Arama

Prof. Uğur Derman
Aralık 30, 2022
Şevket Rado ve hat sanatı

İlk tahsil çağına girdiğim 1940'lı yılların başlarında -o vakitler adına yakışır şekilde akşama doğru çıkan- Akşam gazetesinde sütun sahibi olarak ismine rastladığım, daha sonra da Âile ve Resimli Hayat gibi dergilerden tanıdığım Şevket Rado'yla (1913-1988), hat koleksiyoncusu kimliği ile 1960'ların ortalarında tanıştım.

Osmanlı Türkçesini -hem yazısı, hem dili ile- kullanıldığı devirde öğrenebilmiş gazeteci ve yazarların sonuncularından olan Şevket Bey'in hüsn-i hat merakından şöyle haberdar oldum: Eski konsoloslardan Behçet Özdoğancı'nın topladığı -içinde değerli hat örnekleri de bulunan- san'at eserlerini Aret Portakal'ın tertiplediği bir ev müzâyedesiyle 15 Ağustos 1965'de elden çıkaracağını duvar îlanlarında okuyunca, o gün sabahtan Kalender sırtlarındaki köşküne gittim. Hocam Necmeddin Okyay'ın (1883-1976) kadîm dostlarından olması hasebiyle şahsen tanıştığım Behçet Bey'in topladıkları, levha ağırlıklı çok güzel eserlerdi; bilhassa Nazif Bey'in (1846-1913) seçkin kıt'alarını hâlâ unutamam. Fakat muhammen bedellerinin yüksekliğini görünce müzâyede saatini beklemeden ayrıldım. Birkaç gün sonra öğrendim ki, Behçet Bey satılamayan bu yazıları oraya gelen Şevket Rado'ya çok mâkul bir bedelle toptan devretmiş (Şevket Bey aşağıda bahsi geçecek olan Türk Hattatları isimli kitabının önsözünde, hat san'atına olan merakının 1958 yılında Konsolos Behçet Bey'den aldığı eserlerle başladığını yazıyor. Eğer verdiği tarihte bir yanılma payı yoksa, daha evvelden de Behçet Bey'den bazı yazılar aldığı, bu beyanından anlaşılmaktadır).

Kısa bir müddet sonra Şevket Bey, Necmeddin Okyay'ı Koşuyolundaki evinde ziyaret ettiğinde hüsn-i hatta olan merakını Üstâdımıza da anlatınca, kendileri, bu satırların yazarıyla da mutlaka tanışması gerektiğini söylemiş. Bunun üzerine yaptığımız telefon görüşmesi netîcesi 15 Ekim 1965 günü Sultan Mahmud türbesi sokağındaki Hayat müessesesinde buluştuktan sonra beni Cihangir'deki evine götürdü ve o zamana kadar aldığı eserleri görmeme imkân hazırladı. Tabîatiyle bu yakınlıktan çok memnun kaldım ve yeni edindiği eserleri görmek üzere haber verdikçe uğramağa başladım. Ayrıca Emin Barın Cild Atölyesi'nde sürdürülegelen "Perşembe toplantıları"nda da karşılaşır olduk. Şevket Bey, o sıralarda -sonradan Sabancı Müzesi'ne intikāl eden- Hâfız Osman mushafını neşre hazırlanıyordu. Hayat Mecmuası'na "Hattat Hâfız Osman'ın Yazı Tarihimizdeki Yeri" başlıklı bir makale yazmamı teklif etti ve Kur'ân-ı Kerîm'in yayımlandığı sırada bu makale de mecmuadaki yerini aldı (Bu yazı için bkz. M. Uğur Derman, Ömrümün Bereketi:3).

İşte o günlerde Cihangir'deki evlerine bir uğrayışımda Şevket Bey, hanımı Türkân Rado (1915-2007) ile beni tanıştırdı. İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi'nin Roma Hukuku profesörü olan ve gıyabımda ismimi bilen Hanımefendi, beni karşısında görünce, bütün açık sözlülüğü ile: "Aaa, ben sizi sakallı, bereli ve yaşlı bir tip olarak düşünmüştüm" demez mi? Sanki hat san'atı ile uğraşmak için bu saydıklarına gerek varmış! Bense o yıllarda henüz otuzlu yaşlarını süren beresiz-sakalsız, hattâ bıyıksız bir eczacıydım. Mâmafih, Şevket Bey'in tâze merakını paylaşan bu yeni ahbâbını kısa zamanda Türkan Hanım da benimsedi ve her karşılaştığımızda konuşacak müşterek mevzûlarımız oldu; Şevket Bey'in ölümünden sonra da birbirimizi aramayı ihmal etmedik.

Daha Boğaz köprüsünün bulunmadığı o yıllarda, Üsküdar'a geçmek için Kabataş'da araba vapuru beklediğim bir gün, Şevket Bey'e rastladım. Necmeddin Efendi'ye gittiğimi duyunca: "Vaktim yok amma, ben de kapıdan bir uğrasam" dedi, fakat sohbetin tadından bir saati geçirdi. Çıkarken, onun "Yahu, bu deryâ adamı niye Hayat okuyucularına tanıtmıyorsun?" sorusuyla karşılaştım. Bu teklif üzerine Okyay Hoca'yla yaptığım mülâkat, Hayat Mecmuası'nın orta sayfalarında Üstâd'ın celî muhakkak Besmele'siyle taçlandı ve bu yüksek tirajlı dergi sayesinde pek çok eve bir hüsn-i hat örneği girmiş oldu (Resim 1, sayı: 51, 1968, s.8-10).

Bundan sonraki yıllarda da hem Hayat, hem Hayat Tarih mecmualarında hat ve hattatlara dair yazdığım makaleleri Şevket Bey'in teşvîkıyle sürdürdüğümü belirtmeliyim. Kendisi -başta Subhatü'l-Ahbâr olmak üzere- kültür ve san'at tarihimize kazandırdığı seçkin eserlerden sonra, 1974'de Akbank'ın kültür müşâvirliğine getirilince, aynı gayreti orada da gösterdi. Bu cümleden olarak, Türk tezyînî san'atlarına dâir hem isim başlıklarına (alfabetik), hem de konularına (tematik) göre tasnîf edilmiş mufassal bir kitab neşretmek arzusuna düştüğünde, her hafta pazartesi günleri Şevket Rado, Muhsin Demironat (1907-1983), Midhat Sertoğlu (1913-1995), Emin Barın (1913-1987) ve bu satırların yazarı, Barın atölyesinde buluşmağa başladık. Fakat, iş, yazma safhasına gelince, teşebbüs kuvveden fiile geçirilemedi, akîm kaldı.

Biraz geriye dönersek, Rado âilesi galiba 1969'da Cihangir'den Ayaspaşa'daki Taşkent apartımanına taşındı. İşte ondan sonradır ki, bizim münasebetlerimiz de sıklaştı. 1963'den beri eczacılık mesleğimi sürdürdüğüm bu semte Şevket Bey de gelince, eline her yeni geçen eser için Gümüşsuyu Eczahânesi'nde bir vakfe yapıp zevkıni benimle de paylaşır oldu. Bunları, gün içinde Türbe'deki komşusu Emin Barın'a göstermek alışkanlığına, akşamları evine gitmeden bu nâçiz dostuna uğraması da eklenince, koleksiyonu artık çift tavsiye ile genişlemeye başladı. Dahası var: Bazı cumartesiler, öğleden sonra telefon ederek: "Beyim, ben oyuncaklarımı çıkarıp hazırladım. Haydi gel beraber oynayalım!" dediğinde, anlardım ki kıt'a şeklindeki yazılarını tasnîf edip şeffaf gömleklerine yerleştirmiş ve benim iflâhımı kesecek! Allah'ım, ne keyifli saatlerimiz olurdu. Hat san'atına karşı önceleri lâkayd duruşu zamanla değişen Türkân Hanım da ekseriyâ ikram faslında bize katılır, salonun duvarını nurlandıran -şimdilerde Sabancı Müzesi'ndeki- Sâmi Efendi'nin (1838-1912) "Allâhu veliyyü't-tevfîk" celî sülüs şâheserine (Resim 2) karşı çaylarımızı yudumlardık.

Şevket Bey, Osmanlı maarifinin mümtaz sîmalarından Fuad Şemsi İnan'ın (1883-1974) vefatından hemen sonra onun topladıklarını satın almakla koleksiyonunun büyük bir eksiğini tamamladı. O zamana kadar Kur'ân-ı Kerîm, En'âm, Evrâd gibi kitap tarzı eserlerle kıt'a ve murakkaa cihetinden ağırlık kazanan hat birikimi, Fuad Bey'deki XIX. ve XX. asır hat üstâdlarının seçme levhalarıyla zenginleşti.

Bir gidişimde, "güleriz ağlanacak hâlimize" tesbitince, gülünecek şu hâdiseyi anlatmışlardı. Emin Barın'ın vaktiyle yazıp da kendilerine hediye ettiği helezonî dönüşlü "Kelime-i Tevhîd" dörtlüsü, evin salon kapısı üstünde asılı durmaktaydı. Kendilerine misâfir olarak gelen bir zamâne kızı buna bakıp da, Radolara : "Ah, ne kadar 'ilginç' bir aspiratörünüz varmış" deyince kahkahalarını zor tutmuşlar; amma bunu bana naklederken artık dayanamayıp kendilerini koyvermişlerdi (Resim 3).

Hat san'atı ve hattatlara dair bir eser yazmamı ısrarla tekrarlayan Şevket Bey'e, bu mevzuun uzun vâdeli bir iş olduğunu söyledim ve onun yerine 1977'de neşredilen Türk San'atında Ebrû kitabım için anlaştık. Aradan birkaç yıl geçip de hat kitabına dair bende beklediği hareketi göremeyince, bir karşılaştığımızda: "Madem ki sen yazmıyorsun, buna ben başlayacağım; lâkin gözden geçirmen şartıyla..." dedi. Daha müsvedde hâlindeyken yazdıklarının tamamını defaatle okudum, hâfızamdaki bilgilerle elden gelen tashîhâtı yaptım. Kaynak araştırmasına girmeğe zaman kalmadığı için, hatâlar bulunması da kaçınılmaz olan bu kitab, en az iki yıllık bir çalışmayla 1984'de yayımlandı. Örneklerin büyük bir kısmını kendi koleksiyonundan sağlayan Rado, bu konuyu yeni nesillere de sevdirmek için "hattın bir resim san'atı olduğu" tezine ağırlık verdi. Ancak kendisinin vefatından sonra yetişen genç kābiliyetlerin hattı başlıbaşına bir san'at yumağı olarak çözmeğe çalıştıklarına şâhid olsaydı hüsn-i hattın bu son devir sevdâlısı da her halde daha çok keyiflenirdi, zannındayım.

Şevket Bey, Akbank'a kültür müşâviri oldukdan sonra bu bankanın Osmanbey şûbesindeki geniş salonda san'at cihetinden kıymet ifâde eden sergilerin açılmasına da vesîle oldu. Bunlardan biri ömrü boyunca resim sergisi açmamış olan mâruf ressamımız Hikmet Onat'a (1882-1977) da 95 yaşındayken zengin bir sergi açtırması oldu (Resim 4). Hikmet Bey, kısa bir müddet sonra vefat etdiği için, sergi daha da kıymetlendi.

Gelelim hüsn-i hat koleksiyonuna: Rahmetli Şevket Bey'e senelerce mutluluk veren bu latîf hat örnekleri bir müzâyede ile -kendisinin ölümünden tam yirmi yıl sonra- bakalım kimlere mutluluk dağıtmaya başlayacak? Hayırlı olsun.

Prof. Uğur Derman

Resimaltı:

Resim 1: Necmeddin Okyay'ın Hayat Mecmuası'nda neşredilen celî muhakkak Besmelesi.

Resim 2: Sâmi Efendi'nin zer-endûd celî sülüs levhası.

Resim 3: Emin Barın tarafından tasarlanan "Kelime-i Tevhîd" levhası.

Resim 4: Ünlü ressamımız Hikmet Onat'ın 2 Şubat 1977 günü Akbank Osmanbey Galerisi'nde açtığı müstakil sergisinden bir hatıra: (soldan) Taha Toros (1910-2012), Hikmet Onat, Uğur Derman, Şevket Rado.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN