Arama

Ekrem Demirli
Aralık 26, 2021
Şeb-i Arus: Ballar Balı ile Kovan
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Her insanın nasibine az çok tufeyli bir hayat yaşamak düşer bu dünyada, kaderimiz budur. Başkalarının kurduğu bir dünyada yaşar, başkalarının ürettiğinden yararlanır, başkalarının açtığı yollarda yürür, onların büyük cesaretlerle ürettiği değerlere ortak oluruz. İnsanlık hikayesi paylaşım üzerine kuruludur; hangi amaçla bunu yaparlarsa yapsınlar daha kabiliyetli ve cesaretli olanların paylaşımları olmasaydı insanlık tarihinde ilerleme olmayacaktı. Düşünce tarihinin en nefis temsillerinden birisi sayılabilecek mağara örneğiyle izah edecek olsak, mağaradan çıkabilme cesareti gösterenler iyi ki geriye dönüyor, büyük tehlikelerle çıktıkları seferlerinden geriye dönerek gördüklerini bizimle paylaşıyor, mağaradakileri dışarı çıkmaya davet ediyorlar. Mağarada olan ise nadiren dışarı çıksa bile, ekseriyetle anlatılana dilde ortak olarak mağarada hikayeyi tüketmeyi seviyor, bu da işin öteki yüzü. Bu nedenle mağaradan çıkan ile mağarada kalan arasında her zaman bir mesafe, bir perde kalmayı sürdürüyor, bu da aşikar. Biz bize getirilenin tümünü idrak ettiğimizi ve hatta paylaştığımızı zannetsek bile, bize gelen ile onu getirenin gördüğü-yaşadığı aynı yerde durmuyor, 'ballar balını buldum, kovanım yağma olsun' gibi bir seviye kaybı yaşanıyor. Bütün nazari geleneklerin teşkil ettiği düşünce tarihi, kovanların hikayesiymiş gibi geliyor insana. Mağaraya gelen şey, her ne olursa olsun, kovandan başkası olamayacak, getiren ne kadar cömert olursa olsun, lafız ve dille hakikat ile gerçek ilişki kuramayacağız, hakikat dile inmeyecektir. Mevlana ney ile onu dinleyenlerin ilişkisini anlatırken 'herkes kendince anladı beni' diyecek, anlamanın yegane zeminini herkesin idrak seviyesi olarak belirleyecektir. Bu itibarla anlamak; bozmak, tahrif etmek demektir.

Mağarada olmak bu demektir; ancak kendi tecrübemizle meseleye bakar, kendi tecrübemizin bir parçası haline getirerek aktarılan hakikat ile ilişki kurarız. Bunun nedeni, hakikat bilgisinin bireyselliği, taklit ve tekrar edilemezliğidir. Lakin bu mutlak ve aşılmaz bir dağ olmamalıdır: Hakikat ile aramızda bir vech-i has (özel, bireysel yön) vardır ve bu özel yönün dışında hakikate başka bir yerden varmak söz konusu değildir. Peki 'aktarılan' ne olacaktır; bize vech-i hassı hatırlatır ve oradan çıkmaya vesile olabileceği gibi 'lafız' düzleminde bir tatmin de oluşturabilir. Dildeki paylaşımın sınırı ve imkanı da budur. İslam geleneğinde nazarıyatçıların 'taklit-tahkik' diye ifade ettikleri çelişkiyi sufiler 'taklit-zevk (tatmayan bilmez)' çelişkisinde anlatırlar.

Hal böyle olunca bir çok durumda hakikatin söylenişi ile kendisi arasında mesafe bulunur, hakikatler söylendikleri yerde durmaz, kuyu düşündüğümüzden daha derin olur, dil hakikate yetişemez, lafız hakikati yüklenemez. Ariflerin 'arif konuştuğu yerde değildir' veya 'arif burada idi, şimdi gitti' dedikleri durum tam olarak budur. Böyle durumlarda dil hakikatin sadece izini taşır, ona götüren bir işaret ve yol olmanın ardına gidemez, 'hikmetin yolu' olmak üzere kalır.

Vakıa hakikat söyleyenden bağımsız bir şekilde itibar görmelidir ve dikkate alınmalıdır dense bile, bu söz, nadiren doğrudur. Söz söyleyenle kıymetini alır, söyleyende var olur, söyleyene itimat ile yorumlanır. Ölüme 'düğün gecesi' diye bir söz işittiğimde aklıma bütün bunlar gelir. Böyle bir sözün taklidi olmaz, lafızla buna iştirak edilemez, söyleyeni tanımasak böyle bir söze inanmayız, 'intihar' temayülü diye bir yana bırakırız. İnsanın içindeki en güçlü saik varlığını sevmek ise ölümün 'şeb-i arus (düğün gecesi)' diye anılması büyük bir paradoks olarak bizi sarsar, neyi anlamadığımızı veya neyi ihmal ettiğimizi düşünmeye başlarız.

Tasavvuf tarihinde bu minvalde birçok söz söylenmiştir, sufiler bütün insanlık için değerli bir mirası 'mağaradakiler' için bırakmışlardır. Bütün zamanlarda bu miras ile -buna metafizikçilerin mirası dahildir- ilişkide en ciddi sorun 'sahicilik' ilkesi olmuştur. Bir söze inanmak ile inanır gibi olmak arasındaki fark dildeki hikmetin bereketini ortaya çıkartacaktır. Tasavvuf kitaplarında ısrarla okuru 'insaf' sahibi olmaya davet etmenin nedeni budur, Konevi'nin metafizik talibine 'ilkeleri geçici olarak, söyleyene hüsnü zan üzere kabul etmelisin' diye verdiği tavsiyenin amacı da budur. Dildeki şekilsel ortaklık, yol yürümek cesaretiyle gerçek ortaklığa varma ihtimali içerir. Konevi, İbnü'l-Arabi'yle ilişkisini böyle izah eder: 'bilgi kaynağına ortak olduğum.'

Müslümanlık, ölümü bir son olarak kabul etmemek inancı üzerine kuludur. Bu inancı ise Tanrı hakkındaki telakkilerimiz ortaya çıkartır. Gerçekte ahiret hakkındaki inancımız, Tanrı hakkındaki dinamik ve etkin inancımızı gösteren iki önermeden biri, fakat daha önemli olanıdır. Birincisi alemin varlığını anlatan Tanrı'dan geldik, öteki ise ne olacağımızı gösteren 'O'na döneceğiz' ilkesidir. Bu itibarla en azından lafız düzeyinde Mevlana ile irtibat kurmak mümkündür, çünkü her mümin 'ölüm son değildir' diyecektir. Fakat bu da taklidi bir imandan öteye geçmediği sürece sahici bir ilişkinin zemini olamayacaktır.

Mevlana'nın ölümü böyle addetmesi tasavvuf tarihinde aşina olduğumuz bir husustur. Bir çok sufi bu ve benzeri sözler söylemiştir. Bununla birlikte Allah ile karşılaşmak herkeste aynı düşünceyi oluşturmamış, havf ve haşyet üzerinden Tanrı ile karşılamayı bekleyenler 'keşke yaratılmamış olsaydım' gibi cümleler kullanmışlardır. Mevlana'nın sözlerini açıklayabilecek en iyi tabir bu olmalıdır: Daha doğrusu biz 'şeb-i arus' ile 'keşke yaratılmamış olmak' arasındaki derin bağı -belki ayniyeti- çözümlediğimizde Mevlana'ya biraz daha yaklaşmış olabiliriz. Havf-haşyet ehlinin sözünü ettiği şey, Tanrı ile karşılaşmadaki büyük haya, ar ü haya şişelerinin taşa vurulmasıyla toplumsal bağlardan ve bireysel korkulardan özgürleşen bir ruhun Mutlak Hakikat karşısındaki titreyişidir. Herhalde bu sözü söyleyenlerin ne dediklerini en iyi Mevlana, Mevlana'nın sözünü ettiği şeyi ise onlar anlayabilmiştir.

Haya, Allah'tan korkmak ile Allah'ı sevmenin bir ve aynı şey olduğu ahlakın adıdır.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN