Ekrem Demirli
14.11.2021
Ekrem Demirli
Klasik düşüncede aklın üç hali
Tüm Yazıları

Klasik düşüncede aklın üç hali

İslam düşünce tarihinin dikkate değer özelliklerden birisi yaklaşık aynı zaman diliminde ve coğrafyada birbirinden farklı düşünce ve bilim geleneklerinin genellikle çatışarak bazen de yardımlaşarak teşekkül edebilmiş olmasıdır. Bu itibarla Müslümanlar, birkaç asırlık bir zaman sürecinde Grek felsefesi ve bilimi ile kaynakları her zaman tartışılagelmiş olan kelam nazariyeleri, bir de başlangıçta ne yaptığı anlaşılmadığı için nazari disiplinler dâhilinde addedilmeyen tasavvufun eş zamanlı gelişimine şahitlik etti. Bu karmaşık ve çatışmalarla dolu süreci yönetebilecek hâkim bir dini kurum bulunmadığı gibi hanedanların tereddütlü ve ikircikli yaklaşımları süreci daha sıkıntılı hale getirmiştir. Hanedanların bilim ve felsefe ile ilişkileri pratik amaçlar üzerinden tesis edilmiş, bilgiye iktidarı besleyebilecek bir araç olarak yaklaşmışlarken bazen görece dini gerekçelerle bazı mezhepleri ötekilerine karşı desteklemiş, onları hâkim ideoloji haline getirmişlerdir. Hristiyanlığın bilim ve felsefe ile ilişkisi hiç kuşkusuz tamamen farklı bir istikamet takip etmiştir, bu nedenle herhangi bir karşılaştırma yapmak doğru değildir fakat yine de İslam'ın tecrübesi, hâlihazırda bile dikkatimizi ve merakımızı cezbedebilecek unsurlar içerir. Bu disiplinlerin ayırıcı özelliklerini tespit edebileceğimiz en iyi alan akıl anlayışlarıdır. Her bir disiplini ayrıştıran yaklaşım onun akıl tasavvurunda bulunabilirken, sözünü ettiğimiz zaman zarfında belirgin bir şekilde birbirinden ayrışabilecek olan akıl telakkilerinin ortaya çıktığına şahitlik ederiz. Bu bakımdan sorun akıl ile vahiy veya tasavvufi hayat ilişkisi sorunu değil, akıl hakkındaki farklı tasavvurların çatışması idi.

Bu meyanda üzerinde durmamız gereken ilk teori en yetkin bir şekilde Farabi'nin temsil ettiği akıl telakkisidir. Her şeyden önce Müslüman düşünce tarihinde erken evrede akılla ilgili bir literatür oluştuğunu biliyoruz ve Farabi'nin "Akıl Risalesi" de bu literatür dahilinde en dikkate değer olanlardan birisidir. Bunun nedeni, kelimenin gerçek anlamıyla bir akıl tanımı yapmak üzere eserini yazmış olması, bu amaçla da akıl bahsinde düşülen temel hataya dikkatimizi çekmiş olmasıdır. Farabi'nin öteki eserlerinde serdedilen görüşler, Akıl Risalesi'nin gereği olan düşüncelerdir çünkü aklın mahiyetini bilemedikten sonra herhangi bir şekilde onun ortaya çıkartabileceği bilgilerden söz etmemiz mümkün değildir. Bu itibarla Akıl Risalesi, Farabi'nin metinlerine giriş sadedinde okunabilecek değerli bir risaledir.

Her şeyden önce Farabi, düşüncesinin kaynaklarını belirleyerek eserine girer. Ona göre akıl bahsinde takip etmemiz gereken metin veya metinler, Aristoteles'in mantık ve metafizik kitaplarıdır. Bu yönüyle 'Farabi'nin akıl anlayışı' diye bir şeyden söz etmenin anlamı yoktur, Grek mirasından itibaren metafizik ve mantık literatüründe teşekkül etmiş olan müşterek anlayıştan ve tanımdan söz etmek gerekir. Farabi yeni veya kendine özgü bir akıl anlayışını değil, tam olarak Aristocu bir aklı savunmaktadır ve bunun dışındaki akıl anlayışı bizi gerçekten uzaklaştıracaktır. Öte yandan bu tek akıl, dinin uymak zorunda olduğu ve ilkelerine bağlanmak zorunda olduğu akıldır. Halbuki kelamcılar, bu aklı esas almak yerine, 'akletme' eylemi diyebileceğimiz geleneksel veya örfi tecrübeyi akıl yerine koyarak felsefe ile büyük bir yabancılık yaşanmasına yol açmışlardır. Gerçekte din ve felsefe çatışması diye isimlendirebileceğimiz bu durum, akıl ile din-vahiy arasındaki bir çatışma değil, akıl ile yanlış gelenekler ve törelere tabi olan makul gözüken tecrübe arasındaki çatışmadır. Meselenin bu kısmına daha sonra temas edeceğiz, fakat şimdilik söylemek istediğimiz husus, Farabi'nin yaklaşımının Meşşai felsefenin genel düşüncesi olmasıdır.

Farabi'ye göre akıl, öncelikle bedenden bağımsız bir cevherdir. Bu yaklaşım işin başında insana makul gelir, en azından öteki Müslüman cemaatin düşüncesiyle arada bir sorun varmış gibi hissedilmez. Bununla birlikte Farabi'nin bu ayrık cevheri temellendirmesi, meselenin havi olduğu çatışma potansiyelini bize gösterir. Her şeyden önce akıl onun düşüncesinde, ontolojik bir gerçeklik ve varlık türü olarak ortaya çıkar. Burada Farabi'nin dikkatimizi çektiği iki tarz aklı hatırlamak gerekir: Birincisi göksel varlıkların bir kısmının akıllar olmasıdır. Bu yönüyle akıl bir varlık türüdür ve "sudur teorisi" üzerinden tanrı ile âlem arasındaki ilişkinin kuruluşunda akıl belirleyici bir rol oynarken epistemolojinin zemini de bunun üzerinden tesis edilir. Teorinin dayandığı ana noktalardan birisi İlk İlke'nin kendini akletmesiyle sürecin başlamış olmasıdır. Bu yönüyle aklı konuşmak, Tanrı'nın ilk eyleminin akıl olduğunu ve aynı zamanda Tanrı'nın akıl-makul ve akl olduğunu konuşmakla başlar. Burada metafizik ile insan ve öteki varlıklar arasındaki irtibatın akıl ve akletme eylemi üzerinden tesis edildiğini görmekteyiz. Öte yandan Tanrı'dan çıkan şey de akıldır. Bu durumda Tanrı'nın var etmesi akıl ile gerçekleşirken aynı zamanda ondan çıkan şeyler de akıllar olmaktadır. Filozoflar, söz konusu akılların 'din dilinde' melekler diye isimlendirildiğini söylemiş olsalar bile, İbnü'l-Arabi gibi metafizikçiler bunu reddederek melekler ile akılların başka şeyler olduğunu söyler.

Göksel akılların ardından insanı bütün canlılardan ayrıştıran kurucu ilke olan 'akıl' gelir. Bu itibarla 'insan hayvan-ı natıktır (düşünen canlı)' önermesi akılcı-makul bir ontolojinin istilzam ettiği mantıksal sonuca dönüşerek tamamen filozoflara mahsus bir anlam kazanır. Akıl tanımları insan tanımını esastan değiştirebilecek imkanlara sahiptir. Bu akıl doğuştan birtakım ilkeler getirir, onun 'makul' âlemi idrak etmesiyle de insan kemale ulaşır. Ahlak ise bu idrake göre yaşamakla aklın pratik kısmının yetkinleşmesini sağlar. Burada öteki din bilimleri için meselenin en önemli kısmı ise Farabi'nin 'mille' dediği din ile aklın ilişkilerinde ortaya çıkar. Farabi'ye göre olması gereken şey, dinin böyle bir aklın ilkelerine bağlanarak hakiki değerlere göre yorumlanmasıdır. Bu yönüyle akıl kendi kendine yeterli, insanı hakikate ulaştırmanın ötesinde hakikatin bizzat kendisi olarak insanlık ideasıyla özdeşleşir.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ekrem Demirli

Ekrem Demirli Diğer Yazıları