Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Eylül 19, 2022
Ayette geçen “en koyu dalâlet” neye işaret ediyor?

Bundan önceki iki yazımızda, Hac suresinin 11 ve 12. ayetlerinde çizilen tabloyla "kenarından köşesinden tutarak ibadet etmekte" olan birtakım kimselerin, rahatları yerindeyken mutlu ve huzurlu olduklarını ama başlarına bir sıkıntı veya felaket geldiğinde hemen Allah'tan yüz çevirerek sonu sapkınlığa varacak bir değişim yaşadıklarına dikkat çekildiğini görmüştük.

Hac suresinin 11, 12 ve ardından gelen 13. ayetlerinin son cümlelerinde dikkat çekici bir başka hususun daha bulunduğu görülmektedir. Zira bu ayetler, "İşte en büyük hüsran!", "İşte en koyu dalâlet!", "Ne kötü arkadaştır o!" cümleleriyle son bulmaktadır. Sonu, ahiretteki "en büyük felaket" olan bu büyük kayıpların adım adım yaşanacağının işaretidir, ayetlerde verilen tüm bilgiler…

Bugünkü yazımızda konuya başından itibaren yeniden bakarak, bir kimsenin ibadetlerini üstünkörü bir şekilde yapması sebebiyle alması gereken manevi gıdayı alamadığı için sınandığı bir felaket anında hemen Rabbinden yüz çevirmesi ancak bu yüze çevirmenin ondan oluşturacağı inanç boşluğunun yerini dolduracak birtakım sahte inanç unsurlarının ona hiç bir fayda sağlamayacağını; aslında bunun kendisini kandırmaktan başka bir işe yaramayacağını; bu unsurların farkında olamayışının ise kendi başına bir "derin sapkınlık" olduğunu ifade ederek sözlerimize devam etmek istiyoruz. Çünkü Hac suresinin 12. ayetinin bitiş cümlesi, "dalâlü'l-baîd" kavramını ihtiva etmektedir ki, bu da "en derin sapkınlık", "en koyu dalâlet" ve "hidayetten en uzak şaşkınlık/farkında olamama" anlamlarını taşımaktadır. Denilebilir ki, nasıl bir durumda olduğunun farkında olamayan bu kimseler, Hâlık olan Allah'ı bırakıp, mahlûk olan yaratılmışlara yönelen kişilerdir ve onlar aslında kendilerine gerçek anlamda faydası olmayacak şeylere taparcasına yönelmekte ve medet ummaktadırlar. İşte bu, aslında hak yoldan büsbütün uzaklaşmadır ve başına buyruk bir hayatın da koyu bir dalâletin de tâ kendisidir...

Bir önceki yazımızda, böyle davranan kişinin, Allah inancından, O'nun rububiyyetine sağlam bir imandan yoksun kalmış gönlünü sahte ilahlara bel bağlamakla huzura kavuşturacağını düşünmeye başlayacağından söz etmiş ve şu soruyla bitirmiştik yazımızı: Peki insan bunu başarabilir mi?... Hatırlarsanız soruya hayır cevabını vermiştik. Yazımıza bu minval üzere devam ediyoruz…

Ayetlerin indirildiği toplum müşrik yani putlara tapan, onlardan medet uman bir toplumdu. Hac suresinin bir kısmının Mekke'de nazil olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Allah Teâlâ'ya (CC) "kenarından köşesinden tutarak" üstünkörü, baştan savma ve samimiyetsizce ibadette bulunanlar, işleri kötü gittiğinde, kendilerini Allah'a ulaşmada bir vasıta olarak gördükleri putlara daha çok yönelmeyi bir çare olarak düşünüyorlardı… Halbuki putlar, kendilerini bile korumaktan âciz varlıklardı… Bu sebeple putların kendilerine yardımının olmayacağını düşündükleri bazı durumlarda, özellikle felaket zamanlarında, sözgelimi, "gemileri fırtınaya yakalanıp dalgaların arasında kaldıkları ve çaresizlik içinde kıvrandıkları zaman bu kez içtenlikle Allah'a yalvarıyor ve kendilerini bu durumdan kurtarması için dua ediyorlardı…" (Bkz. Yunus, 22) Ancak Kur'an-ı Kerim, ilgili ayetin devamında, Allah onları selametle karaya ulaştırınca yine O'na şirk koşmaya, taşkınlık ve azgınlıklarına devam ettiklerini haber veriyor bizlere…

Peki, Cahiliye döneminde var olan ve insanların onları Allah'a yaklaştırdığına inandıkları putların yerine bugün için günümüz insanının ikame ettiği modern putlar nelerdir ki, Kur'an-ı Kerim bize böylesi insanların varlığından bahsederek dikkatli olmamızı, en büyük hüsrana, en koyu dalalete, en derin sapıklığa düşmememiz hususunda bizleri uyarıyor?.. İşte üzerinde en çok düşünülmesi gereken ve modernizm anlayışının tüm dünyayı etkisi altına aldığı bütün insan topluluklarını da bugünün Müslümanını ilgilendiren bir konudur bu durum… Zira Allah'tan başkasını ilah olarak gönlünde barındırmak, onun isteklerini yerine getirmeye çalışmak, işleri düzelsin diye ona yalvarmak, ondan medet ummak… Bütün bunlar, günümüz insanını da gayrimüslimleri de Müslümanları da yakından ilgilendiren en önemli meseledir…

Hac suresinin 12 ve 13. ayetlerinde geçen "yed'û" fiiliyle, Allah'tan başka varlıklara inanmak, onlardan medet ummak ve bir bakıma onlara kulluk etmekten söz edilmektedir. Cahiliye döneminde bunlar Lât, Menât, Uzza, Hübel gibi isimler taşıyan ve muhtelif vazifeleri olduklarına inandıkları putlardı. Şimdiyse özellikle modernizm denilen anlayışın, insan hayatından tüm kutsal değerleri silmeye çalıştığı ve insanı sınırları zorlarcasına yücelttiği günümüzde artık putlar vasıf ve nitelik değiştirmeye başladı. Evet, hiç şüphesiz eski zamanlarda taştan, kayadan yontulan veya ahşaptan yapılan putlar görünür halde kavranılması kolay birer varlık iken bugün seküler anlayışa sahip insanın ruhunu istila eden putlar ise öyle kolayca fark edebileceği, tanıyacağı ve kavrayabileceği vasıflardan uzak, sofistike ve fakat etkisi derin olan putlar halini almıştır. Bu putlar çoğu zaman bir ideoloji olarak insan ruhunu etkilemekte, bir sarmal halinde kuşatmakta ve nasıl bir derin sapıklığın içinde olduğunu, sahibinden bile gizleyebilmektedir. Dolayısıyla sekülerizm, kapitalizm, liberalizm gibi birtakım ideolojiler, kutsal değerlere karşıtlığıyla bilinen materyalist ve pozitivist anlayışlardan farklı olarak fertlerde ve toplumlarda inançsızlığı ve bunun beraberinde getirdiği dünyaya bağlanma ve dünyaya-dünyalıklara tapma fikrini çok ustaca telkin işlemleriyle insanlığı ifsat etmektedirler. Artık insanoğlu için, "kendisini her şeye değer gören" anlayışla "bizzat kendisi" bir put; elde etmek istediği her şeye kendisiyle kavuştuğuna inandığı "para" bir put; gerçekleştirmek istediği işlerini yapabilmesi için "makam/statü" bir puttur… Ne var ki bunların hiçbirisinin, onun nezdinde bir put olarak "farkındalığı" söz konusu değildir!.. Geçelim dünya üzerinde yaşayan insanları, dönüp Müslüman olan milletlere, ülkelere ve toplumlara baktığımızda, bu topraklarda yaşayan insanlara odaklandığımızda bile gördüğümüz/göreceğimiz manzara son derece üzücüdür… Şimdi şöyle bir soru soralım ve cevabımızı yine kendimiz verelim: "İbadetlerimizi yerine getirirken kendimizi nasıl bir varlık olarak görüyoruz? Para bizim için ne ifade ediyor? Makam ve mevki bizim hayatımızda nasıl bir anlam taşıyor?"

Bu sorulara vereceğimiz cevaplar konusunda bu satırların yazarı pek iyimser değil, ya siz?..

Yeni bir haftanın, imanımızın samimi ibadetler olarak hayatımıza yansıdığı günlere vesile olması dileğiyle…

Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN