Siyasetin gölgesindeki soykırım: Batı'nın iki yüzlülüğü
Tarihte ilk kez, 1799 yılında Napolyon tarafından gündeme getirilen Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması fikri, bu topraklara sahip olma arzusunun tarihsel anlamda ilk teması olarak görülmelidir. Avrupa'da yaşayan Yahudiler için Napolyon hükümdarlığı önemli bir dönemeçtir. Bu dönemde, Fransız Devrimi'nin etkisiyle, ayrımcılık önemli ölçüde azalmış ve Yahudilerin gettoda yaşama zorunluluğu sona erdirilmiştir. Daha sonra Napolyon, 1799'da Akka Kuşatması sırasında Filistin'de bir Yahudi devleti kurma fikrini gündeme getirmiş, ancak bu plan resmiyet kazanamamıştır. Kuşatma, Osmanlı İmparatorluğu tarafından engellenmiş ve bu nedenle o dönemde bu plan hayata geçirilememişti.
1896 yılına geldiğinde, İlk Siyonizm Kongresi, İsviçre'de düzenlenir. 1896'da gerçekleştirilen bu tarihi kongre, gazeteci Theodor Herzl'in "Yahudi Devleti" adlı kitabının yayınlanmasının ardından düzenlenmiştir. Herzl, kitabında, Yahudilerin kendi bağımsız devletlerini kurma fikrini önerir. Gerekçe olarak da Avrupa'da artan Yahudi karşıtlığı vurgulanır. Kongrenin neticesinde çıkan kararsa, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulması yönündeydi. Bu kongrenin gerçekleşmesinden sonra yaklaşık 25 bin Yahudi bölgeye göç etti. Bölgeye ikinci büyük göç dalgası 1914 yılına değin sürdü ve daha sonra 40 bin kişi ile devam etti. Birleşmiş Milletler'in de devreye girmesiyle uzun yıllar boyunca hayali kurulan İsrail Devleti 14 Mayıs 1948 tarihinde Filistin topraklarını sömürerek kurulmuş oldu.
Buraya kadar olan kısımda, tarihi seyrini çizdiğimiz bir Yahudi devletinin kurulmasını aşama aşama idrak ettik. Tüm bu tarihi süreç, sanki bu şekilde yaşanmamış, Filistinlilerin kendi topraklarında işgalci durumuna düşmemiş gibi, başta ABD olmak üzere Batı'da medya aracılığıyla farklı bir algıyla tüm dünyaya servis ediliyor. Bu algı, o kadar yoğun ve birçok koldan yapılıyor ki, bölgenin tarihini bilmeyenler için 'gerçek' olarak kabul ediliyor.
Dünün sözde mazlumları
İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, Nazi zulmünü gerekçe göstererek tüm dünyaya ilan ettikleri mağduriyetleriyle ve İngilizlerin büyük desteğiyle Siyonist emellerini hayata geçirmek için harekete geçtiler. ABD'nin de tıpkı İngiltere gibi güçlü bir desteğiyle bir Yahudi devletinin Filistin'de kurulması hiç de zor olmadı.
Savaştan kaçan Yahudiler, 1947 yılında Avrupa'dan Filistin topraklarında kurulan İsrail Devleti'ne doğru yola çıktıklarında, yolculuk yaptıkları gemilerde asılı olan bir pankartta şu cümle yazar:
"Almanlar, ailelerimizi yok etti, siz umutlarımızı yok etmeyin!"
Dedelerinin sözde mazlum olduklarını söyledikleri ve merhamet dilendikleri o dönemden bu döneme…
Batı'nın bitmeyen ikiyüzlülüğü
Başta ABD ve Batı şürekası, İsrail'in bitmek bilmeyen insanlık suçları karşısında destekçi konumdadırlar. Özellikle medya aracılığıyla Filistinlilere yaşatılan bu soykırımı destekleme konusunda Batı birbiriyle yarışır durumda. Savaşın kendi topraklarında olmadığı sürece kötülüğünden bahsetme gereği duymayan Batı, binlerce masum insanın öldürüldüğü Filistin'de basit bir itidal çağrısı bile yapmak şöyle dursun, İsrail'in Filistin'e yağdırdığı bombalara sponsor olmak için yarışır durumdadırlar. Güçlü medya organlarıyla gerçeklik dışı oyunlarla ve yaratılan suni algılarla İsrail'i adeta masumiyet karinesi haline getirme cüretini gösterirler. Bunlar içinde en çarpıcı olanı, dünyaca ünlü medya kuruluşu olan CNN muhabiri Sara Sidner'ın haberiydi.
CNN muhabiri Sidner haberi şöyle geçti: "Kassam Tugayları "çok sayıda İsrailli bebeğin başını kesti."
Bu kan dondurucu iddianın gerçekliği elbette teyide muhtaçtı ve konuyla alakalı İsrail Ordu Sözcülüğüne bu iddiayı doğrulayıp doğrulamayacağı soruldu, sonuç hiç şaşırtıcı değildi:
"Haberleri gördük ama elimizde bir detay, bunlara dair bir teyit yok."
Şimdi mesele şu, bu iddiayı sözde haberci refleksiyle hızlıca haberleştiren Sara Sidner, bir gazetecinin asli görevi olan haberini kanıtlarıyla ve teyitli bir şekilde oluşturma bilgisinden mahrum muydu? Tüm dünyada etkili bir medya aracı olan CNN'in, çatışma bölgesindeki tecrübeli gazetecisinden gelen bu kadar ciddi bir iddiayı teyit etmeden servis etmesi sizce de anormal değil midir?
Peki sonra ne oldu? CNN ve muhabiri Sara Sidner, özür diledi (!) Özrünün savunmasını da şu şekilde sundu: ABD başkanı Biden, İsrail Savunma Ofisi'nin canlı yayınlarda bu iddiayı dile getirdiğini ve onların bunu söylerken iddianın kanıtlarına sahip olduğunu düşündüğünü, söyledi.
İşte Batı medyasında algı tam da bu şekilde işliyor. Bu korkunç iddia milyonlarca insan tarafından okundu ve bundan etkilendi. CNN'nin bu yalan haberinden tam olarak 4 gün sonra, Amerika'nın Chicago eyaletinde yaşayan 71 yaşındaki Joseph M. Czuba adlı cani, 6 yaşındaki bir çocuğu sırf Müslüman bir Filistinli olduğu için öldürdü.
Algı gerçektir
Medyada bir söylem var sürekli, İsrail'in söylemi olan ve ABD'nin domine ettiği bir söylem; "Çocuklar ölüyor". Ölen bu çocukların, Gazze'de bombalanan hastanelerin, ibadethanelerin ve evlerin enkazında ölen Filistinli çocuklar olmadığı pekala anlaşılmıştır. Çünkü onlar sadece sayıdan ibarettir. İsimleri yoktur, bir hikayeleri de söz konusu değildir. Batı ve ABD medyasının bahsettiği bu ölen çocuklar elbette CNN'nin bahsettiği türden çocuklar, İsrailli çocuklar, masum çocuklar, masum, çocuklar… Kısaca hayal ürünü olan çocuklar. Hayalidir çünkü onlar, Gazze'li çocuklardır ve Gazze'li çocuklar görünmezler, sesleri duyulmaz. Filistinli çocuklar yalnızca sayılırlar...
"Bir insanın siyasal bir dava uğruna kendine her şeyi yapmaya izin vermesi için kendisini bu davanın sahibi değil, −"lider" bile olsa− aracı sayması; insanları kişiler olarak değil, sayılar olarak, artı−eksi sayılar olarak görmesi gerekir. Kişilerin yüzleri silinince, etik değerler de silinir ortadan ve yüzü olan kişiler için değerli eylemlerde bulunmak zorlaşır." (Kuçuradi, İ. 2009, s.16)
Medyanın ikiyüzlüce manipüle ettiği, algıları yönlendirdiği bir başka durum daha var, kullanılan ifadelerdeki söylemsel farklar. Bu fark dikkat çekicidir. Filistin-İsrail çatışmalarında ölen İsrail askerleri için "öldürüldü" ifadesi yer alırken, ölen Filistin halkı için "öldü" ifadeleri yer alır. Bu söylem alçakçadır. Zira dilbilgisel anlamda "öldürüldü" ifadesi birisi/birileri tarafından yapılan bir eylem olduğunu ifade ederken diğer yandan "öldü" söylemi kendiliğinden olma, sanki bir fail yokmuş gibi bir anlama çıkar. Görüldüğü üzere, medya tüm yöntem ve stratejiyi Filistin aleyhinde kara bir propaganda oluşturmak için kullanmaktan hiçbir suretle çekinmemektedir.
Önce Ukrayna şimdi Filistin
Almanya ve Fransa, "güvenliği ve kamu düzenini tehdit ettiği" gerekçesiyle Filistin'de yaşanan insanlık suçlarına karşı dayanışma toplantılarına izin vermedi. İngiltere içişlerinden yapılan açıklamada "Filistin bayrağı sallamanın yasal olmayabileceğini" duyurdu.
Filistin halkının işgale karşı gösterdiği mücadelesini bir terör faaliyeti olarak gören Batı medyası, İsrail yanlısı yürüyüşlere en ufak bir yasaklama getirmemiş, hatta çeşitli derecelerdeki bürokrat ve yetkilileri, bu gösterilere katılarak açıktan ve yüksek sesle İsrail'in bu saldırılarına alkış tutmuştur. Almanya, Hollanda, Fransa, İngiltere başta olmak kaydıyla daha birçok Batı devleti istilaya uğramış bir Filistin'i adeta hedef haline getirmiştir.
Çok uzak değil, yaklaşık iki yıl önce başlayan Ukrayna-Rusya savaşında da benzer ikiyüzlülük söz konusuydu. Rusya savaşın tek sorumlusu tutulmuş, her türlü ambargoya maruz kalmış, ülkedeki tüm spor takımları ve sporcuları her türlü müsabakadan men edilmiş, uluslararası çeşitli finansal sistemlerden çıkartılmıştı. Savaş nedeniyle Ukrayna vatandaşlarına tüm Avrupa devletleri kucak açmış, sığınma taleplerini karşılamış ve her bir dayanışma toplantılarını finanse etmiştir. Oysaki 21. yüzyılın ilk çeyreğinden beri Orta Doğu'da süregelen savaşlarda bu "kucak açma"lar yerini tüm kapılarını kapatmaya, görmezden gelmeye bırakmıştı, yerini. Yakın tarihte yaşanan Suriye iç savaşından kaçan milyonlarca insana yaptıkları gibi…
Son söz olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında siyaset bilimci bir Yahudi olan Hannah Arendt'in, Naziler için kulladığı şu ifadeleri bugün ayna tutarak İsrail Devleti'ne yansıtmakta bir sakınca yoktur. Hatta büyük puntolarla yazalım:
"Ceza gerektiren bir suç işleyenler, suç işlemeyenlerden daha iyi muamele görüyordu."
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.