Müslüman, kehânet karşısında nasıl bir duruş sergilemelidir?
Bundan önceki yazımızda kehânetin tanımını yapmış ve İslam dininden önce insanlığa gönderilmiş dinlerin ve yeryüzündeki insan topluluklarının kehanete bakışları hakkında birtakım bilgileri sizlerle paylaşmıştık. Bugün kaleme alacağımız satırlarda bir müslüman için kehanetin ne anlama geldiğini, kehaneti nasıl anlaması gerektiğini ele almaya çalışacağız.
Müslüman birey için kehânet ne anlama gelmelidir?
Hatırlayacağınız üzere geçen yazımızda İslam öncesi dinlerin kehanete bakışını özetleyerek vermeye çalıştık. Tüm dünyada, biri birinden farklı toplumlarda kehânetin var olduğunu ve günümüzde de hala farklı isimlerle bu anlayışın toplum hayatında yaşamaya devam ettiğini ifade ettik. Şimdiyse İslam inancında kehânet kavramına nasıl bakıldığına ve bir müslümanın bu kavramı nasıl anlaması gerektiği konusuna TDV İslam Ansiklopedisi'deki bilgiler eşliğinde değineceğiz.
Öncelikle inanç ilkelerimizde temel kaynağımız, mukaddes kitabımıza baktığımızda, Kur'ân-ı Kerîm'de "kâhin" kelimesi iki yerde geçtiği görülmektedir. Bunların birinde şöyle buyurulmaktadır: "(Ey Resulüm) Sen öğüt vermeye devam et; And olsun Rabbinin lütfu sayesinde sen asla ne bir kâhinsin ne de bir mecnun..." (Tûr, 29)
Diğerinde ise "Bu Kur'an, elbette değerli bir elçinin sözüdür. O bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! O bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! (Bilin ki,) O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir." (Hâkka, 42) buyurulmaktadır.
Bu iki ayette, açık ve net bir şeklide, Cahiliye dönemi Arap toplumunun yabancı olmadığı bir kavram olan "kâhin"likten Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz tenzih edilirken, aynı zamanda Kur'an-ı Kerim'in de ne bir şair ne de kâhin sözü olmadığına; bilakis onun bizzat Allah Teâlâ'nın indirdiği bir vahy-i ilahi oluşuna dikkat çekilmektedir.
Gerek İslam dininin ortaya koyduğu temel ilkelerden biri olan Tevhid ilkesine aykırılığı sebebiyle gerekse gerçek/doğru bilgiyle bir alâkası bulunmayışından ötürü İslâm dininde kehânet şiddetle yasaklanmıştır. Bir ayet-i kerimede, "De ki: "Allah'tan başka göklerde olsun yerde olsun, hiç kimse gaybı bilemez." (Neml, 65) buyurulurken, gayba dair malumatın, sadece Allah'ın bilgisi dahilinde olduğu vurgulanmaktadır. Kâhinlerin, gayba dair bilgileri cinlerden aldıkları yönündeki algı ise Hz. Süleyman'dan (as) verilen şu örnek ile geçersiz kılınmaktadır:
Tarihi kaynaklarda verilen bilgilere göre, Hz. Süleyman (as) ayakta iken vefat etmişti. Ancak o, bir süre bastonuna dayalı olarak öylece kalmıştı. Cinler onun öldüğünün farkına varamamışlar ve kendilerine verilen ağır işleri bir süre daha yapmak zorunda kalmışlardı. Bu süre zarfında bir ağaç kurdu bastonu kemirmeye başlamış ve sonunda baston kırılınca Hz. Süleyman yere düşmüştü. Ancak o zaman cinler Hz. Süleyman'ın vefat ettiğini anlayabilmişlerdi… Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ, cinlerin kendilerine uzak bir mesafede duran Hz. Süleyman'ın hayatını kaybettiğinin farkında olamayışlarını, bir süre daha yapmaya mecbur bırakıldıkları ağır işleri yapmak zorunda kalışlarını, onların gayb alemine dair bilgilerinin olmayışına çok manidar bir delil olduğunu şu ifadelerle ortaya koymaktadır:
"Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimizde, onun öldüğünü, ancak asâsını kemiren ağaç kurdu göstermişti. Süleyman'ın bedeni yere yığılınca şu gerçek ortaya çıktı: Eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı, o aşağılayıcı eziyete katlanıp durmazlardı." (Sebe, 14)
Şimdiyse Peygamber Efendimizin kâhinlere ve kehânete dair ümmetine verdiği bilgi ve uyarılara değinmek istiyoruz…
Konuyla ilgili olarak Ashab-ı Kiram'ın Peygamber Efendimizden aktardığı pek çok hadis bulunmaktadır. Bunlardan biri "herhangi bir konuda bilgi edinmek için kâhinlere başvuranın Hz. Peygamber'e indirilen vahiyleri inkâr etmiş olacağını" haber vermekte (Bkz. Ebû Dâvûd, "Ṭıb", 21; İbn Mâce, "Taḥâret", 122; Tirmizî, "Ṭahâret", 102); diğeri "böyle bir kimsenin kıldığı namazların kırk gün kabul edilmeyeceği" bildirilmekte (Bkz. Müslim, "Selâm", 125) ve bir diğer hadis de böyle kimselerin "cennete giremeyeceği" ifade edilmektedir (Bkz. Müsned, III, 14).
Bir gün Peygamber Efendimize (sav), "kâhinlerin gaipten haber verme iddiasında bulundukları" söylendiğinde, cevaben "onların verdiği bu tür bilgilerin gerçekte bir değerinin olmadığı"nı bildirmişti. Bu kez o kişiler, "ama bazen söylediklerinin doğru çıktığı"nı ifade edince, Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz şu önemli tespitte bulunmuştu: "Onlar, söyledikleri bir doğruya yüz yalanı karıştırarak söyleyen kimselerdir." (Bkz. Buhârî, "Ṭıb", 46; "Tevḥîd", 57; Müslim, "Selâm", 122-123).
Anlaşılan odur ki, Resul-i Ekrem bir Cahiliye adeti olan kehânetin, müslümanlar arasında yaşamaya devam etmesini asla doğru bulmamış ifade buyurduğu hadisleriyle bunu kesinlikle yasaklamıştır. Hatta insanları bir kehanet türü olan "kuşların uçuş şekillerinden bir hüküm ve mana çıkarma" anlayışından menetmiş, kehâneti çağrıştıracak bu gibi âdetlerin insanlar tarafından devam ettirilmesini istememiştir.
Aktardığımız bu bilgilerden sonra ilgili maddede değinilen şu önemli tespitleri de eklemek isteriz:
Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye'de büyücülük, bazı nesne ve olayları uğursuz addetme anlayışı; fal ve bakıcılık da yasaklanmış, böylece kehânetin her çeşidi "bâtıl" (gerçek dışı) kabul edilerek reddedilmiştir. Buna rağmen İslâm dünyasında kâhinlik tamamen ortadan kaldırılamamış, bu Câhiliye geleneği zaman zaman toplumun değişik kesimlerinde ilgi görmüştür. Günümüzde kâhinlere başvuranların sadece halkla sınırlı kalmayıp bir kısım seçkin insanların bile kâhinlerle ilgilenmesi ve bunlara itibar etmesi, ayrıca çağdaş dünyada kehanetin bazen dinî bir görünüm altında sunulması, konunun ciddiyetini gösterdiği gibi dinin aslî hüviyetini hurafe ve yanlışlardan koruma yükümlülüğünü de arttırmaktadır.
Yazımızın sonunda, şunu önemle ifade etmek isteriz: İslam dini, insanları gerçek ve doğru bilgiye yönlendiren, ilmi yücelten, bilimsel çalışmaları teşvik eden bir dindir. Yanı sıra yegâne hükümranlığın Allah'a ait olduğunu "Tevhid" anlayışıyla insanlara kazandıran, O'na gerçek anlamda kul olanın, bütün kâinata hükmeden bir güce ve imkana sahip olacağını da bildiren bir dindir. Dolayısıyla bu dinin müntesibi olanlar, "Kriz Kâhinliği" yapan bazılarının ortaya attığı teorilerle, "muhtemel" faraziyelerle, kötüye yordukları birtakım verilerle felaket tellallığı yaptıkları görüşlerine hiç itibar etmezler… Hele ki bu kişi, yıllarca bu ülkeyi ve milleti, verdiği borçlarla derbeder kılan Uluslararası Para Fonu (IMF) adlı kuruluşun danışmanı; bir diğer vasfı da "Dr. Kıyamet" olan Nouriel Roubini ise…
Modern kâhinlerin birtakım kehanetlerine değil, ilimle, bilgiyle, şevkle çalışan, gayretini esirgemeyen ve lâf değil, "iş yapan"ların ortaya koyduğu eserlere bakmak ve itibar etmek gereken günlerdeyiz. Kısacası, kehânetlerle uğraşanlardan değil, firasetle "iş yapan"lardan; veya bu vasfı taşıyanların yanında olmak sorumluluğundayız vesselâm... En kısa sürede firaset konusunu ele almak üzere sağlıcakla kalınız efendim…
Mehmet Emin Ay
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.