Arama

Mustafa Özcan
Mayıs 9, 2024
Selefiliğin son sürat intişarının ardındaki sır

Suriye İhvan liderlerinden ulu çınar İsam Attar rahmeti rahmana kavuştu. Hakkında yapılan değerlendirmelerde onun selefi anlayışa veya meşrebe mensup olduğu vurgulanmıştır. Her şeyden evvel o bir hareket adamıydı. Onun dışında tasavvufi hareketlere karşı mesafeliydi. Mısır'da Mahmut Muhammed Şakir ile teşrik-i mesaisinin dışında Şam selefilerinin önemli isimlerinden Nasirüddin Elbani ile bağları olmuştur. Elbani onun talebeleri arasında sayar ve bununla iftihar edermiş. Keskin mizacı gereği Elbani hariç, Şam selefileri kişilik veya meşrep tezahürü olarak olgun ya da mutedil sayılabilirler. Öncüleri arasında Tahir el Cezairi ile Cemaleddin Kasimi bunlar arasında sayılabilir. Bunlar çelebi adamlardır. Daha sonra Nasirüddin Elbani Şam'daki selefi hareketin ön önemli isimleri arasına katılmıştır. Her alanda bazı şaz görüşleri olmuştur. Özellikle de Abdulfettah Ebu Gudde gibi ehli hadis ulema onun bir takım değerlendirmelerine çekince koymuşlardır. Kendisini bu alanda yekta birisi ve yeni bir milat olarak görmüştür. Talebeleri ve arkasından gelenler de bunu tasdik etmişlerdir. Kendisine göre tashih kriterleri yeniden ve sil baştan belirlemiş ve tabir caizse tashihin de tashihini yapmıştır. Tashihleri kendi süzgecinden geçirmiştir. Gudde gibiler bu davranışını eslaf karşısında edebe aykırı bulmuşlardır.

Doğrudan Kur'an ve sünnete dönüşü simgeleyen Selefilik nasıl olmuş da kısa bir sürede serpilmiş ve büyük mesafe kat etmiş, İslam dünyasının belli başlı ve önemli akımları arasına katılmıştır? ABD'de Evanjelik akım nasıl yayılmışsa Arap aleminde de Selefilik benzeri bir süreçte yayılmıştır. Köken olarak Vehhabiliği saymazsak oldukça yeni bir akımdır. Arap Yarımadası ile birlikte anılan Vehhabiliğin dışında Selefiliğin Arap alemine yayılması Reşit Rıza gibi öncüler vasıtasıyla olmuştur. Ezher gibi Eş'ari geleneğine dayanan köklü bir kuruma rağmen Mısır'da da epeyce serpilmiştir. Selefilik bazılarının zannettiği gibi Ezher bünyesinde değil paralelinde gelişmiştir. Türkiye'de bazıları Selefiliğin yayılmasında Ezher'e de rol biçmektedir. Bu hilaf-ı hakikattir. Her yöne savrulma yaşamış ama Selefiliğin kirvesi olmamıştır.

Arap Baharının ardından siyasi Selefilik çok çabuk parlamış ve ardından da yine aynı hızla inişe ve sönüşe geçmiştir. Kırılma ve yanlış uygulamalarla birlikte revnakını kaybetmiştir.

Peki! Hızlı yayılmansın arkasındaki iksir veya sır nedir? Bunun sırrı genel olarak geleneğin yıkılması veya sarsılmasıyla izah edilebilir. Modern dönemde seküler dalgalar karşısında gelenek gerileme içine girmiştir. Ardından dini alanı kurutan Nasırcılık gibi otoriter ve totaliter rejimler istemeden de olsa Selefiliğe alan açmışlardır. Mısırlı gazeteci Cemal Sultan'ın değerlendirmesine göre Nasır dini ve dini alanı devletleştirerek kurutmuştur. Böylece manevi bir buhrana neden olmuştur. Bu boşlukta Selefilik yükselmiştir.

Geleneği iki kategoride değerlendirebiliriz: Fıkhi ve tasavvufi alan. Batı'nın yükselişe geçmesiyle birlikte 18. yüzyıl itibarıyla tarikatlar gerilim içine girmişlerdir. Yer yer Batı emperyalizmine uyumlu hareket etmişlerdir. Kimi tarikatlar Batı ile akredite olmuştur. Bu da bozulmalarını beraberinde getirmiştir. Türkiye'deki kimi tarikatların devletle akredite olduklarını söylemeleri gibi Muhammed Kutup gibiler de Mısır'daki tarikat erbabının İngilizlerle ve oryantalistlerle gizli kapaklı ilişkiler içine girdiklerini ve kol kola yürüdüklerini nazara vermişlerdir. Dolayısıyla tekkelerin gerilemesi veya çökmesi ile bu alanda doğan boşluğu başka akımlar doldurulmuştur. Çöküşün temelinde başka bir faktör de fıkhi ekollerin gerilemesi ve insanların fıkıh literatüründen ziyade pratiğe yönelmeleridir. Şah Veliyyullah Dehlevi gibi Hasan el Benna da fıkhı ekolleri birbirine yakınlaştırmak istemiştir. Şiilere ve sair mezheplere de açılım getirmiştir. Bunu onaylayanlar kadar çekince koyanlar da olmuştur.

Bu süreçte kimi fakihlerin hikmet dairesinden uzak duruşları da kayıt dışı selefileşme sürecini hızlandırmıştır. Mesela ifade edildiği gibi Kur'an bir kısmı itibarıyla avam tarafından da anlaşılır. Buna rağmen Katolikler gibi Kur'an'ın anlaşılmasını dini kurumlara hasredenler bu meseleyi çıkmaza sokmuşlardır. Kur'an-ı Kerim'in bir bölümünü de ulema anlar. Bir diğer bölümü ve müteşabihat dairesi isi Allah'ın bilgisi dahilindedir. Zamana geldikçe bu alan muhakemata dönüşür. Müteşabihat zamanla kayıtlı anlamlardır. Zamanı geldiğinde kullarca da anlaşılır. Bazı gelenekçiler anlama ve bir derece yorum alanını tamamen sıradan insanlara yani avama da kapatmışlardır. Bunu hikmetle bağdaştırmak mümkün değildir. Kur'an-ı Kerim'de hüküm ihtiva eden ayetlerin sayısı bellidir. Bu alanda rüchaniyetin ulemaya ait olduğunu söylemek yanlış olmaz. Diğer bölümler ise peygamberler kıssaları, mevaiz ve ahiret hayatına dairdir. Bunların anlaşılmasında herkesin müşterek payı vardır. Kimse bu alanlarda tekel kuramaz ve avama hacr getiremez. Ukela seviyesine indirmeden avamı Kur'an dairesinde tutmak bizzat Kur'an'ın emridir. Kur'an okunmak ve anlaşılmak için indirilmiştir. Aksine anlaşılması için teşvik edilmelidir. İtikat alanında taklitten ziyade nazar yani tahkik geçerlidir. Marifetullah yani yaratıcıyı tanımak ve ona götüren yolları yürümek istitaat dairesinde herkesin harcı ve görevidir.

Tekrar baştaki soruya gelecek olursak; nasıl oldu da Selefilik birden Arap dünyasında en yaygın akım veya akımlardan birisi haline geldi? Fıkhi ve sufi geleneğin safiyetini kaybetmesi en temel nedendir. İlaveten donuklaşması ve toplumun önünde değil de arkasında kalmaları fiili durumlara geçit vermiştir. Petrol çağıyla birlikte Suudi Arabistan gibi ülkelerin bu akımı sahiplenmesi ve fonlarıyla Arap Yarımadası'nın dışına sarkmasını sağlamalarıdır. İmkan onlarda ihtiyaç ise başkalarındaydı. Bu hızlı süreç para ve eğitimle yürümüştür. Bu süreçte diğer ekoller bağlanmış ve takyit edilmiş Selefiliğin önü açılmıştır. Batı alemi İslam dünyasında Şia ile Selefilik gibi dikotomik yani zıtlaştırıcı akımlara ön vermiştir. Daha doğrusu önünü açmıştır. Petro dolarlar ve maddi imkanlar da bu süreçte önemli bir rol oynamıştır.

Bu konuyla ilgili mufassal bir yazı kaleme alan Al Misruyyun gazetesi (eski) sahibi Cemal Sultan meselenin özüne ve gelecekte alacağı formlara temas etmiştir. Tutuk hale getirilen Ezher'in gölgesinde serpilen Selefiliğin yayılmasındaki sırrın Nasirizm akımı olduğunu ve dini alanı kuruttuğunu ve fikri alanı tekeline aldığını ve bunun da 1967 yenilgisinin ardından Selefiliğe kapı açtığını söylemiştir. Burada sosyolojik zemine de işaret etmiştir. Kısaca Selefilik akımını zorlama ile sadece komplo teorilerine bağlamak ya da denge arayışı içindeki bazı rejimlerin ilgisi ve desteğine bağlamak meseleyi basitleştirmek olur, tam izah etmez. Bu durumda sosyolojik gerçekler göz ardı edilmiş olur. Hiçbir şey zemini olmadan zorlama ile tutmaz. Öyleyse bu hareketin yayılmasını dış etkenden ziyade sosyolojik etkenlere bağlamak zorundayız.

Bir zamanlar sola karşı İhvan'la bilhassa üniversitelerde işbirliğine gitmek isteyen Sedat bu yönde yokladığı eski dostu Ömer Telmisani'den olur alamamıştır. Bunun üzerine Selefilere yanaşmıştır. Türkiye'de de 12 Eylül rejimi benzeri arayışlara girmiş ve kendisine yandaş ve akredite yapılar aramıştır.

Bununla birlikte selefiler gerçekle yüzleşme saatinde erimeye başlamışlardır. Muayyen bir kesime karşı rejimle işbirliğine gitmişlerdir. Özellikle de Nur Partisi gibi selefi siyasi partiler süreçte iyi bir sınav verememişlerdir. Bu nedenle de itibarlarını kaybetmişlerdir. Dolayısıyla çıkış çizgisinden iniş çizgisine yuvarlanmışlardır.

Nasır'ın sosyolojik alanda dini damarı kurutması Selefiliğin serpilmesindeki baş faktörlerden birisidir. Sedat da sola karşı onları himaye etmiştir. Bunlardan bir kısmi zamanla dinin devleti değil devletin dini yaklaşımını benimsemişlerdir. İslami kesimlerle rejimler arasında tercihte kayıtsız şartsız rejimin kanadını desteklemişlerdir. Böylece Selefiler içinde devletçi Camiye ve Medhaliye veya Haddadiye gibi akımlar türemiştir. Bunlar sütün son türevi olan yağın bozulmasına benziyorlar. Selefilerin yeni nesillerle bağları kesilmiştir. Yeni nesiller muhaberat kuluçkalarında üretme değil fıtri dini dalgalanmalar bekliyorlar.

Akredite tarikatlar karşısında kayıt dışı Selefilik yükselebilir. Lakin artık onun da miadı dolmuş ve modası geçmiş ya da geçmek üzeredir. Cemal Sultan'ın deyimiyle iddiasını veya bahsini kaybetmiştir. Çözüm için yola çıkanlar süreçte sorun haline gelmişlerdir. Arkadan gelen ve öne geçen Selefilik de denenmiş ve kendisini tüketerek elenmiştir.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN