Dağlar… Yeryüzünün denge unsuru, hayranlık uyandıran güzellik kaynağı…
İnsanoğlu, öteden beri, hayranlıkla gözlemiş, hasretle özlemiştir dağları… Uzayıp giden sıradağlar, göğe yükselen koca dağlar, başı dumanlı yalçın dağlar, karı erimeyen heybetli dağlar…
Şöyle yerküreyi kısaca gözden geçirdiğinde insanı hayrete düşüren bir sistematik içinde dağların yeryüzüne serpiştirildiğini, nerdeyse her ülkede ve her bölgede şöhret bulan bir dağın varlığını görmek insan için mümkündür diyebiliriz.
Kur'an-ı Kerim'de "dağ" anlamındaki "cebel" 6; çoğulu olan "cibâl" kelimesi ise 33 olmak üzere toplamda 40'a yakın ayette geçmekle, aslında bu kelime üzerine dikkatlerin çekildiğini de düşünebiliriz…
Kur'an'ın nâzil olduğu coğrafyada yer alan Ebû Kubeys, Cebel-i Nûr, Cebel-i Sevr, Cebel-i Uhud isimleriyle bilinenler yanında, ayetlerde bahsi geçen Tûr Dağı'nın da dinî kültürümüzde önemli bir yeri vardır. Dahası Peygamberler Tarihi'nde de dağların hatırası büyük bir yer tutar… Ebu Kubeys Dağı, Hz. İbrahim; Tûr Dağı, Hz. Musa; Zeytin Dağı, Hz. İsa; Nûr, Sevr ve Uhud Dağları ise Hz. Muhammed (asm) peygamberleri çağrıştırır zihinlerde…
Acaba Kur'an-ı Kerim'de dağlar neden bu denli önemsenmektedir? Onları özenle diyebileceğimiz bir şekilde, "sağlam ve güzel" özelliğine sahip -ki bu durum "itkan" kelimesiyle ifade edilmektedir- yaratan Allah Teâlâ, biz insanlara nasıl bir mesaj vermektedir?.. Doğrusu üzerinde durulması, düşünülmesi ve araştırılması gereken bir konu olarak görmekteyiz bu soruyu ve tabii ki cevabını… Bu sebeple, yazımız bu mevzu üzerine…
KUR'AN, DAĞLAR HAKKINDA BİZE NELER SÖYLER?
Bundan 1400 yıl önce indirilen ayetlerde dağlar hakkında verilen malumatın, bugün hala birer dikkat çekici bilgi kaynağı olması, ancak Kur'an-ı Kerim'in "çağlar üstü bir mucize" olmasıyla açıklanabilir. Zira yeryüzünün yapısını, oluşumunu inceleyen Jeoloji biliminin vardığı sonuçlar ve verdiği bilgiler, ilgili ayetlere hayranlık duymamızı gerektiren bir durum arz etmektedir…
Sözgelimi, insanoğlunun başını çevirip yanı başındaki hayvanlara ve özellikle iyi tanıdığı ve bildiğini düşündüğü deveye, yeniden ibret nazarlarıyla bakmasını, yine başını kaldırıp semaya gözlerini dikmesini, sonra dağlara yönelip dikkatle onları incelemesini ve yeryüzünün uzayıp giden düzlüklerine yine dikkat kesilmesini isteyen Ğâşiye suresindeki ayetler son derece manidardır. Zira bu ayetlerde, "dağların, yeryüzünde "nasb edildiği" ifade edilmektedir; yani onların, yeryüzünün bazı mevkilerine yerleştirildiğine ve bir görev icra etmek üzere dikildiğine dikkat çekilmektedir (ilgili ayetler için bkz. Ğâşiye, 17-20).
Yine bu anlamı daha da pekiştiren bir başka ayette ise dağların yeryüzüne "kazıklar" gibi çakıldığına işaret edilmektedir:
"Biz, yeryüzüne dağları kazıklar gibi çakmadık mı?" (Nebe', 7)
Anlaşılan odur ki, yerküre üzerinde farklı coğrafyalarda ve bölgelerde var olan bu dağların, kazıklar halinde adeta çakılmış bir şekilde yeryüzüne dikilip yerleştirilmesi, uzay boşluğunda hem kendi ekseni ve hem de güneşin etrafında dönmekte olan dünyamızın dengesini sağlamaktadır. Bu hakikat yine 1400 yıl önce farklı ayetlerle ortaya konulmuş ve "yeryüzünde sarsıntı olmaması ve dengenin sağlanması için dağların yaratıldığına" işaret edilmiştir. (Bkz. Nahl 15; Lokman, 10)
O halde diyebiliriz ki, dağlar da tüm evren ve içindekiler gibi, yeryüzünün insanoğluna yaşanabilir bir dünya hayatı sunması için yine Allah Teâlâ tarafından yaratılmıştır; hem de özenle…
DAĞLARIN YARATILIŞINDA DİKKAT ÇEKEN DETAY
Neml sûresinin 88. Ayetinde dağlardan dikkat çekici bir şekilde bahsedilmektedir. Burada, onların cansız varlıklar değil, "gezinen, geçip-giden" özellik sahibi oluşlarından söz edilmektedir:
"Dağları gördüğünde onları cansız zannedersin. Halbuki onlar, gezinen, üzerinizden geçip giden bulutlar gibi hareket ederler. Bu durum Allah'ın onları böyle yaratmasından dolayıdır; her şeyi itkan üzere (sağlam ve güzel, mükemmel) yaratan Allah'ın yaratmasından…" (Neml, 88)
Tonlarca yağmur suyunu, doluyu ve kar tanelerini yüklenmiş olarak gökyüzünde Allah'ın sevk ve idaresiyle hareket eden ve görevini yapan bulutları nasıl geziniyorsa, buna benzer bir şekilde dağların da gezindiğinden bahseden bu ayete iman etmek, Asr-ı Saadet'teki müminler için bir iman konusuydu ve onlar "işittik ve iman ettik" demişlerdi… Ancak bizler bugün, bu ayeti Astronomi ve Astrofizik gibi bilim dallarının araştırma ve bulgularıyla çok daha rahat bir şekilde anlayabilme imkanına sahibiz. Buna göre dünyamız, kendi ekseni etrafında batıdan doğuya doğru dönerek bu dönüşünü 24 saatte tamamlar. Bir dönüş için geçen süreye "bir gün" denir. Dünyanın kendi ekseni etrafındaki hızı ekvatorda yaklaşık olarak saatte 1670 km'dir. Ancak bu denli hızın hissedilmemesinin nedeni atmosferle birlikte dönmesi, herhangi bir sarsıntının duyulmaması da yeryüzüne serpiştirilmiş dağların birer kazık misali çakılmış olmasıdır. Tıpkı 200 km hızla giden bir otomobilin tekerine çakılan küçük bir kurşun parçasının, sarsıntıyı önleyici büyük bir görev icra ettiği gibi…
Şimdiyse ayette geçen "itkan" kelimesinin, Allah Teâlâ'nın yaratmasını niteleyici özelliği üzerinde durmak istiyoruz bir nebze de…
Arapça bir kelime olan itkan, "herhangi bir şeyi sağlam yapmak ve güzel bir şekil vermek" anlamına gelmektedir. Buna göre itkan üzere iş yapmak, yaptığı işi sağlam ve güzel, bir diğer ifadeyle "mükemmel" ve "kusursuz" yapmak demektir. Uçsuz bucaksız evreni ve içindeki her şeyi olduğu gibi, dağları da yaratan Hak Teâlâ, bu yaratışını itkan ile gerçekleştirdiğini ifade buyururken, dağların sağlamlığına ve güzelliğine de dikkat çekmekteydi… Nitekim Jeoloji bilimi, her bir dağın yerin üstündeki kütlesinin birkaç katının, yerin altında ve yayılmış olarak var olduğunu, bunun da gökdelenlerin inşa tekniğinde ilham verici bir unsur olduğunu ifade eder…
Dağların itkan üzere yaratılışındaki güzellik yönüne gelince… Konuyla ilgili bir ayet-i kerimede şöyle denilmektedir:
"Allah'ın gökten su indirdiğini görmez misin? Sonra onunla renkleri ve çeşitleri farklı ürünler çıkardık. Dağların da farklı renklerde; beyaz, kırmızı, simsiyah yolları, kısımları vardır." (Fâtır, 27)
Yerküremizde arz-ı endam eden nice dağlar vardır. Fuji, Everest, Hindikuş, Elburuz, Nemrut, Ağrı, Palandöken, Zigana, Kaçkar, Erciyes, Toroslar, Ilgaz, Alp ve And dağları… Her birinin renkleri ayette belirtildiği üzere farklıdır, görünüşlerinde de farklılıklar mevcuttur. Ancak hepsinde bir cazibe söz konusudur ve dağlar aynı zamanda bitki örtüsü ve sakladıkları madenlerle, kar sularını akıttıkları nehirleriyle de insanoğluna güzellik duygusu yaşatan varlıklarımızdır.
Dağları böylesine mükemmel özelliklerle yaratan Allah Teâlâ'nın gönderdiği Peygamberlerin Sonuncusu Hz. Muhammed (sav) Efendimiz, bir defasında eliyle işaret ederek, "İşte Uhud! Biz onu severiz o da bizi…" sözüyle dağa olan sevgisini ifade etmiş; bir başka hadisinde ise "Allah, yaptığı işini itkan ile (sağlam ve güzel) yapan kulunu sever." buyurmakla, her hâl ü kârda müminlerin, işlerini "sağlam ve güzel" yapmaları hususunda önemli mesajlar vermişti diyebiliriz…
Sağlıcakla kalınız…
Mehmet Emin Ay
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.