk' üzerinden düşünmek söz konusu olduğu sürece, varılacak netice bellidir: İbadetler mutlaka faydalar içerir ve bu faydalar ibadete bizi yönlendiren en güçlü birinci değilse -bir dindar için birinci saik emrin kendisi olacaktır- bile ikinci saik olmalıdır.

İbadet, Tefekkür ve Marifet

Doğrusu ibadetleri 'fayda' üzerinden düşünmek, Tanrı insan arasındaki irtibatın asıl yönlerini keşfetmede olduğu kadar varoluş hikayemizin bizzat kendisini anlamada da yanılgılara yol açabilecek zayıf bir savunma dili ortaya çıkartır. Her şeyden önce ibadetlerdeki faydalılık ve maslahat prensibi birçok yönde ikna edici değildir. En azından faydalar üzerindeki konuşmaların bir bilinmezlikte karar kılacağı ve işin agnostik tutuma dönüşeceği aşikardır. Çünkü biz namazın, orucun ve haccın faydasını vs. konuşsak bile Tanrı'nın bütün bunları bizden gerçekte niye istediğini hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Daha doğrusu 'Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım' ayet-i kerimesini bir netice olarak kabul etsek bile, bunun gerçekte niçin böyle olduğunu anlamak mümkün görünmüyor; en azından faydalılık üzerinden bunu tespit edemeyiz. Razi'nin aktardığı bir eleştiriyi hatırlarsak, mesela, sonsuz rahmet ve kerem sahibi Tanrı, bu faydaları bize doğrudan ulaştırmaya kadir iken bunca zahmete ne gerek vardır şeklinde sorulabilecek sorunun 'agnostik' olmayan bir cevabı yoktur. Veya cüzi ve özünde önemsiz ibadetlerle cennet ve cehennem gibi karşılıklar arasında herhangi bir nispetin kurulmasının makul bir açıklaması yoktur. Galiba Mutezile'nin vaad ve vaid bahsinde gözden kaçırdığı en önemli noktalardan birisi burasıdır. Tanrı'nın bizden istediklerinin faydalarına odaklandığımızda, bütün bunlar hakkında söylenebilecek en mühim şey, dünyanın sınav yeri olmasıdır. Bunun da bir açıklaması yoktur, bu noktada herkes az çok agnostik bir tutumla teslimiyete yönelecektir. O zaman niçin ibadet ettiğimiz ve bu sınav dünyasında insanın niçin yükümlü tutulduğu hakkında başka bir açıklamanın peşinden gitmemiz lazımdır. Böyle bir açıklamanın peşinden giderken İmam Cafer'in söylemiş olduğu 'Allah'ın bizimle ilgili muradı' ise 'Bizden muradı' tabirlerinde geçen düşünceleri uzlaştırabilecek bir dini yorum elde etmek mümkün olabilecektir.

Bu meyanda düşüncenin başlama noktası 'ibadetleri yapmak (amel veya fiil)' tabirindeki yapmak tabirindeki yanılsamaya dikkat etmeliyiz. Haddi zatında burada yapmak tabirinin en azından ehl-i sünnet geleneklerindeki anlamı 'kesb' veya 'iktisab' gibi insanın yarı edilgen-özne olduğu bir durumdadır. Belki de ehl-i sünnetin işin hakikatini en iyi fark ettiği nokta bu anlatım sorununda kendini gösterir. Ehl-i sünnet hiçbir zaman 'ibadet ettim' gibi bir anlamda kullanmaz kesb tabirini. Bunun için tekrar o tartışmaları hatırlayarak özne anlamını bozmak zorundayız; özne tabirini bozmadan ibadetler (bizden istenilenler) ile varoluş (bizimle istenilen) arasındaki irtibat tesis edilemez. İbadetleri 'yapmak' yani eylem üzerinden düşününce fayda, faydadan gidince bizim hali hazır dünyamızı tahkim eden bir yaklaşımı kabul etmek gerekir. Burada açık bir paradoks vardır: Bir yandan Tanrı'da güç ve kuvvetin toplanması tevhidin talebi olacakken öte yandan ibadetlerde insanın özne şeklinde yer alması zihnimizi açmaza düşürür. Çünkü biz ibadet yaparken özneyiz, öznenin ise güç ve kuvveti olmalıdır. Bu durumda ibadetleri yapmak, insanı özne olduğu bir faaliyet alanına taşıyacaktır. Halbuki ibadetlerdeki 'yapmak' veya 'terk' emri bir yanılsamadır. İbadetler insanın hali hazırda yaptığını düşündüğü işlerden ve öznelikten soyutlanarak varlıkta geri çekilmesini ve edilgenliği idrak etmesini ona talim eder. O zaman ibadetleri bir eylem şeklinde değil edilgenlik, hareket olarak değil durağanlık gibi düşününce İmam Cafer'in sözüne yaklaşabiliriz. Amel bir şey 'yapmamaktır.'

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN