Arama

Ekrem Demirli
Nisan 2, 2023
Oruç ve Şehir
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Oruç bireysel ve gizli bir ibadettir, bunu biliyoruz. O zaman oruç ile şehir ve toplumsal hayat arasında doğrudan bir ilişki kurmak doğru bir değerlendirme olarak kabul edilemez. Bununla birlikte orucun toplumsal yönü ve şehir hayatındaki izleri dolaylı veya orucun açılmasını takip eden birtakım etkinliklerle ilgilidir. Başka bir anlatımla oruç ifa edilirken değil açılırken (iftar ve sonrası) şehirde bir takım etkiler oluşturur, daha önce şehirden ve hayattan geri çekilmiş olan insan topluma daha çok katılabilir, şehir ile oruç arasında bir ilişki gelişebilir. Oruç ve şehir ilişkisi bu bakımdan kurban ibadetini hatırlatıyor: Kurban salt 'kesme/kan akıtma' ibadeti olarak tanımlanabilir, bunun ötesinde bir anlamı yoktur. İşin bu kısmıyla kurbanın toplumsal hayat ve şehirle doğrudan alakası olmadığı gibi ibadetin içinde 'öteki' herhangi bir şekilde hatırlanmaz. Bu bakımdan kurban tam bir bireyselleşme, toplumsal bağların dışına çıkarak Tanrı karşısında kendini 'ben' olarak idrak edebilmeye sabır, bütün bağları boşlayarak benliği mutlak bir ibadet gibi yüklenebilme cesaretidir. Fakat kurbanın icra edilişinde belirlenen şeyin 'yenilebilir' bir hayvan olması ibadetin ardından bir paylaşım ortaya çıkarmıştır. Kurban kesen insan 'seyr-ilellah' yani Tanrı'ya gidiş yolunda büsbütün koptuğu insanlara sanki kurbanın etini ve başka unsurlarını bir hediye ve ikram gibi getirmiş demektir. Oruç da böyledir: Başta insanlardan kopma ve uzaklaşma amacı taşıyan oruç ibadeti, orucun açılmasıyla birlikte görece bir toplumsallaşmanın yolunu açar, insanların 'beraber' olmasına dolaylı da olsa katkı sağlar.

Binaenaleyh orucun tanımını belirleyen 'açlık' ve 'imsak', şehir hayatından ve toplumdan bir ölçüde uzaklaşmaya yardım eder. Bu bakımdan 'insan doğası gereği toplumsal canlıdır' tanımını ikmal etmek üzere 'insan hakikati ve ruhsallığı bakımından bireydir' diye ikinci bir cümlenin bulunduğunu oruçla hatırlarız. Bu yönüyle insanın toplumsallığı öteki varlıkların familya teşkil etmesinden ayrışarak 'toplumsal-bireysel', çok-bir, ünsiyetçi-yabancı, aşina-meçhul gibi daha karmaşık ve paradoksal bir duruma dönüşür. Bu ikinci açıklama, bağımlılık ve zaruri ihtiyaçlar kümesinin dışına çıkarak daha insani bir toplumsal hayatın düşünülmesine imkan verir. Oruç insanın mutlak bir ihtiyaç ve mecburiyet gibi yöneldiği toplumsallığa karşı araya duvar koyarak bireysel varlığını tekillik ve yalnızlık aynasında düşünmesini icbar eder. O zaman orucun şehirle ilişkisini bu minvalde düşünmek gerekir.

Ramazan ayında itikaf sünneti bize toplumsallıktan yalnızlığa doğru seyri hatırlatır. İtikaf bir ayın önemli bölümünü tam bir yalnızlık içerisinde geçirerek halvet der-encümen yani toplum içindeki yalnızlığı-bireyselliği idrak etmenin yolunu aramak demektir. Hz. Peygamber (SAV) böyle yapmış, ondan sonra ümmetinde bu ibadet sünnet olarak kalmıştır. Tasavvufta ortaya çıkan halvet ve itikaf uygulamaları miktar ve nitelik bakımından kısmen farklılık arz etse bile özünde bu yalnızlık sünnetinin devamı olarak görülebilir. O zaman orucun şehir ve toplumla ilişkisini menfi bir ilişki tarzında düşünmek gerekir.

Bununla birlikte Ramazan'da öteki ibadetlerin ele alınma tarzı değişir, kendine mahsus bazı durumlar ortaya çıkar. Bu ibadetler oruç değildir, oruçla ilgili de değildir fakat bunlar Ramazan ayı içerisinde daha dikkatle ele alınan ibadetlerdir. Bu itibarla Müslüman toplumunun adet ve içtihadı Ramazan ayını görece daha yoğun bir ibadet ayı olarak idrak etmek olagelmiş, gündüzü oruçla geçirilen bir ayda daha çok ibadet etmek istenmiştir. Bunların başında zekat ve sadakalar gibi toplumsal yönü görece baskın olan ibadetlerin bu ay içinde verilmesi veya artırılması gibi uygulamalar gelir. Vakıa bunların Ramazan ayı veya oruçla doğrudan ilgisi yoktur fakat -bazı rivayetleri de dikkate alarak- toplumsal adet, bu ibadetleri Ramazan içinde daha makbul gördü. Bu nedenle Ramazan ayı orucu gölgede bırakacak şekilde bir cömertlik ve paylaşım ayına döndürüldü. Böyle bir yaklaşım yani Ramazan'ın bir paylaşma ve yoksullara ikram ayı gibi düşünülmesi, oruçtaki bireyselliğe karşı toplumsal bilincin direnci ve pasif itirazı olarak kabul edilebilir. Başka bir anlatımla gelenek ve kültür ibadetin tanımına karşı bir direnç koyarak Ramazan'ı 'oruç' üzerinden değil, orucun açıldığı iftar -ve kısmen sahur- üzerinden yapmayı yeğlemiş, orucun iktiza ettiği 'gücü azaltmak ve bedeni zayıflatmaya' karşı paylaşma ile canlandırmayı, yalnızlığa karşı da kalabalıklaşmayı tercih etmiştir. Binaenaleyh oruca değil de orucun açılmasına odaklanmak, gelenek ile dinin amaçları arasındaki çatışmanın bir örneği olarak görülebilir.

Oruç tutmak, bedenin zayıflatılmasıyla birlikte zihnin anının genişlemesini, ruhun bedenin etkilerinden arınarak bireysellik ve yalnızlıkta kendini ve Tanrı'yı düşünmesini amaçlar. Bu itibarla oruç ve şehir ilişkisinde akla gelebilecek ilk unsur, görece sakin ve durağan bir şehir hayatının Ramazan'da müşahede edilmiş olmasıdır. Modernleşme süreciyle birlikte bunun gerçekleşmesi zordur, çünkü hayatın normal akışında bu ay içinde bir kesinti yaşanmıyor. Bu durumda daha çok 'sinirli' ve öfkeli bir şehir ortaya çıkıyor. Bununla birlikte bir ölçüde orucun sükunet ve dinginliğinin şehre indiğini düşünmek, en azından beklemek mümkündür. Hz. Peygamber'in (SAV) bununla ilgili tavsiyeleri olduğunu biliyoruz. Öfkeye ve kavgaya yol açabilecek durumda oruçluya 'ben oruçluyum' demesini tavsiye eder hadis-i şerif. Bunun anlamı oruçlu iken insanın kendini daha çok koruması, kendini sakınması gerekir demektir. Çünkü oruçlu bir sırrı taşıyor veya sırra nail olmak istiyor, onu izhar etmemek, gerçek imsaktır.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN