Arama

Ekrem Demirli
Mart 15, 2023
Nedensellik Üzerine

Doğada hadiseler ve nesneler belirli bir nedensellik zinciriyle mi ortaya çıkar yoksa nedenlerini bilemeyeceğimiz bir belirsizlikle veya büsbütün bağımsız bir şekilde mi ortaya çıkarlar? Düşünce tarihinin belki de en ciddi sorunlarından birisi budur. Öteden beri filozoflar dünyanın var oluşunu ve halihazırdaki işleyişini nedenli ilişkiler dairesinde açıklamak istemiş, düşüncenin istikametini ise nedenleri tespit olarak belirlemişlerdir. Bu itibarla zihin dünyayı tanırken gerçekte hadiseleri ortaya çıkartan nedenleri ararız, nedenleri tanımakla hadiseler karşısında nasıl bir tutum takınabileceğimizi öğrenir, böylece yaşantımızın ihtiyaç duyacağı tedbirleri hadiseler gerçekleşmezden önce alma imkanına kavuşuruz. Bu yaklaşımı temsil eden örneklerden birisi İbn Sina'nın 'bir şeyi bilmek onun nedenini bilmektir' mealindeki sözüdür. Vakıa hadiseleri bilmek onların nedenlerini bilmek demek iken nedenlerini bilmek ise sürekli bir işleyiş dahilinde alemdeki düzeni anlamak demektir. Bu meyanda belirli bir hadisenin nedenini bilmek zihin için yeterli değildir; nedensellikten söz edebilmek için bunların sürekliliğini, her durumda ve her hadisede geçerliliklerini tespit edebilmek gerekir. Bu durumda nedenselliğin iki temel özelliği ortaya çıkar: Birincisi her bir hadisenin ve her varlığın bir nedeni olmalıdır; ikincisi ise nesnelerin doğası sürekli aynı şeyi iktiza ediyor olmalıdır. Birinci ilke sayesinde tikel durumlar ve nesneler için belirli nedenleri tespit ederken ikinci ilkeyle de (süreklilik) bütün alemde bir nizam ve düzen bulunduğunu tespit ederiz. Bununla birlikte tekil durumların nedenleri hakkında az çok ittifak edilmiş bir kanaatten söz edilse bile, buradan hareketle nedenlerin sürekliliğini ispatlamada ikna edici bir yöntem ortaya konulmamıştır. Çünkü tümevarıma meşruiyet kazandırabilecek derecede evrendeki bütün durumları görmüş olmayacağımıza göre alemde mutlak bir nedensellik olduğunu söyleme hakkını kendimizde bulamayız.

Dini düşünce ekollerinin teşekkülü evresinde ortaya çıkan en ciddi sorunlardan birisi yaratıcı ve yönetici ilke olarak Tanrı ile alemdeki düzeninin ilişkisiydi. Dini düşünce bu temel sorun üzerinde odaklanmış, bunun ahlaki, itikadi ve metafizik yönlerini farklı bağlamlarda tartışmış, görece felsefi denilebilecek tutumlar ortaya çıkabilmişken ana akım nedenselliği tezyife dönük bir yaklaşımı benimsemiştir. Bu meyanda Müslüman düşünce hayatında nedensellik karşısında iki temel yaklaşım bulunduğunu söylemek gerekir. Birincisi Meşşai filozoflar ile görece onlara daha yakın fakat farklı bir bakış açısıyla nedenselliği benimseyen Mutezile'nin tutumudur. Müslüman filozoflar alemde bir nedensellik bulunduğunu kabul eder fakat nedenselliği çağdaş dünyanın öngörebileceği bir yöntemle veya sınırlarda ele almak yerine daha belirsiz bir şekilde izah etmeye yönelir. Bu yaklaşımın ana fikri sudur teorisinin iktiza ettiği bütün varlıklar arasındaki nedensellik ilişkiler ve bağlardır. Söz konusu yaklaşım günümüz bilim anlayışı bakımından muteber bir yaklaşım olarak kabul edilemez. Öte yandan filozoflar bu teorinin doğadaki izleri kadar özellikle ahlak ve siyaset bahislerindeki izlerini takip etmiş, insan kabiliyetlerinin farklılıkları, insanın sınırı, varlıkların değişmez ve sabit mahiyetleri gibi konular üzerinde durmuşlardır. Mutezile kelamcıları ise daha doğa dahilinde olduğu kadar ahireti de içerecek şekilde bir düzen ve nedensellik fikrini kabul etmişlerdir. Bu meyanda onların böyle bir nedenselliği benimsemelerinin dini ve ahlaki gerekçeleri akli ve bilimsel gerekçelerden önce gelir. Mutezile bilhassa Tanrı'nın birliğini O'nun adaletiyle özdeş sayarak alemdeki düzen fikrini temellendirmek isterler. Nedensellik fikrine en güçlü itiraz ise Sünni düşünceden gelmiştir. Sünniliğin bir teori olarak ortaya çıkışı öncelikle farklı inanç ve geleneklere karşı sahih akidenin savunulması amacı taşırken bu savunmanın dayanaklarından birisi doğada düzen bulunup bulunmadığını tespit idi. Bu meyanda Sünniliğin iki akımını sürekli birlikte düşünmek gerekir: Birincisi kelamcıların nedensellik, doğadaki düzen ve bu düzeninin dayanağını teşkil eden tabiat ve şeylerin mahiyeti teorisine yönelik eleştiriler iken ikincisi ise bu teorinin tikel konularda takibini yapan sufilerin yaklaşımıdır. Kelamcılar işin teorisini tartışırken ahlaki ve dini hayattaki yansımalarını sufiler ele almıştı. En genel anlamıyla her iki ekol, yani kelamcılar ve sufiler, dikkatleri Tanrı'yı alemdeki nizamın bir parçası haline getirebilecek veya O'nu sınırlayabilecek herhangi bir yaklaşımdan kaçınmak istemişlerdir. Onların Tanrı telakkisi Mutezile'deki adalet anlayışının mukabilinde kudret kavramı üzerine kurulmuştur. Tanrı kadir ise o zaman O'nun kudretini sınırlayabilecek herhangi bir neden veya bir düzen düşünmek dindarlığın ruhuna aykırı olmalıdır.

Çağımızda bu sorunları ele alırken Müslüman toplum daha çok Mutezile'nin yaklaşımını benimseyerek dini düşüncenin belirli bir düzen fikri üzerine kurulu olduğunu kabul ediyor. Gerçekte çağdaş dünyada nasıl bir evren telakkisi benimsemek gerekir, çağdaş teoriler içiresinde nasıl bir tutum almak gerekir, bu soru başlı başına bir meşemle olarak ortada durmaktadır. Fakat en azından geçmişteki tartışmaları hatırlayarak yeni yaklaşımı onlarda değil fakat onların da yardımıyla bulmak gerekir. Bu meyanda dikkatimizi çeken birkaç kavramı hatırlamak gerekir: Bunlardan birincisi sünnetullah öteki ise Allah'ın adaleti ve Allah'ın adeti kavramladır. Çağımızda bu kavramlar daha çok nedensellik anlamında veya nedenselliği tahkim etmek üzere yorumlanan kavramlar olsa bile, kavramların serencamı oldukça farklı bir mecrada gerçekleşmiştir.

Bunların üzerinde duracağız.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN