İstanbul’un Osmanlı Devri Kitâbeleri - 1

Kitâbe, eskiden "yazmak, kâtiblik etmek" mânâsı ile kullanılan kitâbet kelimesinden türemiş ve Türkçeleşmiş kelimedir; belirli bir gāye için yazılan eserlere mahsusdur. Yakın zamanlarda bunun yerine "yazıt" kelimesi konulmak isteniyorsa da, ben, Osmanlı kitâbeleri için bunu yakışıksız buluyorum.

Her milletin kitâbesi mevcuddur; nitekim İstanbul'da Doğu Roma İmparatorluğu'nun bile kitâbeleri vardır. Ancak benim esas aldıklarım, hat san'atımıza bağlı olarak değer taşıyan kitâbelerdir. Kitâbe, umumî mânâsıyla bir binânın üstünde yer alan yazılar için kullanılır. Burada o binâ ile ilgili îzâhat bulunabileceği gibi, dînî yapılarda bir âyet veya duâ da olabilmektedir; dâima Arab asıllı Osmanlı-Türk harfleriyle yazılır. Süleymâniye Câmii'nin Haliç Kapısı üzerindeki celî sülüs âyet buna bir örnek teşkil eder (Resim 1);

R. 1: Süleymaniye Camii'nin celî sülüs kitâbesi.

Sultan II. Mahmud devrinden kalan bir karakolun üzerinde, o binâyı tanıtan manzumenin yer aldığı kitâbe Türkçe'dir ve ortasında da pâdişah tuğrası vardır. Fâtih Câmii'nin hazîresi, yâni bahçesindeki mezarlık kapısı üzerinde bulunan, Halim Özyazıcı'ya âid Besmele de yine kitâbe sayılır (Resim 2).

R. 2: Halim Özyazıcı'nın celî sülüs Besmelesi.

Kitâbeler mermer üzerine kabartma şeklinde hâkk olunma (oyulma) yoluyla hazırlanırsa da, bâzan çini üzerine nakşedilmişleriyle de karşılaşılır. Böyle kitâbeler daha ziyâde saçağı olan ve kolay bozulmaması için doğrudan doğruya yağmurla, karla yüzyüze gelmeyen binâlara mahsustur. 16. asırdan kalma, Ayasofya'daki Sultan III. Murad türbesinin kapısı üzerindeki kitâbe böyledir.

Kitâbeler sâdece taş üzerine hattın kabartma şeklinde hâkk olunmasıyla kalmaz; bunların üzerine varak altın kaplanır, zemin de koyu bir renge boyanır. Renk hususunda en çok ördekbaşı yeşili, siyah, laciverde kaçan mavi, vişne çürüğü ile karşılaşılır; doğrudan doğruya mermer haliyle bırakıldığı da olur. Zamanımızda, eskiden zemîni renkli olan kitâbeler, tâmirinden sonra, nedense sâdece kabartma yazılar varak altınla kaplanıp bırakılmaktadır, halbuki kitâbenin iki açık renk ile gösterişi hiç olmaz; zemin koyu olmalıdır ki, hat meydana çıksın. Üstelik varak altın ve zemine sürülen boya, kitâbe için aynı zamanda hâricî tesirlerden koruyucu vazîfe görmektedir.

İstanbul kitâbeleri yüzyıllarca tahribata uğramadan süregeldiler, çünkü hava temizdi; kitâbeleri, kirli havada bulunan kükürt dioksit, -eser miktarda- sülfürik asite dönüşerek tahrîb eder. Mermer de zaten karıncalanmağa hazırdır. Bu şekilde son elli yılda kitâbelerin başına gelenler, daha evvelki 450 yıl içinde gelmemiştir! Altın ve boya ile kaplandığı halde, korunması iyi olmadığı için kazaya uğramış, bozulmuş olan kitâbelerle de karşılaşmak işden değildir.

Kitâbeler taş üzerine uygulanırken, hattat, verilen metni önce beyaz kâğıda is mürekkebi kullanarak -uzaktan okunmak vasfını taşıyan- celî sülüs veya celî ta'lîk hattıyla yazar, tashîhini yapar. Daha sonra harflerin kıyılarından dik olarak iğnelenir; buna üst kalıb adı verilir. Bunun altına iğnelenmeden önce birkaç tabaka kâğıd konur ve iğneleme işleminden sonra alttaki iğneli kâğıdlardan biri, hazırlanmış mermerin üzerine yayılır. Söğüt kömürünün ince tozuyla dolu çıkın, burada dolaştırıldığı zaman deliklerden geçer ve hat, mermerin üzerine siyah noktalar halinde nakledilmiş olur. Bizzat hattat veya işin ehli bir kimse, kalemle noktaların üstünden çizerek yazıyı taşa tesbit eder; ardından da taşçı, çelik kalemini eline alarak yazı kısımlarını kabartma, bunun haricindeki zemîni de çökertme yoluyla, kitâbeyi yavaş yavaş meydana çıkartmağa başlar. Yazının sağlıklı bir biçimde görülebilmesi için harflerin etrafının taşçı tarafından dikine olarak indirilmesi gerekir ki, buna, meslek ıstılâhında "pahını almak" denilir. Eğer harflerin etrafı taşda dikine tıraşlanmazsa, o zaman, yazı karşıdan bakıldığında şişmiş olarak gözükecek ve san'at kıymeti düşecektir. Pahı alınarak çalışıldığında ise, yazıda bir kalınlaşma olmayacağı için âdeta kâğıddaki letâfetiyle, taşın üzerine de aktarılmış olacaktır. Yazının büyüklüğü de rol oynamakla berâber, kitâbelerde iki, üç ve hattâ dört milimetrelik bir derinlik, çelik kalemle taş ustası tarafından sağlanır. Tabiî, bu ustalar içinde, eski devirde de kendilerini daha ziyâde yazı kitâbelerine vermiş olanları vardı. Hattâ meşhur hattatların içinde kendilerine bir kitâbe sipariş edildiği vakit "Edirnekapıdaki taşçı Süslü Ali'ye götürürsen yazarım" diye şart koşan meselâ Sâmi Efendi (1838-1912) gibi üstadlar da vardır, çünkü hattat için yazısının bozulmaması esastır; zîra san'at endişesi, alacağı dünyalıktan daha önde gelmektedir. Son devirde kitâbe hâkk etmesiyle tanınan taş ustası Yusuf Küçükçavuş'u (1925-1996) da burada rahmetle anmadan geçemeyeceğim (Resim 3).

R. 3: Taşçı Yusuf Küçükçavuş'un Üsküdar Bülbülderesi'ndeki taş atölyesi. Soldan sağa oturanlar: Yusuf Usta, Halim Özyazıcı, Uğur Derman. Ayaktakiler: Yusuf Usta'nın çırakları (1958).

Ankara'daki Maltepe Câmii'nin Halim Özyazıcı'ya (1898-1964) âid celî sülüs kuşağı ve Kapalıçarşı'nın Nuruosmâniye kapısı üzerindeki Sâmi Efendi'ye âid celî ta'lîk kitâbe Yusuf Usta'nın unutulmayacak eserlerindendir (Resim 4).

R. 4: Sâmi Efendi'nin Kapalıçarşı/Nuruosmâniye kapısı üzerindeki celî ta'lîk kitâbesi.

Kalıb yazmakda is mürekkebinden başka en çok kullanılan bir diğer madde de, tabiatta bulunan arsenik sülfür, yâni zırnık denilen maddedir. Bu madde sarı veya -altınbaş denilen- turuncu renklerde olur. Bilhassa XIX. asırdan itibaren hattatlar, yazılarındaki beğenilmeyen yerlerin tashihini, siyah renkli kâğıd üzerinde is mürekkebi kullanarak rahatlıkla gerçekleştirebildikleri için bu yolu tercih etmişlerdir. Beyaz kâğıda is mürekkebiyle yazıldığında, tashih için kazınan kısımlar gri renkte gözükebilir, halbuki siyah kâğıda zırnıkla yazıldığında is mürekkebiyle yapılan tashihler belli olmaz. Kalıblarda iğneleme işleminin intizamı önemlidir; deliklerin kimi içerden, kimi dışardan, kimi büyük, kimi küçük olursa, yazı taşın üzerine kâğıddaki güzelliğiyle geçmez. Erenköy'deki Galib Paşa Camii'nin kapısı üzerinde Hattat Sâmi Efendi'nin yazdığı bir celî ta'lîk kitâbe vardır. Türkçe kitâbelerin çoğu manzum olmakla berâber, XIX. asrın sonu, XX. asrın başlarında bâzan nesir şeklinde yazıldığına da rastlanır. İşte Galib Paşa Câmii kitâbesi (Resim 5) buna örnektir.

R. 5: Sâmi Efendi'nin Galib Paşa Câmii'ndeki celî ta'lîk kitâbesi.

(Yazının devamı gelecek hafta…)

Prof. Uğur Derman

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Prof. Uğur Derman

Prof. Uğur Derman Diğer Yazıları