Arama

Ekrem Demirli
Şubat 27, 2023
Bazen dindarlık sitemkar olmaktır
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Dindarlığın sınırlarını Allah'a boyun eğmek, O'nun karşısında hor olmak, mutlak acizlik ve yoksullukla O'na yönelmek gibi anlamlar taşıyan ibadet kelimesi belirler. Allah hakkındaki bilginin artmasıyla birlikte bu durum önce içtenlikli bir teslimiyete, teslimiyet ise rızaya dönüşmekle taçlanır. Böyle bir rıza hali ise 'müslüman' olmayı, şükrü gerektiren bir nimet, bir lütuf saymak demektir. 'İslam nimeti için Allah'a hamd olsun' bu demektir. Hal böyle olunca ibadetin bu anlamlarıyla çelişen hemen her davranış, günah; rıza ile çelişebilecek her sitemkar söz, itiraz; her sorgulama, bir tereddüt ve dindarlıktan uzaklaşmak gibi telakki edilebilir. Halbuki dindarlık Tanrı ve insan arasındaki çok yönlü ilişkilerin idraki üzerine kurulu ise o zaman dindarlık bazen sitemkar olmak, bazen tereddüt etmek, genellikle sorgulamak, daha çok cevapsız sorularla yürümeye devam etmektir. Yolda olmak üzerine yapılan dualar, sürekli soruların eşlik ettiği cevaplardan yoksun bir yolda yürümenin güçlüğünü zımnen barındırır. İnsan bir yerde cevap bulamazsa, oradan uzaklaşır, soru sormayı bırakır; din ise sorularımıza nadiren cevap verir, bununla birlikte yolda yürümek için dua eder, yoldan çıkmamaya gayret ederiz. Soruların yeni sorular doğurduğu ve ortaya çıkan yeni soruların cevap vazifesi gördüğü tek alan dindir galiba.

Akide kitapları Tanrı karşısında uyulması gereken kurallardan, tasavvuf kitapları ise O'nun karşısında takınılması gereken edepten söz ederek insanın her durumda teslimiyet üzere kalmasını talim eder. Her iki literatürün bu bahiste fazla kuralcı davrandıklarını, Tanrı ile insan ilişkisinin kurallar ve buyruklar kısmına odaklanırken ilişkinin 'kural dışı' veya kayıt dışı kalan veçhelerini ihmal ettiklerini düşünebiliriz. Bunun nedeni böyle eserlerde standart ve sıradan olanı esas alarak insan çelişkilerini, gelgitlerini, tereddüt ve arayışlarla dolu hayatını göz ardı etmek tercihidir. Bu bakımdan dindarlığın bu kayıt dışı kısmını, kuralları aşan, bazı durumlarda bilincimizi aşan hallerini dikkate almaksızın dindarlığı konuşmak eksik anlatım olacaktır. Dindarlığın bu kısmı ise hayatın daha ciddi ve daha derin yaşandığı anlarda, var olmanın bir kriz olarak telakki edildiği durumlarda daha belirgin bir hal kazanır.

Büyük hadiseler, yıkımlar sonrasında insanlar Tanrı hakkındaki inançlarını, düşüncelerini ve kendilerine anlatılanları gözden geçirir, bir yandan bozulan hayat düzenini onarmaya çalışırken öte yandan manevi hayatlarında açmazlara düşerler. Bunlar normal şartlarda içimizden süratle geçen safiyane duygulardır, fakat kriz anlarında daha güçlü hale gelirler ve mutlaka bir cevap bulmak isteyen 'tereddütler' haline gelirler. Haddi zatında böyle hadiselerin yaşanması normaldir, çünkü dini yaşayan insandır; normaldir çünkü her insanın Tanrı ile ilişkisi bireysel ve biriciktir. İnsan gerçekte Tanrı ile ilişkisini böyle kriz anlarında tecrübe eder, hayatın değer derinliğini ve anlamını en iyi fark ettiği yerler ve zamanlarda Tanrı'ya döneriz. Çünkü insan nerede ve hangi anda daha gerçek ise onun Tanrı ile ilişkisi de o yerde ve zamanda gerçek olur. Hıristiyan mistik San-Francis 'Tanrı ifrat halinde aranır' demişti. Büyük metafizikçi İbnü'l-Arabi ise Tanrı'ya tevekkül gerçekte iflas etmiş olanların anlayabileceği bir şeydir der. İfrat halinde arananı elde avuçta olan her şeyin tüketildiği bir iflas halinde bulabilmek, sıradan hayatın parçası olarak dini idrak edenlerin 'menkıbe' anlatmakla uzaktan ortak olabileceği bir hayatın ifadesidir. Umudu dahil her şeyini yitirmiş bir insanın Tanrı ile karşılaşması, O'na yönelmesi ve O'nunla söyleşmesine benzeyebilecek başka bir hal var mıdır ki? İşte normal haller ve standart anlatımlar için kaleme alınmış metinler bu hali dikkate almaz, alamaz. Bu nedenle de böyle metinlerin dini anlatımı her şeyin rayında gittiği anlarda işe yarar, her şey normal iken insana bir şeyler söyleyebilir.

Var olmak taşınabilmesi güç bir yük haline geldiğinde ilahiyatçılığın 'akılcı' kanadı, insanların doğrudan Tanrı'yla konuşmasını, nedenselliğe dikkatleri çekerek tezyif etmek ister. Suçlama yapılacaksa nedenler, çözüm aranacaksa insan aklına bakılsın diyerek, insanın Tanrı ile karşılaşmasını ve O'na tüm dikkatiyle yönelmesini yanlış bir dini telakki gibi eleştirirler. Böyle bir tutumun amacı Tanrı'yı tenzih ve inancı korumaktır. Halbuki ortaya çıkan sorunlara mühendis gibi veya doktor gibi yaklaştığımızda, Tanrı alem ve Tanrı ile insan ilişkisinin tezyif edildiğini unutmamak gerekir.

"Yolunu Bulan Sular" veya "Aktığı Yeri Yol Eden Sular"

İlahiyat mesleği Tanrı'yı tenzih etmek isteyince, bir mühendis gibi bir doktor gibi konuşmayı hoca olarak konuşmaya yeğler, insanlara akıl ve bilime uyma tavsiyesi verir, kısaca dinin dilinden ve kavramlarından koparak başka bir dile sığınır. Buradaki hassasiyetin yanlışlığını fark etmek gerekiyor. Bunu fark edebilmek için Tanrı ile insan ilişkisini kopabilir ilişki olmanın ötesinde görmek gerekiyor. Tanrı insan ilişkisi -en azından Sünni akidede- insan tarafından değil, Tanrı tarafından tesis edilmiş bir ilişkidir. Bir ip benzetmesi yapacak olsak, Tanrı'nın ortada duran bir ipi var da insan ona gidip sarılmış değildir; Tanrı insana bir kement atar ve onu sürekli tutar. Üstelik bu irtibat, insanın bilinçli alanında olduğu kadar bilmediğimiz bir yönden de sürer. O zaman sarsılmalarla ve tereddütlerle bu ilişkinin kopabileceğini veya temelden değişebileceğini düşünmek Tanrı insan ilişkisini anlamamak demektir. Bu koruyucu tutum yerine başka bir yaklaşım getirmek gerekir: Büyük sarsıntılarda, felaket anlarında herkes başka bir insan haline gelir, küçükler büyür, insanlar daha akıllı hale gelir, her şey ciddileşir, var olmayı en gerçek ve en sahici orada idrak ederiz. Böyle bir anda herkes bir bakıma sahaya inmiştir, sahada kendi işini kendisi halletmek durumunda kalmıştır. Daha önce, hocaların veya üstadların ardından takip ettikleri dinin konularını bizzat kendileri tecrübe etmeye başlamıştır. Bu durumda kendileri sorar, kendileri sorgular, fakat cevap bulabilecek kimse yoktur ortada. Bir hoca veya alim sahaya tam olarak giren ve Tanrı ile en sahici yönelimle karşı karşıya gelen birisinden daha çok ne bilebilir ki?

Fakat burada dikkat çekmek gereken husus şudur: Nedenselliği yok sayarak doğrudan Tanrı'ya soru sormak isteyen, 'bütün bunlar neden oldu?' diye tereddütlerle boğuşan insanlar, cevabı başka birisinden bulamaz, bulsa da bundan tatmin olmazlar. Bu kaderi yaşayan insan sorusunu kendisi soracak, cevabı da bizzat kendisi bulacak, Allah ona içinden bu cevabı verecektir. Konevi'nin 'vechi- has' yani Allah ile her varlık arasındaki özel cihet dediği şey biraz da bu olmalıdır. İlahiyatçılık ise geriye çekilerek insanların yaşadıkları derin acılar ve sıkıntılar dahilinde Tanrı ve insan ilişkisinin farklı yönlerini düşünmek durumunda kalır.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN