Arama

Prof. Dr. Teoman Duralı
Ekim 19, 2020

1- SORUN'UN BOYUTLARI

Maksat, insanı anlamak, kavramak, sonuçta da anlatıp açıklamak. İnsanın görünüşte iki ana sorun hevengi var: Rene Descartes'ın deyişiyle, bunlardan biri, res cogitans; öbürüyse, res extensadır. Zikrolunan yörelerden ilki iç, maneviyat, ruh, bilinç... âlemi; ötekiyse dış, beden, cisimlilik, maddiyât... dünyası diye de anılır. Yine, öncekisi önemli ölçüde bilime bir türlü konu kılınamadığından, meçhul ve esrârengîz görünüm sunar. Res extensaysa, ilkece deney yoluyla bilinebilir kabul edildiğinden, bilimlerin uğraşı alanı olarak değerlendirilir. İşte bahsi geçen alanda, öncelikle de insanın res extensasına yaklaşıldıkca gündeme gelen, canlılar bilimidir. Demekki insanın bünyesini yapıca ve işleyişce onun yakın ve uzak cümle akrabalarını inceleme konusu olarak kabul eden canlılar bilimidir. İlk bakışta insana uzaktan dahî akraba sayamayacağımız varolanları ele alan bilimlerden çok farklı ve çok daha karmaşık olan ve araştırma konularına uygun düşen özerk yolları yordamları —yöntembilgisi (Fr methodologie)—, soyutlama —model ile teori kurma— tavrı ile ifâde tarzını bulup hayata geçirmek, canlılar biliminin en başta gelen sorunudur.

Canlılar bilimi hücreden, öyleki ondan daha da basit bir örgütlenmişliği bulunan hücre organcıklarından, bakteriler ile virüslerden insana dek kendini ayarlayabilen ve canlı dediğimiz çok geniş dağılımı olup birbirlerinden pek farklı, karmaşık bünyeli varolanları inceler. Canlıların belirgin özelliklerinden olan kendiliğinden büyüyüp çoğalmayı tekmil vecheleriyle ilkin hücrede görüyoruz. Bunu hücre, dışarıdan aldığı birtakım malzemeleri kendi içinde işleyerek gerçekleştirir. Görüldüğü gibi, ilkin canlıda 'iç' ile 'dış' diye iki çevre ayırtedilebilir. Hücreye hangi malzemeleri devşirip nasıl işleyeceğini, böylelikle de bürüneceği biçimi ve büyüme ile üreme olaylarını gerçekleştirme şartlarını bildiren, çekirdeğinde taşıdığı desoksiribonükleik ile ribonükleik asitlerin belirledikleri genetik yapılardır. Bu yapıları anneden devralan hücre, bölününce oğullara aktarır. Böylece kimi özellikler, çok eski atalardan sürüp gelirken, kimisi de bireyin kendisiyle birlikte ortaya çıkıp kaybolur. Hücreye bireysel özelliğini veren desoksiribonükleik asidi barındıran kromosomun görev birimi olan gendeki bazların dizilişi ile sayısıdır. Bizleri hem biçimce, hem yapıca en ince ayrıntımıza dek tayin eden genlerimizin her birinde altı milyar cıvarında baz var. İki ayrı kişinin her bir genindeki fark yirmi milyon baza dek ulaşabilmektedir. Nıhâyet bir kişinin bir trilyon hücresi bulunduğunu düşünürsek, ondaki baz sayısının da akla havsalaya dahî sığmayacağını kavrarız.[1] Hücrelerin, zamanla çok değişik çevre şartlarıyla, üstelik energi sarfını da en aza indirerek, baş edebilmeleri, türce benzerleriyle biraraya gelmeleri yoluyla kâbil olmuştur. Hücrelerin görevce birlikler oluşturmasıyla dokular, bunlardan da organlar ve nıhâyet canlı bütünlük demek olan organismalar meydana gelir. Görüldüğü gibi, başta insan olmak üzre, bir canlı, birbirlerinden farklı, esâsta özerk parçaların bir gayrımütecânis (Fr heterogene) bütünlüğüdür. Bunların gerek biraraya gelişini gerekse birlikte çalışışını anlayıp açıklamak olağanüstü zordur. Ayrıca, her canlı, dış çevresiyle de bütünlük oluşturur. Okyanus dibinde 265 atmosfer basıncında 350° santigrat sıcaklıkta —bu basınçta su, 460° santigrata dek sıvı hâlinde kalabilir— yaşayabilenlerden[2] eksi 258° santigratta —kimi bitkilerin tohumu—[3] diriliğini muhâfaza edebilenlere dek canlılar çevre bâbından muazzam bir dağılım gösterirler.

Canlılar silsilesini, çekirdeği bile bulunmayan, dolayısıyla da kendi başına çoğalamayıp hücre çekirdeği taşıyan birinin genetik işleyişine bağlanması gereken virüsten başlatırsak, en karmaşık örgütlenişe mâlik ve doğaya koşut, adına da kültür dediğimiz yepyeni bir çevre oluşturmuş insana dek uzatabiliriz. Kültürün tekmil unsurlarının tasarlanıp tertiplendiği insan beyninin günde 1021 mıktarında ikil (İng byte) derleyebilecek güçte olduğu hesaplanmıştır.[4]

Aslında canlılar silsilesini apânsız belirli bir varolanlar seviyesinden başlatmak son derece itibârî, hattâ keyfî bir tutumdur. Canlılar bilim sorununu ayrıntılı şekilde kavrayabilmekiçin canlı diye nitelediğimiz varolanların en basit örgütlenişte olanların oluşturduğu tabakaya takaddüm eden ve onu taşıyanların da hepsini teker teker kısaca gözden geçirmek gerektir. Buradan sonra bunu yapmağa çalışacağız.

2 - OLUŞ SORUNU

Doğada, yeryüzünde, giderek yaşadığımız biz insanların yurdu durumundaki yeryüzümüzden görebildiğimizce onu çepeçevre saran uçsuz bucaksız fezâda tek hüküm sürenin, değişme olduğunu, görüp düşünmesini bilenler pek eski çağlardan beri tesbit etmişlerdir. Bu önemli tesbiti, özlü bir biçimde ilk dile getirenlerden biri de memleketlimiz olan Efesli Herakleitos'tur. Evrenin düzenini "her şey akar" vecizesiyle anlatmağa çalışmıştır. Yine o, "aynı akarsuya iki kere giremezsin" deyip sözlerini şöyle sürdürmüştür: "Hiçbir şey var değil; her şey olmakta; her şey, akarsuyu andırırcasına hareket hâlinde gelip geçicidir; hiçbir şey sâbit değil."[5] Her şey, gerçeklikte süreç, oluş hâlinde bulunmakla birlikte, insan zekâsı olup bitenleri süreçliliklerinde kavrayıp anlamlandıramaz. Düşünme etkinliğinin ürünlerini kavramlarla dile getiririz. Demek dünyayı duyularımız ve kavramlar aracılığıyla tanırız. Duyularımızın bize tanıttığı dünya, süreç hâlindedir. Söz konusu süreci zihnimizde parçalayıp birtakım kalıplara dökeriz. Zihnimizde oluşan bu kalıplar, ölçülerdir. Bütünlüklü akış hâlindeki sürecin, zihnimizde parçalanıp ölçü dediğimiz kalıplarda tesbit edilmesiyle zamanı elde ederiz. Şu hâlde zaman, sürecin, zihnimizde değerlendirilip kavramlaştırılmış şeklidir. Duyu verilerimizi düzenlemekte ve kavramlar biçiminde dile getirdiğimiz düşüncelerimizin üretilmesinde çok esâslı yeri bulunan zaman kategorisini iki ana kesime ayırmış durumdayız: Geçmiş ile gelecek.

Algılamakta, duyumlayıp düşünmekte olduklarımın dışında kalanlar gerçeklik değildir. Algılamış, duyumlayıp düşünmüş olduklarım, geçmişte kalmış gerçekliklerdir. Onları olsa olsa zihnimin bir parçası olan hâfızamda canlandırabilirim. Olayların gelip geçtiği dünyadaysa onları diriltmek, gerçekliğe döndürmek imkânsızdır. 'Ben'i önemli ölçüde 'ben' kılan da, 'ben' im için 'gerçeklik'ken, 'gerçeklik-olmak'tan çıkanların birikimi, kişisel birikimimdir. Şu durumda olup bitenlerin gerçeklikleri ile onları bana yansıtan birikimlerinki örtüşmektemi; en azından, uyuşmaktamıdırlar? Hiç olmazsa şimdilik cevabı bulunmayan sorulardandır. Tabii ayrıca, birikimim, bir tek yaşantılarımın topunu toplamını ifâde etmez. Kişiliğin biçimlenmesinde yön verici etkenlerden biri, soyaçekim, ötekiyse, toplum—kültür ortamının öbür mensûplarının birikimleridir. Görüldüğü gibi, kişisel birikimimizi taşıyıp getiren kanallardan biri, içine doğduğumuz toplum—kültür ortamındaki maşerî/kollektiv, öbürüyse, bireysel ile toplumsal irâdemizden bağımsız kalıtsal birikimdir. Demekki, kişi olarak oluşumumuzda yer alan üç birikim seviyesi vardır: Türümüze has kalıtsal, toplumumuzun kazandırdığı ve nıhâyet kendi çabamızla ortaya çıkardığımız birleştirimimizin/ sentezimizin verisi, kişisel birikim. Aid olduğumuz insan türüne has kalıtımımızın izlerini sürdüğümüzde canlılar dünyasını; mensûb olduğumuz toplum mirasının kaynaklarına yöneldiğimizde, insan ürünü kültür âlemini; birey olarak köklerimizin nerelere uzandıklarını bulmağa giriştiğimizde de kişilik dünyamızı keşfedebiliriz. İlk zikrettiğimiz araştırma çabası bizlere evrimi, ikincisi tarihi, sonuncuysa gelişimimizi, dolayısıyla özgeçmişimizi, hayat hikâyemizi verir. İşte 'ben', artık anlaşılacağı üzre, biyolojik evrimin, kültür tarihinin, nıhâyet bireysel çabalarımın eseri gelişimimin verisi benim.[6] Bu aşamalardan her biri, öncesine dayandığına göre, birini ihmâl edersek, 'benimiz'i bulgulamamız imkânsızlaşır.

Bahis konusu aşamaların temel olanı canlılığımızın kaynaklarını ve gidişini araştırıp bulgulamağa çalışan evrimdir. Ancak, biyolojik evrimimiz de öncesiz, dolayısıyla varoluşumumuzun ilk durağı değil. Canlı-olma, varolan olarak benin bir aşaması, belirli görüntüsüdür. Demekki varolan olarak ben, canlı-olmayı aşmaktadır. Canlı-olmayı da taşıyan daha temel taban vardır; o da, canlı-sayılmayan varlık tabakasıdır. Canlı-olmayı tayin edici bellibaşlı özelliklerden kabul edilen beslenme, büyüme, üreme, devinme, tepki gösterme, canlı-sayılmayanlarda görülmemektedir. Aradaki ayırımı daha özlü biçimde dile getirecek olursak, şunu söylememiz gerekir: Canlılar, esâsta, özgüçleriyle biçimlenir, kımıldanırken; canlı-olmayanlar, genellikle dış kuvvetlerin etkisiyle harekete geçirilirler. Bununla birlikte, doğanın bahse konu iki ana farklı görünümü aynı temele dayanır: Mik- rokosmosta olup bitenler. Bunlar da üç düzleme yerleştirilebilir: Atomaltı, atom ile molekül seviyeleri. Şu hâlde evren, mikrokosmosun atomaltı, atom, molekül seviyeleri ile makrokosmosun canlı-olmayanlar kesiminden sayılan gazlar, sıvılar ile katılar katmanlarını ve bunlardan oluşan uyduları, gezegenleri, yıldızları, yıldız kümelerini, yıldızadaları, yıldızada kümelerini; ve canlılar kesimindeyse, virüsleri, bakterileri, hücre uzuvcuk/organcıklarını, hücreleri, hücre topluluklarını, dokuları, organları, bitki ile hayvan organismalarını, organisma toplulukları ile türleri kapsayan, düşünülebilecek en geniş anlamdaki bütünlüktür.

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)


[1] Bkz: "BBC — Science in Action ', 15 Eylül 1989.

[2] Bkz: Thomas D. Brock: "La Vie a Haute Temperature", 479. s.; "La Recherche"de.

[3] Bkz: "D.T.V. — Atlas zur Biologie", I. cilt, 201. s.

[4] Beyin hücresinin yayınladığı elektrik işâret (Fr-İng signal), bir hücrenin terminal aksonundan bitişik hücreye beş saniyeden daha kısa sürede intikâl eder. Beynin yüzde seksen beşini oluşturan beyin kabuğu, on milyar hücre içerir. İnsan beyni toplam ikiyüzelli milyar sinir hücresi ile otuz siniraktarıcısı (İng neurotransmitter) barındırır —bkz: "BBC — Discovery", 2 Şubat 1988. Beynin ayrıca, yaklaşık 1014 adet sinirkavşağı (Fr-İng synapse) vardır —bkz: Deborah M. Barnes: "Brain Architecture: Beyond Genes", 155. s.; "Science Research News"de.

[5] Herakleitos, bkz: Kathleen Freeman: "AncillatothePre-SocraticPhilosophers" (49a), 28. s.; ayrıca bkz: John Burnet: "Early Greek Philosophy" (41/42), 136. s.; ayrıca bkz: Charles H. Kahn: " The Art and Thought of Heraclitus", "Appendix I: Dubious Quotations from Heraclitus", 288. — 289. syflr.

[6] Benim, 'ben'inin bilincindeki varlığı, demekki insan bireyini ifâde eder. Hayvan 'burada' ve 'bu-ânda' varolur. Geçmiş olaylar onun duyuşunu belirler. 'Bura' ile 'bu-ân' gerçeklik olup bunun dışında kalan ne varsa gerçeklikdışıdır. 'Bura' ile 'bu-ân' dışında duyduklarını —ki, bunlar artık 'geçmiş'e ait— kavramlaştırarak insan, 'şimdi'sine taşır. Böylece duyduklarını/ hissettiklerini kavramlaştırmak sûretiyle şimdi ve burada anlamlandırır. 'Ben'den yola çıkarak karşılaştığına anlam verir: Bilinç. Karşılaştığından kalkarak 'ben'inin anlamını kavrar: Özbilinç. Gerek bilinç gerekse özbilinç, aklın idâresi ile kılavuzluğunda zihin etkinliğidir. Akıl varlığı olmayan yaratıkta bilinç, hele hele özbilinç bulunmaz. Hayvan duyuları aracılığıyla kendinin buradalığı ile bu-ândalığının farkındadır. Özbilinciyle insan zamanaşkındır. Demekki varoluşu yoluyla varlığını bilir ve ölümü düşünür. İnsan, muzdarip bir varlıktır.

Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN