Arama

İsmail Güleç
Aralık 30, 2023
Fuzuli roman mı yazdı?

Yazılarını ve kitaplarını beğenerek okuduğum Necmettin Turinay üstadımızın Fuzuli'den Şeyh Galib'e Aşkın Uzun Hikayesi Klasik Edebiyatımızda Hikâye, Mesnevi, Roman başlıklı bir kitabı yayınlandı. Kitap çıkar çıkmaz alıp okudum. Okurken aldığım notların bazılarını sizinle paylaşmak isterim.

Cemil Meriç ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bizde roman olmadığına dair görüşlerinin doğru olmadığını düşünen Sayın Turinay, kitabında bu görüşü çürütmeye ve bizde de romanın olduğunu göstermeye çalışmış.

Giriş yazısında "uzmanlık olanı eski edebiyat olanları, sayısız mesnevileri, orada buruda unutulup gitmiş eski hikayeleri okuduğundan incelediğinden şüphe edilemez?" cümlesinin sonuna soru işareti koymasının bir nedeni olsa gerek. Eski edebiyatçıların mesnevileri yeterince incelemediğini, kurguları, bakış açıları konusunda doyurucu çalışmalar yapmadıkları için eleştirdikten sonra eski edebiyatçıların yapamadığını ve göremediğini Fuzûlî ile Şeyh Gâlib'in meşhur mesnevilerini yeni edebiyatın verdiği imkanları kullanarak incelediğini söyler. Bu inceleme sonucunda, eski edebiyatçıların fark edemediği bir gerçeği tespit eder ve bu iki eserin aslında birer roman olarak değerlendirilmesinin mümkün olduğu kanaatine ulaşır.

Öncelikle Fuzûlî ve Şeyh Gâlib'in eserlerini hikâye ve roman yazmak için kaleme aldıkları iddiasına katılmakta zorlandığımı ve ikna olamadığımı belirteyim. Leylâ ile Mecnun ve Hüsn ü Aşk gibi mesnevilerin bizde birer şiir mecmuası muamelesi gördüğünü bilmiyordum. Benim bildiğim kadarı ile mesneviler şiir dinlemek için okunmazlar, daha çok vaka ve hikayesi için okunur ve dinlenirler. Bununla birlikte bu tür metinlerde aralara serpiştirilmiş farklı biçimlerde şiirler ile zaman zaman unutulmaz mısralara tesadüf etmek de mümkün. Büyük şairler yemek tarifi de yazsa mutlaka akılda kalacak mısralar bulunur.

Sayın Turinay'ın kitabındaki bir diğer iddiası Şeyh Gâlib'in aşmak istediği şairin Nâbî değil, Fuzulî olduğudur. Mezkûr iki mesnevi üzerinde çalışmasının da etkisiyle bu kanaate ulaştığını düşündüğümü ifade etmeliyim. Şeyh Gâlib'in mesnevi biçiminde tarihi bir olayı anlatmasına ne diyeceğimiz sorusuna cevap vermek kolay değil. Kolay olmaması sorunun zorluğundan değil, yazılmış metni görmediğimizden dolayı. Yoksa anlatılan olay bir kalenin fethi ise fetihname, düşman üstüne edilen sefer ve savaş ise gazavatname, kazanılan savaş ise nusretname, padişahın çocuklarının sünnet düğünü ise surname gibi isimler verilirdi. Ama tarih kitabı denilmezdi. Bir metin sadece yazıldığı nazım biçimine bakarak isimlendirilmez. Erken dönem tarih kitapları genellikle manzumdur ve mesnevi biçiminde yazılmıştır. Dastan-ı Tevârih-i Mülûk, Hadidî'nin Tevarih-i Al-i Osman'ı manzum tarih kitaplarıdır ve onlara şiir kitabı demek akla gelmez.

Bunların dışında kitapta ifade edilen katılmakta zorlandığım görüşleri sıralamaya çalışayım.

  1. Selçuklu-Osmanlı saray zümrelerinin edebi zevki: Selçuklu sarayı ile Osmanlı sarayı yaşantı bakımından birbirine pek benzemez. Saray zümresi ifadesinin çağrıştırdığı olumsuz anlamları da düşününce biraz haksızlık ediliyor gibi. Osmanlı sarayında okunulan kitaplarla halkın okuduğu kitaplar arasında bir farktan bahsetmek pek mümkün değil. Sarayda çalışanlar, sultan dahil, halkın çocukları ve hepsi aynı kitapları okuyordu. Fark okuyan kişinin eğitim düzeyi ve merakı ile ilgili idi.
  2. Önceleri bir anlatıcı var, bu anlatıcı eseri halka aktaran bir aracı. Mesneviler yazıldıkça insanlar doğrudan okudular ve anlatıcı aradan çekildi. Burada iki hususu birbirinden ayırmak gerekiyor. Anlatıcıların anlattığı hikayeler ile şairlerimizin yazdığı mesneviler birbirinden her bakımdan farklıdır. 19. yüzyıla gelinceye kadar meddahlar ve aşıklar hikayelerini anlatmaya devam ettiler. Mesneviler de okunmaya devam etti. Yani hiçbir zaman Hüsn ü Aşk ile okurunun arasına bir anlatıcı girmemişti. Meddah/âşık ile kıraat meclislerindeki okuyucu da ayırmak gerekir. Sanatçı olan meddah/âşık idi ve hiçbir zaman ortadan kalkmadı, geçen asırdan itibaren mahiyet değiştirdi. Herkesin okuma-yazma öğrenmesi ile kıraat meclislerinin okuyucuları ortadan çekildi. Mesneviler de yazıldığı dönemden bu zamana gelinceye kadar okunmaya devam ediyor.
  3. Gizli anlatıcı: Şeyh Gâlip ve Fuzûlî'ye gizli anlatıcı demenin gerekçesini bilmiyorum. Geleneksel hikayeler ve mesnevilerde anlatıcı ve yazan bulunur. Bu doğrudan eserin şairi/müellifidir. Böyle düşündüğümüzde tüm roman yazarlarını da gizli anlatıcı olarak kabul etmemiz gerekecek ki kastedilen böyle bir şey olmasa gerek. Mesnevi şairleri herhangi bir kıssacı olarak değerlendirilemez. Kıssacılık ile mesnevi şairliği çok farklı şeylerdir. Bu arada Fuzulî'nin anlatma görevini kendisine verdiği kişinin kim olduğunu anlayamadım.
  4. Uzun soluklu hikâye ve roman kanalımız var ki çoklarımız bu gerçeği kabule taraftar görünmüyorlar. Mesnevileri roman kabul etmeye taraftar görünmeyenlerdenim.
  5. Edebi tür olarak mesnevi: Mesnevi bir tür değil nazım biçimidir. Zaman içinde mesnevi nazım biçimi ile yazılan kimi eserler türleşmişlerdir. Özellikle çift kahramanlı aşk hikayeleri türleşmiş mesnevidir. Mesnevi denilince aklımıza Süleyman Çelebi'nin mesnevi nazım biçimi ile yazılmış mevlidinin gelmeyip Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha'nın gelmesinin nedeni bu hikayelerin tür özelliği kazanmış mesnevi olmalarıdır. Bu ayrıma dikkat edilmelidir.
  6. Beş büyük hikâye veya roman kaleme alan yazıcılara hamse sahibi denilirdi. Hamse sahibi roman değil, mesnevi nazım biçiminde beş eser kaleme alanlara verilen isimdir. İlk hamse sahibi Nizâmî-i Gencevî'nin yazdığı beş mesneviden ikisi Hüsrev ü Şirin ve Leyla vü Mecnun aşk hikayesi. Mahzenü'l-Esrâr didaktik bir eserdir. Heft-peyker birbiriyle ilgisi olmayan hikayelerden oluşur. İskendername de malum İskender'in hayatını anlatır. Anadolu sahasında ilk yazılan hamse Hamdullah Hamdi'ye ait. Onun beş mesnevisinden sadece ikisi Leyla vü Mecnûn ve Yusuf u Züleyha aşk mesnevisi olup diğerleri sadece nazım biçimi olarak mesnevidir ve hikaye değildir. Dolayısıyla hamse sahibi olmak için beş roman yazma şartı bulunmamaktadır.
  7. Cemil ve Meriç ve Tanpınar'ın görüşlerinin eleştirisi: Yazarın, romanın bizde olmamasının sebeplerine katılmayıp sadece anlatma esasına dayalı ve kurmaca olmasından dolayı mesnevileri roman kabul etmesine katılmak pek mümkün görünmüyor. Bizde kimi biyografik metinler de yazarı kurgulanarak anlatılır ve biz o metinlere biyografik hikâye demiyoruz.
  8. Bizde roman yok veya romanı doğuracak şartlar bizde mevcut değildi cinsinden genellemeler yanlış: Romanın doğup büyüdüğü iklim ile bizim edebi metinlerimizin iklimi birbirinden çok farklı. Bu konuda yapılmış çalışmalar hep bunu söyler.
  9. Namık Kemal ve diğer bazılarının yanıldığı husus tarihi tahkiye geleneğimizin haiz olduğu bazı özelliklerden bulunmaları veya kavrayamamış olmaları: Namık Kemal için böyle bir iddiada bulunmak bana makul gelmedi. Konuyu uzmanlarına bırakıyorum.

Maksadın hâsıl olduğunu düşünerek yazıyı daha fazla örnek vererek uzatmak istemem. Necmettin Turinay üstadımızın mesnevilerin roman olduğunu görüşüne katılmamakla birlikte bizim eski edebiyatçıların mesneviler üzerinde yeterince çalışmadıkları konusundaki eleştirisini haklı bulduğumu ifade ederek sözlerime son vermiş olayım.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN