Arama

Zekeriya Erdim
Eylül 13, 2020
Din düşmanlığının dışavurumu

Eskiler derler ki; "dervişin fikri ne ise, zikri de o olur". Bir kabın içinde ne varsa; dışına da onun rengi ve kokusu vurur.

Türkiye'de, kendilerini "laik" yahut "Kemalist" olarak tanımlayan bir kesimin; fikirlerinde de zikirlerinde de "din düşmanlığı" var. O kadar ki; biri "bayram haftası" dediğinde onlar "mangal tahtası" anlayıp, kıvılcımı yangına dönüştürecek şekilde saldırıyorlar.

Yıllardır kişilere ve kurumlara, olaylara ve durumlara "şaşı" bakıp; kendi çarpık algılarını ve anlayışlarını topluma mal etmeye çalıştıklarını görüyoruz. Onun da ötesine geçerek; organize ettikleri "konu mankenleri" üzerinden, dindar kesimi töhmet altında bırakmaya kalkıştıklarına şahit oluyoruz.

Geçtiğimiz günlerde, bu dizi filmin yeni bir bölümü yayına girdi. Haliç Üniversitesi öğretim üyelerinden Erol Mütercimler, Halk TV'de katıldığı bir programda; İmam Hatip mezunlarını ithamlarla ve iftiralarla suçlayarak, "karalama" edepsizliğini gösterdi.

Öğretmen Okulu mezunu birisi olmamıza rağmen üzüldük, kınadık; ancak, hiç şaşırmadık. Sadece, aynı kişinin yıllar önce, Habertürk kanalında yayınlanan bir programda; "Mustafa Kemal'e kızgınım. Keşke savaşı bu kadar erken başlatmasaydı da Yunanlılar hacı-hoca takımını öldürüp, ayaklarından sallandırsalardı" diye hayıflandığını hatırladık.

Bir de çocukları ve gençleri, her türlü tehdit ve zorlama ile dağa kaldırıp "terörist" yapan; bombalı saldırılarla, masum insanları "toplu katliam" kıyımına tabi tutan; kumar, uyuşturucu, seks ticareti ile ocakları söndürüp yuvaları yıkan; organ mafyası kurup, sağlam bedenleri parçalara ayırarak satan; ahlaki azgınlığı ve cinsel sapkınlığı teşvik edip destekleyerek, aile ve toplum hayatını tehlikeye sokan; dış destekli darbe, işgal, iç savaş girişimlerine yardım ve yataklık ederek şeytanın yaktığı ateşe odun atan gafiller, hainler "İmam Hatip mezunları mı?" sorusunu sorma gereği duyduk. Ayrıca Türkiye'de dini ve dindarları yıpratıp yok etmek için "öküz altında buzağı" arayan bu bedbahtların; duygu, düşünce, davranış dünyalarının kıblesi haline getirdikleri Batı ülkelerindeki kilise sisteminin ve ona bağlı kadroların, kurumların filmlere, dizilere, belgesellere, romanlara, hikâyelere konu olup devlet raporlarına, mahkeme tutanaklarına yansıyan ve onlarca, yüzlerce, binlerce suçluyu ve mağduru kapsayan ahlaki azgınlık, cinsel sapkınlık skandallarına karşı gözlerinin kör, kulaklarının sağır, dillerinin lal oluşuna bakıp; hayretten hamur olduk.

İRTİCANIN AYAK SESİ

Temelinde özellikle inançlı kesimin malı, canı, kanı, teri, emeği, yüreği bulunan Cumhuriyet tarihinin; insanımızı "öz yurdunda parya" haline getiren nice örneklerle, öykülerle dolu olduğunu biliyoruz. Ancak, meramımızı ifade etmek için; yakın geçmişten birkaç kesit sunmakla yetinmek istiyoruz.

Ortalama on yılda bir tekrar edilen dış destekli "darbe" dönemlerinde; dindar kesimin olağan inanç ve ibadet yansımalarını, "irticanın ayak sesi" diye nitelendirdiler. Dünyada, İran Devrimi'nin gündem olduğu günlerde; her Müslümanı "Humeynici" diye suçlayıp; "Türkiye İran oluyor, laiklik elden gidiyor" dediler.

Salgın döneminin ilk günlerinde; sanki üreten de dağıtan da onlarmış gibi "umreciler" yaygarası kopartıldı. Virüsün bu yolla bulaşıp yayıldığı iddiası, şehir efsanesi gibi herkese anlatıldı.

Ramazan geldiğinde; oruçsuzlar orucu, namazsızlar namazı tartıştılar. Salgın sürecinde ne yapılacağı, nasıl yapılacağı konusunda; Diyanet'ten önce onlar fetva vermeye kalkıştılar.

EBA üzerinden, "uzaktan eğitim" başladığında; onlarca farklı öğretmen tipi içinde, sadece "başörtülü" bayan tartışma konusu oldu. Birileri tarafından; uygulamanın yanlışlığı, haksızlığı, hukuksuzluğu üzerinde duruldu.

Ayasofya'nın yeniden ibadete açıldığı gün; Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Fatih'in vakfiyesini ve vasiyetini anlattı. İslam inancına göre; bir malı ya da mülkü vakfediliş amacının dışında kullanmanın caiz olmadığını hatırlattı.

Bundan dolayı; malum çevreler "suç" duyurusunda bulundular. Buluttan nem kapan leylekler misali; "ulu öndere hakaret edildiği" tezini savundular.

En son, bazı siyasiler tarafından; "Türkiye'nin ilk bulaşıcı hastalıklar hastanesinin, Diyanet'e peşkeş çekildiği" iddiası gündeme getirildi. Alıcı gözüyle bakılıp, biraz araştırma yapıldığında; Heybeliada'da bulunan eski hastane binasının ve arazisinin, 2005 yılında kullanılamaz hale geldiği için kapatıldığı; 2018 yılında, "Din Eğitimi Merkezi" kurulmak üzere Diyanet'e tahsis edildiği; kurumun, kendilerine fazla geleceği gerekçesiyle büyük bir bölümünü iade ettiği öğrenildi.

Anlaşılan o ki; Ada'da yıllardır Ruhban Okulu bulunmasından rahatsız olmayanlar, Din Eğitimi Merkezi kurulma ihtimalinden rahatsız olmuşlardı. Büyük bir ustalıkla; on beş yıl önce kapanan hastane ile bu günkü salgın arasında irtibat kurmuş, faturayı da dine ve diyanete çıkarmanın yolunu bulmuşlardı.

BİR SAKAL HİKÂYESİ

Seksenli yılların başlarında, Türkiye'nin en çok satan gazetesinde, "sayfa sekreteri" olarak çalışıyorduk. Aynı zamanda, bir kültür-sanat dergisinde; "yayın yönetmenliği" yapıyorduk.

Doğrusu, "sünnet" olduğu gerekçesiyle; makul ölçüler içinde sakal bırakmıştık. Mücbir sebepler olmadıkça; bir daha kesmeyeceğimize inanmıştık.

Bir gün, bizi; derginin Yönetim Kurulu toplantısına davet ettiler. Kırk dereden kırk su getirerek; "sakalını kesmeni rica ediyoruz" dediler.

Güya, bu halimizle "Humeynici" ithamına muhatap olmamızdan endişe ediyorlarmış. Eğer istersek, ileri yaşlarda tekrar bırakabileceğimizi düşünüyorlarmış.

Oysa, hemen herkes biliyordu ki; dünyada Humeyni yokken de sakal vardı. Ayrıca, bunu söyleyenlerin hiçbiri; ileri yaşlarına rağmen henüz sakal bırakmamışlardı.

İlkesel bir duruşla, tepkimizi gösterip; talebi reddettik. "Bu iş yaşla değil, başla ilgili" deyip; özgürlüğümüzü korumak için, sahayı terk ettik.

Sonraki yıllarda, bir özel okulda yöneticilik teklifi aldığımızda; durum değişti. Kafamızda ve kalbimizde; "farz için, sünneti tehir etme" mantığı gelişti.

Dememiz o ki; bizim için "din", onlar için "din düşmanlığı", İmam Hatip mezunları ile başlayıp biten bir olgu değildir. Ancak, kurumlar ve kadrolar üzerinden kutsal değerlere saldırıldığında; korumak için, mal da can da verilir.

Yumuşak başlı isek; kim demiş, uysal koyunuz. Kesilir belki; lâkin, çekmeye asla gelmez boynumuz.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN