Kalp nedir?
Kalp düşünme ve idrak etmek melekesidir, belki meleke ile düşünmenin özdeşleştiği bir hali hesaba katarak idrak faaliyetinin ta kendisidir diyebiliriz. Daha iyi anlaşılabilecek bir yorumla da kalp temel eylemi düşünmek ve anlamak olan kabiliyetlerimizin en genel ismidir. 'Genel' diyoruz çünkü en azından dini metinlerdeki atıflarda kalbin birçok derecesinden ve isminden söz edebiliriz. Kalbin ne olduğunu doğru anlayabilmek için onu günlük dilde müspet veya menfi hissiyat ile ilişkilendiren yaklaşımlardan sarf-ı nazar etmek gerektiği gibi aynı zamanda tasavvuf kültüründe dile gelen birçok tabire karşı mütevakkıf olmak gerekir. Günlük dilde kalp -gönül- hakkında söylenenler, onu bazen insanın kendisi ile bazen duygusu veya düşüncesi ile özdeşleştirirken birçok sözde ise kalp insanın ruhuna veya kendisine yakın bir anlamda kullanılır. Kalbim kırıldı derken herhalde kalp en ileri anlamını kazanarak bizzat insanın şahsiyeti ve şerefi ile özdeşleşerek en güçlü anlamlarından birisini kazanır günlük dilde. Kalp, Türkçede gönül ile karşılanır, buna mukabil yürek ile arasında açık bir fark olduğu kabul edilir. Kalp daha çok naif, kırılgan ve hassas taraf iken yürek doğrudan kan ile ilgili cesareti anlatan bedenin bir parçası olarak kabul edilir. Kalpsiz derken merhametsiz ve düşüncesiz insanı anlatırız, yüreksiz derken korkak insanı.
Dini metinleri yorumlamak üzere ortaya çıkan tasavvuf literatürü anlayabilmek için kalbi önce duygulardan ayrıştırıp onu günümüzdeki anlamıyla zihin ve akılla irtibatlandırmak gerekiyor. Buna mukabil birçok vesileyle kalp ile zihin arasında bir ayrım ortaya konulurken aynı zamanda tasavvufun kalp ile akıl ayrımı üzerine kurularak kalbi esas alan bir disiplin olduğu düşünülür. Öte yandan din ile kalbin ilişkisi de çok güçlü bir şekilde kurulduğuna şahit oluruz. Birçok insan dini akılla izah imkanları ve delilleri nispeten daha görece ve daha zayıf iken kalp diliyle iletişim kurabilen bir şey olarak düşünür. Kalbi zihinden ayrıştırmanın nedeni günümüzde zihin hakkındaki telakkimizle ilgili olduğu kadar aynı zamanda başka bir kavramın unutulmuş olmasıdır. Kalbi zihin ile irtibatlandıran ana kavram ruh, daha doğrusu insandaki canlılık ilkesinin ötesinde derin anlama sahip insan ruhu olabilir. İnsan ruhu onu hayvanlardan olduğu gibi öteki varlıklardan ayrıştıran ana sebep iken ruhun doğası hakkındaki bilgisizliğimiz kalp ile zihin arasındaki ayrışmayı tahkim etmiştir. Öyleyse kalbin anlamını anlayabilmek insanın tanımını ortaya çıkartan ruhun ne olduğunu hatırlamaya bağlıdır. Artık ruh eski anlamını tamamen yitirmişe benziyor, Müslüman düşüncede öteden beri yer alan agnostik ruh telakkisi ise bunun önemli nedenlerinden birisi olmuştur. Bu durumda ruhun ne olduğu bilinmediği için birçok konu da belirsiz bir şekilde kalıyor ve bu kez kalp bütün bu belirsizliklerin taşıyıcı kavramı haline geliyor. Başka bir anlatımla ruha dair bilgiler ortadan kalktıkça, düşünme ve idrak faaliyeti beyne, buna mukabil duygular da kalbe izafe edilir hale geldi. İşin en yanlış kısmı ise ahlakın da duygulardan birisi sayılarak duygular arasında addedilmiş olmasıdır. Önce bu yanlışı tashih ve tadil etmek gerekir.
Bu itibarla kalbin insana mahsus bir hal veya 'yer' olduğunu düşünmek gerekir. Tasavvuf metinlerde kalbin farkına varmanın (kalbi bulmak, kalbi bir yerde veya birinin yanında bulmak, vecd-vücud) veya potansiyel halindeki kalbin bilfiil hale gelmesinin ancak iman ve marifetle mümkün olabileceğini tespit edebiliriz. Öyleyse en azından dini düşüncenin ana temel disiplinlerinden birisinde kalp bir mevhibe kabul edilerek özel bir lütuf olarak insana açılan bir idrak kapısı şeklinde telakki edilir. İnsana düşen şey kalbin gelişi için hazırlık yapmak iken bu hazırlanma bazen sonuçtur (kalbin bulunuşu hazırlığı önceler), bazen bir vesiledir, ancak kalbin fark edilmesi başlı başına hidayetin kendisidir.
Tasavvuf metinlerinde kalp ile eş anlamlı birçok kelime bulunduğunu ve bunların kalbin farklı dereceleri ve yetenekleri olduğunu görebileceğimiz açıklamalar yer alır. Bu mertebelerin ortak özelliği bilmek, bilginin saf hali, yüksek ahlakı ortaya çıkartan derin bir kavrayış (tefakkuh) ile aynı zamanda sevmek, merhamet gibi yüksek ahlaktır. Kalbin yanında önce sadr, daha sonra fuad veya lüb ve sır diye tabir edilen kalbin dereceleri akla gelebilir. Bu durumda Müslüman düşünce geleneklerinde meratibü'l-kalp veya derecatü'l-kalp (kalbin mertebeleri veya dereceleri) diye isimlendirdiğimiz bir tedricilik ve mertebe fikri olduğunu hatırda tutmak gerekir. Bu tedricilik en nihayetinde hepsi de lütfa dayanan bir ahlaklanma ve marifet yoluyla açılan kapılara gönderme yapar. Tasavvufun amaç edindiği kalbin arındırılması ve tezkiyesi ise idrake erebilmek için aklın önündeki engellerin ve koşullanmanın kaldırılması, duyular ve hafıza ile sınırlandırılmış aklı özgürleştirmek olduğunu bilmeliyiz.
Öte yandan bu anlamıyla kalbi, Hakk'ın mekanı görmek tasavvuf metinlerinin hadislerden istinbat ettikleri en önemli bilgilerden birisidir. Hadislerde kalp bedeni yöneten yer olarak kullanılırken başka bazı hadislerde ise Hakk'ı sığdıran yer olarak kabul edilir. Her halükarda kalp, insanın Hak ile temas ettiği ve O'nu keşfettiği bir metafizik nokta gibi düşünmek gerekiyor.
Hacı Bayram Veli şöyle der:
Çalabım bir şar yarattı, iki cihan aresinde
Bakınca didar görünür ol şarın kenaresinde
Nagehan ol şara vardım, ol şarı yapıla buldum
Ben dahi yapıla geldim taş ü toprak arasında
Hacı Bayram'ın iki cihan arasında Hakk'ı gören yer olarak betimlediği şey kalptir.
Ekrem Demirli
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.