Arama

Mustafa Özcan
Nisan 24, 2021
Mevlana Vahidüddin Han’ın fikir dünyası
Sesli dinlemek için tıklayınız.

1976 veya 1977 yılında olmalı, elime Vahidüddin Han'ın İslam Meydan Okuyor adlı kitabı geçti. Çevirmen olarak, Cihad H. Reşat imzasını taşıyordu. Suudi Arabistan Uluslararası Radyoları - Türkçe Yayın Bölümü Sabık Başkanı olan Cihad H. Reşad, Türkçe bölümünde sunuculuğun yanında çevirmenlik de yapmıştır.

O sıralarda ideolojik kamplaşmanın getirdiği rüzgarla klasik kitaplar basan Hisar veya Bahar yayın evlerinin yanında fikri kitaplar yayınlanan kitabevleri de serpiliyor ve nicelik ve nitelik olarak çoğalıyordu. Zira 1970 ile 1980 arası Türkiye sosyolojik ve siyasi anlamda ideolojik devreyi yaşıyordu ve her kesim kendi ideolojisini savunacak, ifade edecek ve güçlendirecek kitapların peşindeydi. Bizim de beklenen kitabımız veya kitaplarımızdan birisi Vahidüddin Han'ın İslam Meydan Okuyor kitabı idi. Ben Vahidüddin Han ismini duyduğumda önce Sultan Vahdettin ile karıştırdım. Sonra farkı fark ettim ve Vahidüddin Han'ın bildiğimiz Padişah Vahdettin olmadığını kavradım. İslam Meydan Okuyor kitabı bu sahada onun ilk yazdıkları (ikinci kitap olarak yazdığı) benim de ilk okuduğum kitaplar arasındaydı. Türkçeye çevrilmeden önce ilk önce Urduca dilinde 1966 yılında yayınlanıyor. 1973 yılında da Arapçaya aktarılıyor. Akabinde de Arapça nüshasından Türkçeye kazandırılıyor. Kitabı bir solukta okumuş ve çok da etkilenmiştim bu yüzden ciltsiz olan kitabı Sakarya Uzun Çarşı'da bir ciltçiye götürdüm ve ciltlenmeye verdim. Kitap beni çok sarmıştı ve belki de Ezher'den önce ve sonra ciltçiye ciltlenmek üzere verdiğim ilk ve son olmasa da nadir kitaplardan birisi olmalıdır. Mücellit kitaba baktı ve okuru olarak beni süzdü ve merak etti. 'İmam Hatip'te mi okuyorsun?' diye sordu. Ben de Erenler Ortaokulunda okuduğumu söyledim.

Vahidüddin Han orijinal bir adamdı. Bu kitabı nasıl yazmıştı? Kitap öncelikli olarak hikmet yüklüydü ilim ile din arasında kaynaşmaya hizmet ediyor ve köprü kuruyordu. Bu da güçlü Marksizm rüzgarlarının estiği bir ortamda tam da bizim neslin aradığı şeydi. Bu özelliği bizim nesli çok cezbediyordu. Vahidüddin Han bu kitabı yazmadan önce bir süre Cemaat-i İslami'nin telif komisyonunda çalışıyor. Dolayısıyla bu ortamda kitabiyatla tanışıyor, meşgul oluyor. Ebu'l Hasan en Nedevi yazdığı kitaplarının materyalleri daha çok İngilizce yazılan tarih kitaplarından ve onun dışında Arapça yazılmış tarih kitaplarından derliyor. Vahidüddin Han ise kendisini İngilizce yazılmış fen ve teknik serisine kaptırıyor adeta kendini tetkike vakfediyor. Kütüphaneleri tavaf ediyor. İlim ve fen serisinde veya alanında yazılmış ve yeni çıkan eserleri bir solukta okuyor ve tetkik ediyor. Bu alandaki birikimini böyle oluşturuyor. Bu da onu din-bilim alanında okurlarını cezbeden sentezlere ulaşmasını temin ediyor. Vahidüddin Han'ın İslam Meydan Okuyor kitabı ilk göz ağrım oldu ve nereye gitsem mutlaka onun kitaplarını soruşturuyor ve alıyordum. Özellikle de Mısır'da fikri kitaplar okuduğum ortamda onun Hikmetü'd din/Dinin hikmeti ile birlikte yine İslam Meydan Okuyor adlı eserinin Arapça nüshasını ve benzeri kitaplarını edindim.

En son 2002 yılında üçüncü haccıma gittiğimde Kabe'nin karşısında Hilton Otelinin altında rastladığım İslam'da kadınla alakalı 'Women Between Islam and Western Society' adlı kitabını aldım. Vahidüddin Han'ın başlangıçta gıpta ettiği İslami şahsiyetler arasında Mevdudi ile Ebu'l Hasan en Nedevi de vardır. Cemaat- İslami'nin Telif Komisyonunda bir süre çalıştıktan sonra Lucknow'da İslami İlmi Kurul'a geçmiştir. Buradaki çalışmaları kendisine sağlam bir altyapı sunmuştur. Bu sayede hem çağın belgisine hem de çağların belgisine ulaşmıştır. 1967 yılında Yeni Delhi'de El Cemiyye adlı dergiyi yönetmeye başlıyor. Fasılasız yedi yılını burada geçiriyor. Hint otoriteleri dergiyi kapatıyorlar. Bunun üzerine kendi yolunu seçiyor ve 1970 yılında Yeni Delhi'de İslam Merkezini kuruyor ve 1976 yılından itibaren de er Risale adlı aylık dergiyi çıkarmaya başlıyor ve vefatına kadar dergi aralıksız çıkmaya devam ediyor. Mısır'da yaklaşık aynı dönemlerde Ahmet Hasan ez Zeyyat da yine aynı adı taşıyan Risale adlı bir dergi çıkartıyor.

Daha sonra da bağımsız bir yol tutturmuştur. Esasında Aligarh ekolünün bazı aşırılıklarını budadığınızda Vahidüddin Han bu ekole uygun düşer. Bütün ömrünü ilim ve din beraberliğini pekiştirmeye adamıştır. Din ile ilim arasında bir barış köprüsü kurmaya çalıştığı gibi aynı zamanda çatışma ideolojisi yerine barış ideolojisini öne çıkarmıştır. Küresel barış iklimine inanmakta ve bunu desteklemektedir. Özlemlerinden birisi nükleer silahlardan arındırılmış temiz bir dünyaya uyanmaktr. Bu yaklaşımından ve çabalarından ötürü kendisine 2009 yılında dünya çapında İslam'ın manevi elçisi unvanı verilmiştir. Kendisi de talebelerinden nerede olurlarsa olsunlar barış elçileri olmalarını istemiştir. Barışın iksirinin ve kimyasının da sevgi olduğunu ifade etmektedir. Babri Camii krizi sırasında muhtelif Hindu toplumu ve örgütleriyle köprü kurmaya ve toplumsal ve dini gerilimi düşürmeye yeltenmiştir.

Gandi'nin izinde İslam yorumu!

Vahidüddin Han İslam'ın siyaset anlayışında pasif bir tutumu benimsemiş ve barışçı bir söylemi tutturmuştur. Bu anlamda son sıralarda Ön Asya'da öne çıkan bazı isimleri hatırlatmaktadır. Bunlardan birisi Arap Baharından sonra ülkemizin misafir ettiği isimlerden Kunaytıralı Cevdet Said'dir. Said 'Adem'in İki Oğlu' gibi kitaplarında pasif direnişçi bir tutumu sergilemiş ve seçmiştir. Keza onun Almanya eğitimli ve Kanada'da mukim doktor yakınlarından ve yazar Halis Çelebi de aynı şekilde pasif direniş yöntemini seçmiştir. Önceleri Müslüman Kardeşler hareketiyle bağlantılı olan Halis Çelebi ardından bağımsız ve bağlantısız bir yol tutturmuş ve şiddeti bütünüyle dışlayan ve mahkum eden bir İslami anlayışı savunmaya başlamıştır. Vahidüddin Han da aynı çizgidedir. Müslümanların gayri Müslim unsurlara karşı zaferlerini de onların zafiyetlerine bağlamıştır. Sahabe destanları yerine Bizans ile Sasanilerin iç zafiyetleri nedeniyle inkisara uğradıklarını iddia etmiştir. Zaferleri, İslam'ın veya Müslümanların gücü yerine mağlupların zafiyetine bağlamıştır. Sözgelimi, Bizans ile Sasanilerin savaşlarda birbirlerinin gücünü tükettiklerini Müslümanların devreye girmesiyle birlikte zaten içten çökmüş olan bu güçlerin yenildiklerini savunmaktadır. Bununla aslında Müslümanların potansiyel savaşçı ve savaş yanlısı ve azimlisi olmadıklarını şartların onları öne çıkardığını ifade etmektedir. Adeta Müslümanların askeri zaferlerini gizlemeye veya onlardan utanç duymaya meylettiği anlaşılmaktadır. Bu savunmacı ve apolojist bir yaklaşımdır. Bu çerçevede yazdığı Kitabu'l Cihad ve's Selam ve'l Alakat el Müçtemaiyye Fi'l İslam ( İslam'da Cihad ve Barış ve Toplumsal İlişkiler)kitabı Buti'nin Kitabu'l Cihadını andırmaktadır. Bazen Hint Altkıtası ile Ön Şark'taki ilim ve fikir erbabı arasında paralellikler yakalanabiliyor. Kendisini eğitime adayan Muhammed Abduh ile Aligarh Ekolünün kurucusu Seyyid Ahmet Han arasındaki paralellikler gibi.

Barış Peygamberi ve son kitabı Barış Çağı kitaplarıyla onun cihadı barış olarak algıladığı, anladığı ortaya çıkıyor. Müslüman fütuhatlarıyla alakalı görüşleri başka yerlerden de gözümüzü ısırıyor. Bize Hristiyan ve de gayri Müslimlerin değerlendirmelerini hatırlatıyor. İksirhos Josef Nasrallah'ın yazmış olduğu Mansur Bin Sercun et Tağlebi El Maruf Bilkiddis Yuhanna ed Dımeşki ev el Feth el İslami es Sehl Li Medineti Dımeşk ve Esbabihi/ Şamlı ı John-Yuhanna ya da Şam nasıl Müslümanların Eline Kolayca Düştü kitabı da aynı tezi işliyor. Bizans Devletinin Sasanilerle çekişmesinden mütevellit bitap düştüğünü ve bu nedenle de Müslümanlara kolay bir lokma olduğunu ve bu şekilde Şam'ın düştüğünü ileri sürüyor. Burada Müslümanların manevi hakları ve üstünlükleri örtülmüş oluyor (2).

Bu yönde İspata muhtaç iddialarından birisi ise Hazreti Peygamberin hayatı boyunca sadece 36 saat çarpıştığıdır. Huneyn, Bedir ve Uhud savaşlarını saymakta birlikte ötekilerin savaş boyutuna ulaşmadığını ileri sürmektedir.

Bilindiği gibi Hindistan'da İslami camiada Diobend ekolüyle birlikte Lucknow'da Nedvetü'l Ulema ekolü de vardır. Bunlar Matüridi –Hanefi geleneğine ve i ekolüne yaslansalar da tarzları farklıdır. Diyobend ekolü daha ziyade klasik tarzı benimsemiştir. İlmi alanla uğraşır ama fikri alanla uğraşmaz. Nedvetü'l Ulema ise fikri alanla da uğraşır. Batı'ya açık bir penceresi vardır. Üst perdeden siyasetle ilgilenir. Günlük işleyişiyle fazla ilgilenmez. Mevdudi veya Cemaat-i İslami ise dini siyaset üzerinden yorumlar. Siyaseti din üzerinden değil. Onlar için 'fena fi's siyase olmuşlar' tabiri kullanılabilir. Bu nedenle hem Ebu'l Hasan en Nedevi hem de Vahidüddin Han zamanla Mevdudi ile yollarını ayırmış ve bununla da kalmamış Mevdudi'nin siyasi meşrebine ve bu yöndeki fikirlerine dokundurmuşlardır. Siyaset alanında orta yolu tutturamadığını ifade etmişlerdir. Ebu'l Hasan en Nedevi, Vahidüddin Han hatta Meryem Cemile gibi isimler Mevdudi'nin siyaset meselesinde ölçüyü taşırdığı, tutturamadığı kanaatindedirler. Halbuki, başlangıçta Ebul Hasan Nedevi ve Vahidüddin Han ile Mevdudi'nin yolları kesişmiştir. Akabinde siyasete ilgi düzeyi aralarında cefa ve kırgınlıklara yol açmıştır. Vahiddüddin Han siyasette ölçünün kaçırıldığını savunan eserler kaleme alması ve Mevdudi'ye göndermesi iki taraf arasında soğuk rüzgarların esmesine neden olur. Siyaset alanıyla ilgili mülahazalarını bir kitapta toplar ve Mevdudi'ye gönderir. Lakin Mevdudi, karşı esere pek iltifat etmez ve Vahidüddin Han'ı İslami konularda sığlıkla suçlar ve sığ birisinden alacak, öğrenecek bir şeyi olmadığını söyler. Eleştirilerine kulak asmaz. Bu ise eski çalışanı Vahiddüdin Han'ı üzer. Vahidüddin Han'ın Dinin Siyasi Yorumu adlı eseriyle Ebu'l Hasan en Nedevi'nin İslam'ın Siyasi Yorumu adlı risalesi bir arada getirilerek basılmıştır. Ebu'h Hasan en Nedevi Mevdudi'nin hem siyasi anlayışını hem de tarih anlayışını eleştirmiştir. Ebu'l Hasan en Nedevi'nin ilgili eseri ve eleştirileri önce Akabe Yayınları ardından da Bedir Yayınevi tarafından farklı dönemlerde ayrı ayrı yayınlanmıştır.

Maturidi diye Ebu'l Hasan en Nedevi'yi küçümseyenler yani Vehhabiler maalesef onun bu alandaki çalışmasını istismar etmişlerdir. Abdulhak Bin Molla Hakkı Türkmani bu iki eseri bir araya getirerek, notlar ilave ederek yayınlamıştır. Bundan maksat bellidir; Vehhabiliğin halihazırda resmi sözcüsü olan Camiye veya Medhaliye akımının siyasi anlayışını meşrulaştırarak siyasetle iştigal eden Müslüman Kardeşler ve benzeri yapıları mahkum etmek ve itibarsızlaştırmaktır. Elbette Nedevi ve Vahidüddin Han'ın yazdıkları arasında doğrular çok ve keza Abdullah Fehd Nefisi gibiler de bazı hususlarda içeriden Müslüman Kardeşleri eleştirmektedir. Bu eleştirileri yanlış zeminde duran birileri hesabına yapmak ise kabul edilemez bir durumdur. Ebu Hasan Nedevi ve Vahidüddin Han'ın yaklaşımı ilkeseldir ve kimsenin hesabına değildir ama Abdulhak Bin Molla Hakkı Türkmani için aynısını söylemek mümkün değildir.

Onun yaptığı Harici yönteme uygundur; Hazreti Ali'nin ifadesiyle yanlış yolda kullanılan doğru bir eylem, söz. Vehhabilik başta ifrat anlamında bozguncu bir zümre idi gelinen noktada ise tefrit zemininde bozguncu bir zümre haline gelmiştir. İfrat tefrit sarmalında Haricilikle Mürcie arasında gidip geliyor. Bu nedenle de bilhassa Vahidüddin Han siyasal İslam anlayışının veya fikriyatının panzehri olarak görülüyor. Kısaca onun hakkında Hindistan'ın Buti'si demek pek de mübalağalı sayılmaz. Nitekim, Abdullah Bin Beyye'nin eliyle ve Ahmet Tayyip ve BAE Dışişleri Bakan Abdullah Zayed'in huzurunda İslami hizmetlerdeki kifayetinden dolayı 2015 yılında nişan ve madalya ile taltif edilmiştir. Elbette BAE'nin benimsediği isimler arasında Bessam Yusuf gibi değersiz isimler olsa da bunun yanında Faruk Hammade, Abdullah Bin Beyye gibi fikri ne olursa olsun ilmi ağırlığı olan isimler de yer almaktadır Bazen bu gruplara Ezher Şeyhi Ahmet Tayyip de katılmaktadır.

Vahidüddin Han rejimlerle İslami hareketler arasında çatışmaya karşıdır, uzlaşmayı yeğlemektedir. Çatışma yolunda harcanan enerjinin tasarruf edilerek manevi alana kaydırılmasını savunmaktadır. İhvan'ın siyaset alanından irşat alanına dönmesini savunan Abdussettar Milici gibi isimler bu zeminde Vahidüddin Han ile buluşmaktadırlar. Adeta Yunus gibi 'İslam, bedenleri ele geçirmemizi değil gönüllere girmemizi, fethetmemizi emretmektedir' demektedir.

Yanlışlarına rağmen doğruları çoktur ve her şeyini almak gibi her şeyini de atmak gibi bir lüksümüz olamaz. Nitekim, merhum Muhammed İmare de Vahidüddin Han'ı çok takdir etmekle birlikte siyasi meselelerde biraz tefrite düştüğü kanaatindedir. Bir çırpıda faydalı taraflarıyla bazı yanlışlarını harmanlayarak ondan kurtulmak elbette doğru bir yaklaşım tarzı olamaz. Fikirlerini ayıklamak gerekir.

Oysaki bazıları kızgınlıklarından ötürü onu masonluğa yakıştırmaktadırlar (3).

Kendisi Filistin konusuna yazarak ihtimam gösteren alimlerden birisidir ve Filistin İlahi Uyarı (Filistin ve'l İnzar el İlahi) adıyla bir eser kaleme almıştır. Buna rağmen son sıralarda aynı karede göründükleri bu hususta hassasiyetlerini kaybetmiş bulunuyorlar. Aksine Filistinlilere karşı İsrail'in safında yer alıyorlar.

Yapıcı davranmak /müspet hareket

Yapıcı davranmak İslam'ın özündendir. Mesela bir kimsenin küfre düşmesine sevinmek küfürdür. Demek ki dinin özü başkaları için de hayrı dilemeyi emrediyor. Nitekim, hadiste "Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz." buyrulmaktadır. Bununla ilgili Maruf Kerhi'den bir menkıbe anlatılır. Bağdat'ta Dicle üzerinde bir grup derviş gezinti halindedir ve yakınlarında ise bir kayık içinde kafadarlar işret halinde safa sürmektedirler. Keyifleri yerindedir. Yaran Maruf Kerhi'den onlara beddua etmesini bekler. O ise Allah yüzlerini güldürsün ve son durakları cennet olsun diye dua eder. Tabii ki bu sözler yadırganır. Yaptıkları makbul bir iş değildir. Bunun üzerine üstat durumu şöyle izah eder: Cennet geniştir ve herkese yer vardır. Onların cennette olmaları size zarar vermez. Benim duam da her ne kadar özet ise de onların cennete gitmeleri ancak kendilerini düzeltmeleriyle mümkündür. Cennet için dua, onları cennete yakışır bir hale gelmeleri için de zımni bir duadır. Elbette bu halleriyle cennete giremezler. Ama cennete gideceklerse Allah esbabını halk eder. Benim duam bunadır. Onlar hakkında cenneti isterken hidayeti veya ıslahı da istemiş oluyoruz.

Günümüzde Hasan el Benna, Bediüzzaman gibi isimler müspet hareket yani yapıcı davranış modelini benimser. Bu modelde uhrevi müşareket veya ortaklık vardır. Herkes kazanır. Vahiddüdin Han da eserlerinde müspet hareket metodunu benimsemiştir (1).

İlim Karşısında Din gibi kitaplarında din ile ilmin ikiz olduğunu ifade eder. İbni Rüşd ise din ile felsefenin kardeş olduklarını söyler. Kimileri de kainat kitabı ile indirilen kitabın kardeş olduğunu söyler. Zira kaynak aynıdır. Vahidüddin Han'ın odak noktası ise ikisini buluşturmaktır. Şibli Numani bizde İzmirli İsmail Hakkı gibi yeni ilmi kelam adıyla bir kitap yazar. Bu kitabında ağdalı ve mantığa dayanan eski tarz ilmi kelam anlayışını terk eder. Tabir caizse Yunaniyat modelinden Kur'aniyata geçiş yapar. Eski gramer kitapları nasıl ağdalı ve günümüzde nasıl ki bu yöntemden vazgeçildi ise kelam ilmi de öyledir. Konularından birçoğu tarihte kalmıştır ve kalmalıdır. Tarihin malıdır. Tarihte kalmış bazı tartışmalara havidir. Erbabı ilgilenebilir ama halkın imanını ve akidesini güçlendirme konusunda hiçbir faydası olamaz. Bu nedenle de kelamın tavana, tasavvufun da tabana hitap ettiği söylenir. Sebebi de tasavvuf tezkiye ve terbiyeyi esas alır. Alanı herkesi kapsar. Kelam da marifetullahı esas alsa da skolastik yöntemi buna hizmet etmemektedir. Tasavvuf sülük ilmi yani davranış ilmidir insana ahlakı öğretir. Kelam ise bu meziyetlerden mahrumdur. Bununla birlikte eski tortularından ve kıyaslamalarından arındırılmış veya kainat delilleriyle bezenmiş, kaynaştırılmış bir kelam ilmi yediden yetmişe herkese hitap edecektir. Cedel ilmi olmaktan çıkacak ispat ilmi olacaktır. Şibli Numani'nin izinden giden Vahidüddin Han da yeni ilmi kelam tarzını benimser. Ümmü'l Kura Üniversitesinde Vahidüddin Han konusunda master tezi hazırlayan Tarık el Hudayri de Vahidüddin Han'ın eski kelamın enkazı üzerine yeni bir ilmi kelam inşa ettiğini ve İslam Meydan Okuyor kitabıyla da bunu somutlaştırdığını ifade etmiştir. Bunu ancak Vahidüddin Han gibi asrın kültürüne egemen olan birisi başarabilirdi. Gazali gibi çalışmalarını din ilimlerinin ihyasına adar ve bu hususta müstakil bir kitap yazdığı gibi eserlerinde ve özellikle de Yeni Yüzyılın Eşiğinde kitabında tecdit fikrini işler. Bu kitabı ilk yazdığı kitaptır. İkincisi de İslam Meydan Okuyor veya İslam ve Çağdaş Meydan Okumalar kitabıdır. Onun için tercihli tecdit alanları kelam, tasavvuf ve fıkıhtır. Kelamda fiilen bir çığır açmıştır. Tasavvuf ile fıkıhta ise tecdit çağrıları teklif düzeyinde veya sözde kalmıştır. Daha ziyade bilinen kusurlarını ele almıştır. Üzerine pek bir şey katmamış, koymamıştır. Kelamı Grek yönteminden arındırmak ister. Esasında İkbal de dinamik bir İslami anlayışı benimser ve bunun köklerini sahabiler döneminde Arap anlayışında görür. Tasavvuf yoluyla Pers etkisinin bu müspet Arap tesirlerini kırdığını ve küllediğini ve içe kapanmayı beraberinde getirdiğini ifade eder. Burada İkbal'in dinamizm yoluyla yapmak istediğini Vahidüddin Han pasifizme dayanarak ve onun yoluyla başarmak veya yapmak ister. Vahidüddin Han dinin esasında kolay olduğunu ama fakihlerin bunu zorlaştırdığını ifade etmektedir. İbadetleri detaylandırarak zorlaştırma işlemini gerçekleştirdiklerine temas etmektedir. Allah Kur'an'da Müslümanları eski dinlerin prangalarından kurtarmak istediğini söylerken fakihler dönüp dolaşıp yeniden kuralları artırma noktasına gelmişlerdir. Onun ifadesiyle, mesela sahabelerden kaç kişi abdestin farzlarını, vaciplerini veya sünnetlerini biliyordu?

Klasik metotla yetişen din alimlerinin esasında birleştirmeden ziyade şikaka ve ayrılığa hizmet ettiklerini düşünmektedir. O şöyle demektedir: Allah'ın dini kolay ama fakihlerin dini zordur. Modern Çağda İslam (el İslam Fi'l Asri'l Hadis) kitabında da bu meseleyi irdeler, analiz eder. Nitekim bu hususta müstakil bir kitap yazılmıştır: İsa Mahmut Taha'nın kaleme aldığı İslam'ın Gerçekçiliği ile Müslümanların İdealizmi! Hucurat Suresi 16'ıncı ayette bu hususa veciz bir biçimde temas edilmektedir: "Dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz?

Tasavvuf alanındaki sapmaların da sufi ruhbanlığı olduğunu ileri sürmüştür. Tasavvuf alanında menkıbe ve keramet kültürünün haddinden fazla yayıldığını ifade etmektedir. Gazali'nin ortaya koyduğu tasavvufi anlayış ile Abdulvehhab Şarani'nin dile getirdiği keramet odaklı veya menkıbelere bezenmiş, boğulmuş anlayış birbirinden farklıdır. Gazali'nin El Münkiz mina'd Dalal adlı eserine haşiye yazan ve tahkik eden Muhammed Muhammed Cabir de şeyhlik makamının bir kült haline getirildiğini ve tekkelerin hayattan kopuk insan kümesi yetiştirdiğini adeta tasavvufun efsaneleştiğini ifade etmektedir (4)

İslam Batı'yı aydınlattı!

Merhum Muhammed İmare'nin de vurguladığı gibi, Batı'nın kalkınmasında Müslümanların rolüne temas etmiştir. Bu bağlamda Batı ruhbanlık, teokrasi, hakkı ilahi ile yönetmek gibi kalkınmanın önündeki ayak bağlarını, engelleri İslam sayesinde mümkün mertebe aşmış ve ortadan kaldırmıştır. Yine bu sayede demokrasiyi keşfetmiştir. Hakkı ilahi ile yönetme anlayışı terk edilince demokrasinin yolu açılmıştır. Tabiatı takdis etmek yerine onu işlemeyi ve insana musahhar kılmayı ve boyun eğdirmeyi de yine İslam sayesinde öğrenmiştir. İslam'a göre dünyadaki her şey insana musahhar kılınmıştır. Bu anlamda insanoğlu yeryüzünün halifesidir. İlim ile cinlere ve meleklere üstün kılındığı gibi dünyada da halifelik makamıyla diğer canlılara da kayyım atanmıştır. Kilise ise dünyayı çirkin olarak görüyor ve insanları ondan uzak tutuyordu. Yine tecrübi ilim konusunda da Müslümanlara çok şey borçludurlar. Bu hususta, İslam: Creator of The Modern Age isimli eserini kaleme almıştır. Ahmet Gürkan'ın İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi kitabı ile Alman oryantalist Sigrid Hunke'nin Avrupa'nın Üzerine Doğan İslam Güneşi gibi kitaplar da bu mecrayı aydınlatmaktadır. Endülüs, Sicilya ve Levant Havzası (Şam ve çevresi) ile temaslar neticesinde Batı ilerleme kaydetmiştir.

Marksizm Yargılanıyor

Kimi kaynaklar 96 yıllık ömrüne 50 kadar eser sığdırdığını, diğer bazı kaynaklar ise velut bir kalem sahibi olan Vahidüddin Han'ın 200 kadar eser kaleme aldığını ifade ediyorlar. Eşref Ali Tahanevi'nin yüzlerce kitap telif ettiği dikkate alındığında bu sayı mübalağa gibi gözükse de Hindistan'da kimi yazarların onlarca esere imza attıkları söylenebilir. Aynen Fas gibi Hindistan'a da aynı söylem uyarlanabilir: Ente bi'l Mağrib Fela testağrib! Fas'ta(Hindistan'da) isen hiçbir şeyi garipseme! Vahidüddin Han İngilizce, Urduca ve Hind dilinde birçok kitap yazmış ve bu kitaplar birçok dile çevrilmiştir. Oğlu Zaferü'l İslam Han yaklaşık 40 kadar kitabını Arapçaya kazandırmıştır. Bunlar arasında Marksizm Yargılanıyor ( el Markisiyye fi'l Mizan) gibi kitapları da var. Bu kitabında Marksizmi yargılamıştır. Hatta Ali Şeriati'nin çok bilinen kitabına nazaran Vahidüddin Han'ın, az bilinen Hac kitabında SSCB çökmeden Marksizmin günlerinin sayılı olduğunu ve çökeceğini (onlarca yıl önceden) kestirmiş ve haber vermiştir.

Kendisini ilim ile din uyuşmasına hasretmiş ve vakfetmiştir. Bu anlamda ilim üzerine ateizmi inşa etmek isteyen kalemlere de karşı çıkmış ve onların dayandıkları bilgilerle tezlerini çürütmüştür. İlgilendiği isimlerden birisi de 20'inci yüzyılın en önemli filozoflarından ve ateistlerinden Bernard Russel adlı İngiliz felsefecidir. 20'inci yüzyılda ateistlerin piri olarak ünlenmiştir.

Son dönemlerde ilim ile dini uzlaştırmaya çalışan çok sayda ilim adamı olmuştur. En azından nazari planda bunlardan birisi Said Nursi'dir. Onun dışında Hüseyin Cisr Efendi ve oğlu Nedim Cisr bu sahada çalışmalar yapmışlardır. Keza Tantavi Cevheri, Muhammed Ferid Vecdi, Abdurrezzak Navfel , Cemaleddin El Fendi bu alanda çalışma yapan zevat arasındadır. Bunlardan bir kısmının çalışmalarında zorlamalar vardır. Günümüzde ilmi i'caz konusunda temayüz eden isimlerin başında Mısırlı Zağlul Neccar gelmektedir. Alanındaki en iyi isimlerden birisidir. Vahidüddin Han ilim ile dini kaynaştırırken Batı-Doğu karşılaştırmaları da yapmıştır. Buna dayanarak Batı kalkınmasının harcında ve temelinde İslam olduğunu ifade etmiştir.

Davetçi ümmet

Mevdudi'nin siyasal alanı genişlettiğini ve dikkatleri bu alana teksif ettiğini halbuki tebliğ vazifesinin daha umum ve şamil olduğunu ifade etmektedir. Ona göre temel zemin davet ve tebliğ zeminidir. Siyasi dozun gereğinden fazla büyütüldüğünü ifade etmektedir. Bu anlamda Müslüman Kardeşlerin ikinci mürşidi olan Hasan Hudeybi ile Faslı Ferid Ensari'nin de benzeri yaklaşımlarını unutmamak gerekiyor.

El İnbias el İslami yani İslami Diriliş kitabında siyasal İslam'ın kazanmaktan ziyade hükmetmeye odaklı olduğunu ifade etmekte ve bu zeminde eleştirilerini sürdürmektedir, İslam ideolojisini bir tür İslami milliyetçilik veya kavmiyetçilik ürettiğini savunmaktadır. Bunun ötesinde de Mevdudi ile Seyyid Kutup'un fikirlerinin hakimiyete dayandığını ve bu tutturulamayınca veya olmayınca da işin mazlumiyete döküldüğünü, dönüştüğünü ileri sürmüş ve siyasal İslamcıları geçmişteki Şii isyancılara benzetmiştir. Her kalkışmadan sonra mazlumiyet kültürü pekişmiştir. Aynı şekilde siyasal İslam tecrübesini Yahudilikle de paralellik kurarak izah etmektedir. Ferisiler ve Sadukiler gibi kadim Yahudi kollarının, akımlarının deneyimlerini çağdaş İslami akımlar üzerinden yorumlamıştır.

Vahidüddin Han'ın bu siyasal İslamcı analizi Arnold Toynbee'nin bu yöndeki tezini hatırlatmaktadır. Zealot ve Herodian akım ve yaklaşımlarını prototip olarak alıyor ve hakim medeniyete karşı gösterilen başlıca iki tür refleksin örneği olarak sunuyor. İslam âleminde batı medeniyetinin kurumlarını ve hatta değerlerini benimseyerek ayakta kalmaya çabalayan "herodian" tutuma örnek olarak Mısır'da orduyu ve eğitim kurumlarını batılı modelde yenilemeye girişerek Avrupa'daki teknolojik yenilikleri getiren Mehmet Ali Paşa'yı, Türkiye için aynı şeyi yapmaya çalışan III. Selim ile II. Mahmut'u ve Osmanlının bakiyesinden laik bir devlet kuran Mustafa Kemal'i gösteriyor.

Batı medeniyetinin birçok alanda tezahür eden üstünlüğü karşısında içine kapanarak dünyadaki gelişmelere gözlerini kapatan ve arkaik usullere sarılarak tepki gösteren "İslami Zealot"lara örnek olarak ise Kuzey Afrika'nın Senusilerini ve Merkezi Arabistan'ın Vahhabilerini zikrediyor. Bu ikilemde Vahidüddin Han herodianların safına düşüyor olmalı. Burada üçüncü bir modele yer yok mu? O da sabırla devranın olgunlaşmasını beklemek. Zira bir hadiste ahir zamanda dinin inanan insanın elinde bir kor haline geleceği; tutsa tutamayacağı ve atsa atamayacağı ifade edilmektedir. Bunun en iyi ilacı ise zamandır. Elbette sabırda ve sonunda selamet var. Egemenler sürekli olarak egemen sıfatlarıyla kalamayacaklardır.

Ölümünün akisleri

Hindistan Başbakanı Narendra Modi sosyal medya hesabından Covid-19 nedeniyle vefat eden Vahidüddin Han'ın ölümüne ilişkin yaptığı açıklamada, "İlahiyat ve maneviyat konularında ışık tutan bilgisi ile hatırlanacak" ifadelerini kullanarak ailesine ve sevenlerine baş sağlığı diledi. Toplamda 200'den fazla eseri bulunan Mevlana Vahidüddin Han, Hindistan'da Ulusal Vatandaş Ödülü ve Rajiv Gandhi Ulusal Sadbhavana Ödülü'ne laik görülmüştü. Vahidüddin Han Ocak ayında Hindistan'daki önemli ödüllerden Padma Bhushan Ödülü'nü almıştı.

Bir ekole bağlı değildi ama tek başına bir ekoldü.

Vefatı: Kimi verilere göre 1 Ocak kimi verilere göre de 10 Ekim 1925 tarihinde Uttar Pradeş eyaletine bağlı Azamgarh şehrinde dünyaya geldi. Bu anlamda A'zami lakabıyla da anılmaktadır. Mustafa A'zami ve benzerleri gibi. Ölümü 1442 hicri yılının ramazan ayının dokuzuncu günü olan çarşamba gününü denk gelmiştir. Miladi olarak da 21 Nisan 2021 tarihinde dünyaya veda etmiş ve ahirete göçmüştür. Çalışmalarıyla göz dolduran Vahidüddin Han'ın yeri zor doldurulacaktır.

1- https://www.noonpost.com/content/18490

2-HakezaYektubunaTarihana: Yuhanna ed Dımeşki Enmuzecen, Şevki Ebu Halil, s 40 Daru'l Fikr, Şam

3-http://feker.net/ar/2012/06/08/wahiduddin-khan/

4-El Münkizu Mina'd Dalal, Mektebetü'ş Şa'biyye, Kahire, s: 17,18,19

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN