Arama

Zekeriya Erdim
Ekim 12, 2022
Sosyal zekâ zayiatı

Tarihi ve kültürel geçmişimizin, geleneğimizin, genetiğimizin doğal sonucu olarak; aslında biz, "duygusal" bir milletiz. Kolay üzülür, kolay sevinir, kolay ağlar, kolay güleriz.

Bir başka ifadeyle; buna, "romantizm" de denebilir. Birbirimize ve ortak değerlerimize olan sevgimiz, saygımız, sadakatimiz, şefkatimiz, merhametimiz, vefamız; derinliği, yüksekliği ve genişliği bakımından çınar gibidir.

Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun gibi hikâyelerimiz vardır. Alıcı gözüyle bakanlar görürler, bilirler ki; her bir ferdimizin hayatı roman, kendisi kahramandır.

Bu durum; şarkılarımıza, türkülerimize, marşlarımıza, ilahilerimize bile yansır. Sevdamızın ve davamızın sesi, yerlerde ve göklerde yankılanır.

Nüktelerimizle yahut fıkralarımızla; hem güldürür, hem ağlatır, hem düşündürürüz. Satırlara, sayfalara, dergilere, kitaplara, filmlere, dizilere sığmayacak mesajı, muhtevayı; birkaç cümle ile veririz.

Harfleri, heceleri, kelimeleri, cümleleri okumayı bilmeyenlerimiz bile; hayatı kolay ve güzel okurlar. İlim bilmeyenlerimiz, "irfan"; tahsil görmeyenlerimiz, "terbiye" sahibi olurlar.

Üstelik bütün bunları; edep, hayâ, tevazu sınırları içinde yaparız. İyilik yapmışsak unutur, kötülük görmüşsek affeder, alacağımız varsa bağışlar, borcumuz varsa kopya kalemi ile yazarız.

Akrabalık, komşuluk, hemşerilik, dostluk, arkadaşlık ilişkilerimizin ağı geniş, bağı kuvvetlidir. Birbirleriyle samimi olan, yakınlık kuran kadınlara "bacılık", erkeklere "kardeşlik" denir.

Babalarımız, dedelerimiz sırtımızı dayadığımız dağlara; analarımız, ebelerimiz tohumlarımızı ektiğimiz, fidelerimizi ve fidanlarımızı diktiğimiz tarlalara, ovalara benzerler. Nefislerini ayaklarının altına alıp, nesilleri için canlarını verirler.

Mahalle arkadaşlığının, okul arkadaşlığının, asker arkadaşlığının, hac ve umre arkadaşlığının büyük önemi vardır. Birlikte yaşanılan süreçler, ömür boyu hatırlanır ve hayırla yâd edilerek anlatılır.

Büyüklerimize saygı, küçüklerimize sevgi gösteririz. Bir yerde yahut konuda fedakârlık yapmak, sorumluluk üstlenmek gerektiğinde; ilk adımı atan biz olmak isteriz.

Zoru kolay kılmak için birlik olur, "imece" yaparız. El ele, gönül gönüle verir; işlerimizi öncelik ve önem sırasına koyarız.

Düğünlerimiz, bayramlarımız, cenazelerimiz kalabalık olur. İyi günün mutluluğunu, kötü günün kederini paylaşmak için; canla, başla koşulur.

Din, devlet, vatan, millet savunması; malımızı, canımızı korumaktan daha öncelikli ve önemlidir. Ya şehit, ya gazi olmak için cepheye gidenler; düğüne, bayrama gidiyormuş gibi kına yakılarak gönderilir.

Namus ve ahlak anlayışımız kuvvetlidir, uğruna kurban oluruz. Atımızı, avradımızı, silahımızı aynı hassasiyetle koruruz.

İdealizmimiz, dinamizmimiz güçlüdür. Her zaman bir "kızıl elma" hedefimiz vardır, hep o tarafa doğru yürünür.

İşte bütün bunlara; bilim dilinde bir yönüyle "duygusal zekâ", başka bir yönüyle "sosyal zekâ" diyorlar. Akli melekelerin, duyguların, düşüncelerin, inançların, ideallerin ve sosyal ilişkilerin bir bütün olarak yönetilmesi sonucu ortaya çıkan büyük bir değerden söz ediyorlar.

Devlet işlerinde kullanıldığı zaman, "siyasal zekâ"; millet vicdanı yahut hissiyatı haline geldiği zaman, "toplumsal zekâ" oluyor. Hayatın bütün alanlarında ve konularında, bizim başkalarından farkımızı oluşturuyor.

Tarihimizin, kültürümüzün, medeniyetimizin temelinde bu değerler var. Geçmişimizi araştıranlar, geleceğimizle ilgili tahminlerde yahut öngörülerde bulunanlar; bunu görüyorlar, biliyorlar.

Onun için; uzun yıllar boyunca akıl, ruh, beden duvarımıza kazmalarla, küreklerle, baltalarla, balyozlarla vuruldu. Söz konusu hasletimiz, hassasiyetimiz; bir yerlerinden çatladı, hatta kırıldı.

Bizi biz yapan kadim değerlerin bir kısmını kaybettik. Yerine hormonlu, hastalıklı değerler ürettik.

Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızın öncelik ve önem sıralaması değişti. Bencillik bacayı aştı; büyük çoğunluk, kendi menfaatlerinin ve maslahatlarının peşine düştü.

Kendi masallarımızın, hikâyelerimizin, romanlarımızın kahramanları iken; başkalarının yazdıkları ve yönettikleri filmlerin figüranları olduk. Yoldan çıktık, karanlık dehlizlerde kaybolduk.

İçinde bulunduğumuz ve birlikte yol aldığımız gemiyi orasından, burasından deldik; artık su alıyor. Böyle devam edersek; kayaya vurmamız, karaya oturmamız yahut denizin dibine batmamız mukadder hale geliyor.

Gaflet uykusundan çabuk uyanma, kaybettiğimiz değerleri geri kazanma, sosyal ve siyasal zekâmızı yeniden kuşanma zarureti var. Bunu yapmazsak; bizden sonrakiler hüsrana uğrayacaklar ve mağduriyetlerin, mahrumiyetlerin varisi olacaklar.

Son yıllarda yakaladığımız kısmi diriliş ve direniş ruhunu; bir kademe daha yükseltmeli, yüceltmeliyiz. Çorak toprakları ıslah edip verimli hale getirmeli, ölü denizleri diriltmeliyiz.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN