Arama

Prof. Dr. Teoman Duralı
Kasım 9, 2020
Canlı - canlı olmayan zıtlığı

Canlılığı kavram yoluyla belirleyip hangi merhaleden itibâren hangi varolanlara canlı denir, felsefede, öncelikle de biyoloji felsefesinde bıkmadan, usanmadan sorulan en zorlu sorulardandır. Aslında ilk sorulması gereken canlı-olmayan nedir, dolayısıyla da canlı-olmayandan canlının hangi noktalarda farklı olduğudur.

"Canlı-olmayan" diyor Paul Weisz, "ya 'ölü ya da 'cansız' anlamlarına gelir ki, bunlar birbirlerinden farklıdırlar. Sözgelişi, kendini canlı kılan has işleyişleri dumûra uğrarsa, bir civciv ölür. Ama onun ölüsü bile, taş misâli canlı-olmayan cisimden ayırtedilebilir. İster diri, ister ölü olsun, civcivlerin, canlı olmasına karşılık, taşlar canlı-olmayandır. Canlıların hepsinde görülen ortak özellik, yaşamayı belirleyen işleyişleri göstermeleri yahut bir vakıtlar öyle olmuş olmalarıdır. Buna karşılık yapılışları gereği canlı-olmayanlar, yaşamayı ortaya koyan işleyişlerden tabiatca yoksundurlar. Şu hâlde canlının özü yapı malzemeleri ile tarzlarında ve biçimlerinde, kısacası yapılarda aranmalıdır. Demekki canlı varolanı özgül işleyişleri çerçevesinde anlayıp tasvir etmek gerekir. Kendine has işleyişleri, canlı varolana canlılık vasfını kazandırır; yapılarıysa, onu canlı kılan işleyişlerin yürümesini sağlarlar..."[1]

Canlı dediğimiz bir varolanın en belirgin ve kararlı özelliklerinin tayin ve muhâfaza olunduğu yerler, genleridir. Bunlar, mecazlı bir anlatışla, canlı bireyin 'kader'ini taşırlar. Bütün canlıların ortak kaderleri var: Gelişme. Her canlının iki çeşit gelişme çizgisi bulunur: Türsel ile bireysel. Canlı, türünden aldığı bir genel biçim (morfoloji), yapı ile işlerlik tarzının yanında, türdeşlerinden ayrılığını sağlayıp bireyselliğini belirleyen bir özgül biçimi (anatomi), yapı ile işlerlik tarzını hâvîdir. Hangi örgütlenmişlik seviyesinde bulunursa bulunsun, her canlıya biçimini, yapısı ile işlerlik tarzını tayin eden etkenler, ona ait genlerin düzenlenişidir. Genlerini döldöşüne aktarmakla canlı, türsel biçiminin, yapısı ile işleyişinin sürekliliğini sağlar. Genlerin olgunlaşmış canlıdan yavrulara aktarılması, şu durumda, bir kuşaklararası iletişim olayıdır. Bu, canlılar evreninin ekseni olup üremeyle mümkündür. Böylelikle canlılığın ana yöneliminin, doğrultusunun, üreme olduğu görülüyor. Öbür bütün canlılık faaliyetleri adetâ bu ana etkinliğin yürümesini sağlamakla yükümlü işleyişler şeklinde düşünülebilir. Virüsten insana bütün canlı türlerinin temel çabası, her ne bahasına olursa olsun üreme işleyişini kazaya uğratmadan yürütmek olduğu gözükmektedir. Kendi benzerini üreterek soyunu sürdüren canlı büyümek, olgunlaşmak; bunlariçinse beslenmek ve korunmak zorundadır. Bütün bunları canlı-olmayandan temelden farklı olarak herhangi bir dış etkenin itmesini gereksemeden tek başına yapar. Canlı, nasıl bir yanda kendi bireyliliğine ait, öte yanda da türüne has biçimi, yapısı ile işleyişi varsa, bunları sağlayan iki çeşit gelişmeye sahne olur: Türünün evriminde yer tuttuğu kadar, bireysel gelişmesi de söz konusudur. İlki sonrakini belirlerken, ikincisi birincinin akışı üstünde kayda değer değişiklikler yaratabilir. Ataya ait genlerin yapısı ile sıralanışında başgösterebilecek daha ziyâde büyük değişmeler, döldöşe intikâl eder, bunlar da yaşayabilirlerse, hâlihazır tür, ya tadilâta uğrar ya da toptan inkırâz bulabilir; böylelikle yeni bir tür neşet edebilir. Bireyin oluşumuna bireyoluş denilip bunun ilk safhalarını inceleyen biyoloji kolu embriyolojidir. Bireyoluşun embriyon safhasından sonraki merhalelerini, kendine yaşama sürekliliğini sağlayan canlının işleyişleri, türdeşlerinden farklılaşmasına yol açan kalıtsal etkenleri ve bütün bunların nedenselliğini gelişim fizyolojisi inceler.[2]

Evrim bilimi, canlıların böylesine olağanüstü raddede çeşitlenmesinin nedenlerini araştırır. Bu sorun, öteden beri insanların zihnini alabildiğine meşğûl etmiş olmakla birlikte, ancak Charles Darwin yoluyla sistemli araştırma disiplini durumuna girmiştir. Darwin, dış görünümlerine bakarak canlıların karşılaştırılıp biçimce benzeşenlerin belli kümelere sokulmaları tarzında tezâhür eden alışılagelmiş durağan yöntemin yetersiz kaldığını kavramıştır. O, buna karşılık, bir canlının bir başkasıyla niye ve nasıl benzeşip benzeşmediğini sorup cevabı canlıların yapıları ile işleyişlerinin geçmişten bugüne nasıl gelişip geldiğini araştırarak vermeğe çalışmıştır. Bunu Darwin, başlıca iki merciden öğrendiği yöntemle başarmıştır. Bunlardan biri, öteden beri tohum ile evcil hayvan varlığını sunî ayıklama yoluyla ıslah etme gayretindeki çitfci; ötekiyse taş ile toprak numunelerini inceleyip ta- rihlendirerek yeryüzünün geçmişini öğrenmeği çabalayan yerbilimcidir. Çiftcinin sunî ayıklama yöntemi Darwine türlerin, çevrelerine nasıl ayak uydurmuş olabileceklerine ilişkin ipucu —doğal ayıklanma— sunarken, yerbilimci de ona doğa tarihinin nasıl incelenmesi gerektiğini göstermiştir. Öncelikle 1900lerden beri genetikte başgösteren müdhiş ilerilemelerden ziyâdesiyle etkilenen evrim bilimi, Darwin'den bu yana kayda değer derecede değişip gelişmiştir. Bununla birlikte bugün hâlâ, doğal ayıklanmaya da doğa tarihine de ciddî seçenek oluşturabilecek yöntemler önerilebilmiş değil; dolayısıyla evrim bilimi, şimdiden geçmişe yansıtmalar yaparak haylı dolanbaçlı, bozuk yolları yürümekten kurtulamamıştır. Öncelikle de Darwin in "TürlerinKökeni" başlıklı eserinde türlerin, birbirlerinden türeyerek olageldikleri gerekceli tarzda öne sürülmektedir. Gerek söz konusu varsayım gerekse kimi sonrakiler uyarınca, canlılar dünyasının mensûpları, bugün ya hiç bulunmayan ya da tadil olmuş hâlde bulunan geçmişte kalmış türlerin ortaya çıkarıldıkları yer tabakalarına dayanılarak tarihlendirilebilirler. İşte, evrim biliminin dalı olup çok eski çağlarda varolmuş, bugünse soyu tükenmiş türlerin bilimi anlamına gelen paleontolojide yapılan, yerbilim yöntemleriyle geçmiş zaman canlılarının sınıflandırılıp tarihlendirilmeleridir.

Buraya dek söylediklerimizi şöylece toparlarsak: Evrim bilimi, akraba atalardan kuşaklar, milyonlarca yılda ard arda türerken, canlılarda tedricen değişen özellikleri, bugün yaşayan bütün canlı türlerini dıkkata alarak incelemeğe çalışır. Yerbilim, yeryüzünün yapısını, kurucu unsurlarını, bu yapılar oluşurken hangi kuvvetler ile etkenlerin işe karışmış olabileceklerini ve değişik tabakalarda saklı duran taşılları (fosil) irdeleyip açıklamağa uğraşır. Paleontoloji, yeryüzündeki şimdiki ve geçmiş canlıları ele alır. Geçmişteki canlıları, taşıllaşmış kalıntılarından kalkarak inceler. Bunu yaparken paleontoloji, geçmişteki canlıların biçimlerini sonrakilerle karşılaştırmağı ihmâl etmez.[3]

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)


[1] Paul B. Weisz: "The Science of Biology", 17. s.

[2] Bkz: A. Godman ve E. M. F. Payne: "Longman Dictionary of Scientific Usage", 558. — 559. syflr., satırlar: RA001, RA012 - RA013.

[3] Bkz: A. Godman ve E. M. F. Payne: a.g.e., 558. — 559. syflr., satırlar: RA001, RA012 —RA013.

Prof. Dr. Teoman Duralı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN