Kevn-i Câmi: İbnü’l-Arabî Metafiziğinde İnsan
İbnü'l-Arabî metafiziğinin taşıyıcı kavramlarından birkaç tanesini söyleyecek olsak, akla önce kevn-i câmi, yani varlığın tüm niteliklerini ve mertebelerini toplamakla "bir olan" insan gelir. Kevn-i câmi, bu büyük metafizikçinin ana düşüncelerinden birçoğunu içeren kurucu kavram olduğu kadar onun düşüncesinin yetkinliğini ve maksadını en üst formunda izhar eden kavram da kevn-i câmidir. Kevn-i câmiden söz etmek İbnü'l-Arabî'nin görece ikincil sayılabilecek metinlerinden değil, Fusûsü'l-hikem veya el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye'nin yazılış gerekçesinden söz etmek demektir. İbnü'l-Arabî'nin İslam'ın yedi asırlık mirası üzerinden takip ettiği kadîm mirasta aradığı düşünceler, bu kavram ekseninde yorumlanabilir. İbnü'l-Arabî kevn-i câmi'nin farklı yönlerini anlatmak üzere yazmış, ona varmak için okumuş, onun üzerinden insanlarla ve ekollerle tartışmış, seyr u sülûkte onun imkanlarını keşfetmiştir. Muhtemelen Aristo şarihi İbn Rüşd üzerinden felsefeye bu kavram nedeniyle 'hayır' demiş, felsefe ile tasavvuf arasındaki ayırıcı noktanın (fasıl) bu kavram olduğunu göstermişti.
Bu bakımdan kevn-i câmi, kelimenin sözlük anlamında yer alan toplayıcılığın yanıltıcılığı bir yana, uzlaşmazlık ve çatışma kavramıdır. İbnü'l-Arabî'yi sadece felsefi gelenekler ile değil, aynı zamanda kelam ve fıkıh gibi din bilimleriyle çatışmaya sevk eden, bu kavramın anlam derinliği ve uzlaşmaz tabiatı idi. Söz konusu gelenekler, insanı 'yükümlü varlık' anlayışının istilzam ettiği birtakım dini düşünceler ekseninde ele aldıkları ölçüde Rabia'dan itibaren ciddi itirazlar ile karşılaşmışlardır. Tanrı-insan ilişkilerinde yaşanan durağanlığa vurgu yapan ilk mutasavvıfların eleştirileri Müslüman cemaatte konuşulmaya başlanmıştı. Fakat tasavvufun 'yükümlü insan' düşüncesini aşarak yeni bir insan tasavvuru aramış olması onu bulduğu anlamına gelmiyordu. Belki de erken dönem tasavvufun daha sonra neredeyse bütün iddialarından vazgeçmesine yol açan 'Sünni tasavvuf' evresi, itirazların etkisini yitirmesine yol açmış, eleştirilerin sistematik ve tutarlı bir şekilde gelişimine imkân tanımamıştı. İbnü'l-Arabî bu nedenle erken dönem tasavvufunu da eleştirerek Tanrı ve insan ilişkilerini daha ileri bir noktaya taşımanın yollarını kevn-i câmi üzerinden bulma peşindeydi. Bu itibarla İbnü'l-Arabi, sadece filozoflara veya Müslüman toplumdaki görece 'nazari' disiplinleri teşkil eden akımlara 'hayır' demiş olmakla yetinmedi, tasavvuf akımlarına da küçük harfle yazılabilecek bir 'hayır' diyerek eleştirel geleneği sürdürdü.
O halde düşüncesinin tüm boyutları ve iddialarıyla İbnü'l-Arabî'yi anlamak demek, kevn-i câmiyi, yani bütün varlık mertebelerini kendinde toplayarak birliğe varan insanı anlamakla mümkündür. Öte yandan onun insan teorisinde ortaya çıkan cem', kemal ve birlik kavramlarını havi olan kevn-i câmi, İbnü'l-Arabi'nin bizzat kendisiyken; bu düşüncelerin meşruiyet ölçütü ve dayanağı Hz. Peygamber'dir. Dolayısıyla kevn-i câmi asaleten ve bizzat Hz. Peygamber'in kendisidir. Öteki insanlar bir kuvveye (potansiyel) iştirak ettikleri ölçüde kavramla ilişkiliyken, tasavvufta ahlak ve tezkiye yönteminin gayesini kevn-i câmi anlayışı belirleyecektir: Tasavvuf bilkuvve olanın bilfiil hale gelmesiyle insanın fiilen kevn-i cami olmasının yolunu gösterir.
Sufilerin insanı anlatmak üzere 'ayık' insanlara abartılı gelebilecek tabirler kullandıklarını biliyoruz. Katre ile umman veya tikel ile tümel karşıtlığıyla anlatılan düşünceler, onların insan telakkisinin çeşitli yönlerini beyan etmiştir. Tüm bu kavramlar kevn-i câmide gerçek içeriklerini bulmuş ve retorik düzeydeki anlatımlar, kevn-i câmi ile metafizik muhteva kazanarak yeni bir zemine taşınmışlardır. Öyleyse bütün bu süreçte aranan kavram kevn-i câmi idi.
İbnü'l-Arabî metafiziğinin en iddialı kavramının kevn-i câmi olduğunu söyledik. Bu bakımdan her düşünür bir insan tanımına varmak üzere hareket eder, onu düşüncesinin açık veya gizli amacı haline getirir. En zatından büyük ve gerçek düşünürlerde bu durumu fark ederiz. Öte yandan her düşünürün veya düşüncenin anlaşılması güç kavramı da genellikle o amaç kavram olacaktır. Düşünürün sisteminin hemen her yerinde kendini gösteren ve bütün açık ve seçik anlatımıyla her an etrafında dolansak bile, 'anlaşılmamak' ihtimali zihinde bir tereddüde yol açar. Birçok düşünürde tecrübe ettiğimiz tam olarak açığa çıkamamış olan bu netameli kavram İbnü'l-Arabî'de kevn-i câmidir.
İbnü'l-Arabî kevn-i câmi üzerinden kadim zamanlardan beri bilinegelen insan tanımını eleştirir, bu tanımın eksik bir anlatım olduğunu, daha doğrusu bir betimleme olduğunu söyler. Vakıa herhangi bir düşünürün 'insan düşünen canlıdır' şeklindeki bir tanımı eleştirmesi, hatta onu reddetmesi alışılagelmiş bir durum değildir. Kevn-i câmi, İbnü'l-Arabî'ye bu reddin kapısını açıp onu en yaygın kabul ile ters düşürerek düşüncesine mücadele ve çatışma niteliği kazandıran kavramdır. O zaman kevn-i câmi sadece insan paradoksunu anlatan bir düşünce değil, İbnü'l-Arabî'nin bilgi ve varlık anlayışının ana fikirlerini taşıyan üst ifade olmalıdır.
Kevn-i câmi öteden beri tasavvufun arayıp bulamadığı bir kavramdı. İbnü'l-Arabi öncesindeki tasavvuf bu kavramı arıyor, aradığı için de fıkıh ve kelam ekseninde teşekkül etmiş insan telakkisini eleştiriyor, velayet meselesini bütün boyutlarıyla Müslüman cemaatin gündemine taşımaya çalışıyordu. Velayet bahsi erken dönem tasavvufun en iddialı konusuydu. Bununla birlikte sufiler velayeti incelerken birçok düşünce dile getirmiş, fakat bunları bir varlık anlayışı ekseninde yorumlayabilecek kavramsal düzeye ulaşamamışlar, bu nedenle tartışmalar sürekli eksik kalmıştır. Erken dönem tasavvufun cem, cemü'l-cem ve fark gibi mühim kavramları bu düşüncenin kapısını arayabilirdi, fakat Sünni tasavvufun niyetleri böyle bir düşünceye varmayı mümkün kılmadı.
Bu düşüncenin meselelerini yazmaya devam edeceğiz.
Ekrem Demirli
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.