Arama

Zihnin işgali: Takıntı

Takıntı, insanın zihninde kontrol edemediği düşüncelerinin günlük hayatını etkileyecek düzeye gelmesidir. Bu durumun oluşmasında pek çok sebep vardır. Hastalık, genler aracılığıyla aktarılabileceği gibi çevresel faktörlerin etkisiyle çocuklukta yaşanan travmaların sonucuyla da açığa çıkabilir. Bu durumun tedavisi mümkündür. Ancak süreç boyunca en önemli görev ailelere düşmektedir.

TAKINTININ NEDENLERİ:

Genetik faktörler

🔹 Normal vücut işleyişine sahip olan bireyin beynindeki milyarlarca sinir hücresi, birbirleriyle iletişim kurar. Obsesif kompulsif bozukluk durumunda ise beynin belirli bölümlerinde aşırı aktivite bulunur ve hastanın semptomları yaşadığı esnada daha da aktif hale gelir.

🔹 Takıntı, genlerle aktarılabilen bir rahatsızlıktır. Aile bireylerinden birinde böyle bir rahatsızlık varsa bunun çocuğa da tesir etmesi mümkündür.

"En büyük etmen aile"

Erdim, bu durumu şu sözlerle açıkladı:

"Diyelim ki, genetik yatkınlık var. Ailede başka bireylerde de var ve şahıs da bunlara maruz kaldı. Anne ve babanın doğru davranışı ve çocuğun kendilik algısını düzgün oluşturması gibi bilinçli bir tutumla çocuğa yaklaştıklarında, olsa olsa posttravmatik stres bozukluğu gibi bir süre o travmanın stresiyle baş etmeye çalışır. Gerekirse psikolojik destek alınır ve onu atlatabilir. Eğer anne babaların bilinçli tutumları olmazsa, hele bir de çok masum olan karşısındaki insanı suçlama derecesine gelirse anne babanın tepkisi, değil iyileşmek tam tersine derinleşir. Çünkü zaten kaynağının ağırlıklı kısmı ailedir."

Duyguları özgürleştiren his: Affetmek

Çevresel faktörler

🔹 Takıntı, çevreye bağlı stres faktörlerinden de ortaya çıkabilir. Kişinin hayatında gerçekleşen ciddi değişiklikler, özellikle erken çocuk döneminde ebeveynle yaşadığı olumsuz hatıralar, çocuk zihninin algılayamayacağı her şey, travmatik olaylar, sevilen birinin kaybı, ilişki kaygıları gibi durumlar hastalığı tetikler.

"Çocuklukta yaşananlar derin izler bırakır"

🔹 Anne babaların çocuklarını yaramazlık yapmaktan caydırmak için kullandığı, "kardeşini üzüyorsun seni sevmeyeceğim", "küçük kardeşin yapmıyor, sen koskoca abisin niye yapıyorsun?", "bak, arkadaşlarında hiç böyle bir şey görmüyorum" gibi ifadeler onların doğru bir insan olmasını sağlamaktan ziyade zarar veren, travma oluşturan cümlelerdir. Bu tür cümlelerden kaçınmak gerekir.

◽ Takıntının oluşmasında çevre etkisinin derinliklerine inen Erdim, "Her insanın, bu dünyada anlamlı, değerli ve sevilmeye layık olduğunu bilmeye ihtiyacı var. Hele de çocuklukta. Bardaktaki suyu döktü, bir şeyi kırdı, bozdu diye kızdığımız çocuklara kullandığımız cümleler, onları derinden sarsacak nitelikte" ifadelerini kullandı.

POSTTRAVMATİK STRES BOZUKLUĞU NEDİR?

🔹 Korku, dehşet, çaresizlik hissi veren olayda kişinin kendisi veya yakınının ölüm ya da yaralanma tehlikesi durumunda yaşadığı ruhsal travmadır.

🔹 Posttravmatik stres bozukluğu yani travma sonrası stres bozukluğunda kişi uykusuzluk çeker ve uyusa da kabus görür. Yaşadığı olay anları, rahatsız edici şekilde gözlerinin önüne gelir. Her an olayın tekrarlanacağı korkusuyla diken üstünde oturur. En ufak bir şeyde irkilir ve çabuk sinirlenir. Geleceğe dair bir plan yapamaz, kimsenin kendisini anlamadığını düşünerek çevresine yabancılaşır. Olayı hatırlatabilecek durumlarda huzursuz olur.

🔹 Bu durum, kişinin beklenmedik anda yaşadığı korkutucu olaydan sonra görülür ve etkisi birkaç haftada geçebileceği gibi yıllarca da sürebilir.

İçimizdeki güç: Öz güven

"Babaya şikayet etmek çözüm değil"

🔹 Bazen anneler, çok yoruldukları ve çocuklarına yetişemedikleri zaman onları babalarına şikayet etmekle ikaz ediyor. Ancak bu doğru bir davranış değildir. Baba, ailede erkek olarak bir otorite figürüdür. Annenin sıcak, sevecen, şefkatli yaklaşımlarının yanında babanın bir duruşu, heybeti vardır. Bu da çocuklarda otomatikman korkmaya müsait bir otorite algısı oluşturur. Eğer anne, çocuğunu babasının karşısında çaresiz duruma düşürecek şekilde şikayet etmekle tehdit ederse orada travma oluşabilir.

◽ Annelerin çocukları dizginlemede babaya şikayet etmekle korkutma denemelerini yanlış bulan Erdim, "Sürekli korkutulan çocuk, korku ile sevgi yan yana geldiği vakit, korku sevgiyi baskılar. Korktuğu kişiden insan kaçar. Bu durumda kişi babası ile muhabbet edememeye, sıkıntısını açamamaya başladığını söyler. Çünkü artık baba, o çocuğun gözünde korkutucu bir figürdür. Babayla aralarında olması gereken sıcak, candan diyalog oluşması mümkün değildir. Bu bilhassa erkek çocuklarında derin bir boşluk oluşturur" der.

"Sevgi insana değer katar"

🔹 Hayatı, bir ölçü üzerine yaşarız. Yemeği fazla yersek bu bizim için zararlıdır. Ama az yersek de zararlıdır. Derse çok çalışırsak da konuları algılayamayabiliriz, az çalışırsak da. Bunun gibi sevginin fazlası da azı da zarardır. Eğer insanın hayat dengesinde boşluklar oluşursa sıkıntılar baş gösterir.

Erdim, konuyu şöyle açıkladı: "İnsan asli unsurları tamamlayamamışsa, dengesinde boşluklar oluşur, denge sıkıntısı yaşar. Bir şeyin fazlası da zarar, azı da zarar. O yüzden bir insanın en acil ihtiyaçları dediğimizde, elbette hayatını sürdürmek için açlığının giderilmesi, güvenli ortam oluşturulması, hava, su, gıda dengesi, ondan sonra da mutlaka sevgi. Değer katan bir sevgi."

🔹 Sevgi, insanın en çok ihtiyaç duyduğu histir. En kötü hastalıklarda bile sevginin iyileştirici gücüne inanılır.

🔹 Sevgi dokunmaktır, bakmaktır. İnsan, bakışlarıyla bile karşısındaki insanı toparlayabilir. Gözler, duyguların en kestirme, etkili ve hızlı biçimde ifade edilme aracıdır.

"Sevgisiz yetişen çocuğun dengesi bozulur"

Erdim, "Anne babalar, çocuklarına bakışlarıyla bile iyilik, şifa kazandırabilirler. Çocuklar, sığındıkları limanda beslenme, dallarından tabiri caizse en acil olanı aort damarı kopmuşsa orada çocuk kan kaybeder. Orada çocuğun dengesi bozulur. Mutsuz, huzursuz olur ve kolay hasta olur. Aksileşir, memnun olmaz, yapacağını yapamaz, okulda performansı düşük olur. Hayatı sarsıntı geçirir. İşin garibi ondan sonra yine çocuk suçlu olur. Sen derslerine dikkatli çalışmıyorsun, sen kardeşine sataşıyorsun, benim dediğimi yapmıyorsun diye. Bir de niye diye sor. Bu çocuk niye böyle? Acaba bundan benim yaptığım ya da yapmadığım bir şeylerin dahli olabilir mi? Ben neyi yapsaydım ya da yapmasaydım, nasıl konuşsaydım ya da konuşmasaydım bu durum olurdu diye bir soralım kendimize" diyerek çocuğun hareketlerinde suçu anne babaların önce kendilerinde aramaları gerektiğini anlattı.

🔹 Eğer anne babalar, çocuklarının davranışlarının nedenini tutumlarından kaynaklandığını anlamadıkça ve buna uygun çözüm yolları aramadıkça çocuklar için yapılabilecek pek bir şey yok demektir.

Ebeveynlere rehber niteliğinde alıntılar

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN