Arama

Mustafa Özcan
Kasım 27, 2021
Esat mat oldu
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Beşşar Esat, hem Baş Müftü Ahmet Bedreddin Hasun'u azletti hem de temsil ettiği Suriye Baş Müftülüğü makamını kaldırarak aslında Sünni kitleye şah çekti. Lakin buna mukabil sürgündeki Suriyeliler, Suriye İslam Konseyi Başkanı Üsame Rufai'yi bu boşalan makama seçerek karşı hamle ile Esat'ı mat ettiler. Kısaca buradaki boşluğu doldurdular ve Esat'ın altındaki halıyı çekmiş oldular. Esat dımdızlak kötü niyetiyle baş başa kaldı. Kısaca şah mat oldu. Üsame Rüfai istibdat ve zorba rejim altında önce denetim altına alınan, silikleştirilen, ardından da Hasun'un 'et Tin ve'z Zeytun suresini yorumlamasını gerekçe göstererek kaldırılan makama dışarıdan atanmış oldu. Suriye Baş Müftülüğü geçmişte özerk bir yapı iken Esat'lar döneminde basit bir memuriyete dönüştürülmüştür. Kısaca Üsame Rüfai sadece kurtarılmış bölgenin veya muhalefetin müftüsü değil. Esat'ı hiçe sayan Suriye halkının baş müftüsüdür. Rejim müftülük makamını ve dini devletleştirmişti. Şimdi ise fiilen Ahmet Keftaro döneminin öncesine dönülerek bu makam yeniden özerkleştiriliyor. Esat'ın hesap etmeden atmış olduğu adım bu şekilde ters tepmiştir. Buna kuantum sıçraması (nakle nev'iyye) diyorlar. Farkına varmadan Esat faka basmış ve hinliği ortaya sermiş oldu.

Suriye'de çekişmeli alanların başında dini meseleler ve kurumlar ve özellikle de baş müftülük makamı gelmektedir. 1950'li yıllarda Suriye'deki temel tartışma konularından birisi devletin dininin ne olacağı hususu idi. İhvan'ın tarihi liderlerinden Mustafa Sıbai ve ulema devletin dininin İslam olması konusunda diretiyorlardı. Bunun türevlerinden birisi de cumhurbaşkanında Müslüman olması şartı aranması idi. Esat, 1970 tarihinde Baasçı arkadaşlarına darbe yaptığında bu konu gündeme geldi. Hafız Esat Müslüman mıydı değil miydi? Bu sorun palyatif bir şekilde çözüldü ve Lübnan'daki Şii mercii (kayıp imam) Esat'ın Şii mezhebinin türevlerinden birisine mensup olduğunu ve binaen aleyh Müslüman olduğunu ileri sürmüştür. Bu izaha binaen Hafız Esat'ın cumhurbaşkanlığı onaylanmıştır. Şimdi yanlış iliklenen düğmenin son faslındayız.

Nasır döneminde Mısır'la birleşme sürecinde dini alanda bir başka kriz baş göstermiştir. Nasır sosyalist modele göre devletleştirme projesi izlemektedir. Dönemin Suriye Müftüsü Ebu'l Yüsr Abidin'den de bu işlemin cevazına dair bir fetva ısmarlar. Aynı zamanda doktor olan Ebu'l Yüsr Abidin bu isteğe şiddetle karşı çıkar. Bunun üzerine Nasır Müftü'nün görevinden alınmasını ve azledilmesini işleme koyar. Bir de söylenir: Biz bu tür fetvaları Mısır'da bir pişmiş tavuğa alıyoruz! Elbette Ebu'l Yüsr Abidin Hasan Bakuri veya emsali tiplerden ve ilmini ve irfanı satacak cinsten bir adam değildir. Bu mülk ve servetin devletleştirilmesi Nasır'ın en büyük yanlışlarından birisi olmuştur. Hekimoğlu İsmail gecikmeli olsa da Türkiye Müslümanlarına ibretlik bir gelişme ve konu olarak meseleyi kaleme almış ve 'Suriye Bu Hale Nasıl Düştü?' diye Suriye'deki hazin gelişmeyi bir broşür üzerinden anlatmıştır. Bu risale ya da broşürde Suriye'deki ardı arkası kesilmeyen darbeler süreci ve devletleştirme meselesini irdelemiştir.

Aynı yıllarda Suriye, muhafazakar bir toplumdur ama hızlı bir şekilde sol düşüncenin pençesine yuvarlanmaktadır. Muhtelif aralıklarla yaptığı ziyaretlerinde Ebu'l Hasan en Nedevi bu durumu gözler ve Suriye'nin ideal bir İslam toplumu ve devleti olacağı ortamdan uzaklaştığını teessüfle müşahede eder. O dönemlerde Nedevi Suudi Arabistan ile Suriye'yi potansiyel olarak İslami bir idareye en yatkın ülkeler olarak görüyordu. İslam sancağını taşıyabilecek ülkeler kümesinde görüyordu. Fakat bu ülkeye sol musallat olmuştu ve sonunda 1963 yılında Baascıların pençesine düştü ve bir yıl sonra Hama ile Şam'da tanklar camilere girdi. Ezher'e giren Napolyon'un atları gibi. Ebu'l Yüsr Abidin'in azlinden bir ay sonra Suriye Nasır ile yolları ayırmıştır. Halbuki azınlık tehlikesinin farkında olan Müslüman Kardeşler, Mısır'a hami ve garantör olarak bakıyordu. Nasır da İslam'da Sosyalizm kitabını yazdığından dolayı Müslüman Kardeşlerin Suriye kolu başkanlarından Mustafa Sıbai'yi hastanede ziyaret etmiştir. Halbuki sosyalizm kitabın sadece başlığındadır. İçi ise halis bir surette İslam'ı ve adaletini anlatmaktadır.

Nasır'dan sonra Suriye çalkalanmış ve bir daha toparlanamamıştır. Bir süre sonra azınlıkların pençesine düşmüştür. Ebu'l Yüsr Abidin sadece Nasır ile değil darbecilerle de anlaşamaz. 1963 yılının Mart ayında Baascılar yönetime el koyarlar ve ilk icraatlarından birisi de kimseye eyvallah etmeyen ve Nasır'dan sonra iade-i itibarda bulunulan Ebu'lYüsr Abidin'i görevden almak olacaktır. Yerine vekaleten Abdurrezzak Hımsi atanır.

MÜFTÜLÜK REJİMİNİN DEĞİŞMESİ

Baasçıların idareye el koymalarına kadar başmüftülük özerk bir yapıdadır ve alimler kanalıyla seçilmektedir. Son müftülük seçimi büyük çekişme ile geçer. İki aday vardır ve ikisinin de destekçileri bulunmaktadır. Bunlardan birisi Buti gibi zevatın da hocalarından olan Hasan Habenneke el Meydani'dir ve Rabıtatu ulema-i Şam tarafından desteklenmektedir ve Baas Partisi'ne sadece mesafeli değil aynı zamanda şiddetli bir biçimde de karşıdır. Aksine bir Nakşibendi Şeyhi olan Ahmet Keftaro ise Baascılara kur yapmaktadır. 18 oya karşılık 17 oy ile Hasan Habenneke el Meydani Ahmet Keftaro karşısında (lehine) seçimleri kaybeder. Bundan sonra bir daha seçim yapılmaz, Ahmet Keftaro'yu Ahmet Bedreddin Hasun izler. Gelen gideni aratır. Ahmet Keftaro'nun halk nezdinde bir yeri ve itibarı vardır lakin Hasun için aynısını söylemek zordur. Hasun ağzı laf lapan katliam onaycısı hafifmeşrep bir müftüdür. Mustafa Tlass gibi bütün hüneri Esat hanedanlığına yaltaklanmaktır.

Ahmet Keftaro, Hafız Esat'ın siyasi destekçisi olmuştur. İslami kesimler aleyhine dalgakıran işlevi görmüştür. Suriye'deki bir milletvekili seçiminde Mustafa Sıbai'nin önünü kesmiş ve rakibinin kazanmasına hizmet etmiştir. Bilahare son müftülük seçiminde rabbani bir halk adamı olan Hasan Habenneke'nin önünü kesmiştir. Böylece Baas Partisine ve Esat ailesine paha biçilmez hizmetlerde bulunmuştur. Onun açtığı çığırda Baas Müftülüğü yapmak Ahmet Bedreddin Hasun'a düşmüştür. O da sudan bahanelerle hizmetine ihtiyaç kalmadığında görevinden azledilmiştir.

Şeyh Ahmet Keftaro, 2004 yılının Eylül ayında vefat etmiştir. Bu makam Kasım 2005 tarihine kadar boş kalmış ve ardından başmüftülüğe Hasun tayin edilmiştir. Bu tayinden sonra Hasun adeta katliam müftüsü olmuş ve rejime her türlü dini desteği vermiştir. Adı da 'varil müftüsüne' çıkmıştır.

İLMİ VE FIKHİ KONSEY!

Önce başmüftünün seçimle gelmesini engelleyen ve seçim rejimini bozan Baasçılar bu noktada da kalmamışlar ardından 2018 yılında baş müftülüğün yerini alacak çok yapılı ve mezhepli bir düzen kurmuşlar ve zamanla bu düzeni baş müftülük yerine geçirmişlerdir. Sudan bir bahane ile Hasun'u azlederek de planlarını eyleme sokmuşlardır. İlim ve Fıkhı Konseyi adıyla bir paralel yapı kurmuşlardır. Hasun'dan sonra bu paralel yapı asli yap haline gelmiştir. 2018 yılında yetkileri kısıtlanan Hasun'un bu yetkileri ilmi fkıh konseyine aktarılmıştır. Bu konsey içinde kırkambar misali bütün mezhepler temsil edilmekte ve Sünniliğin baskın karakteri sulandırılmakta idi. Katıksız bir Sünni kurum bu suretle karma hale getirilmektedir. Peki, bu gelişme kimin yararına olur? Elbette ülkenin Sünniliğini sulandıran İran ve azınlıklar ve İsrail lehine. Bu kurulda Sünni alimlerle birlikte Şii alimler, Dürzi alimleri (şuyuh akl), Alevi veya Nuseyri unsurlar ile İsmaili mezhebi mensupları temsil edilmektedir. Amacın Suriye üzerindeki Sünni etkiyi kırmak olduğu açıktır.

Bu adım üç şekilde yorumlanmaktadır.

Birincisi, müftünün azledildiği ve başmüftülüğün kaldırıldığı 15/11/2021 tarihli kararname ile birlikte çok yapılı ve karma bir dini alana geçilmiştir. Bu ABD ile birlikte İsrail'in öngördüğü İbrahimizm temalı bir dini adımdır. Amaç, İslamiyet'i ve Suriye'nin İslami kimliğini sulandırmaktır.

İkincisi, Suriye'nin azınlıklar tarafından yutulması ve bunun sonucu Züheyr Salim'in ifadesiyle şarkta yeni bir Endülüs vücuda getirilmesidir.

Üçüncü yoruma göre ise Sünniliğin azınlıklar içinde eritildiği ve denklem dışına çıkarıldığı Nuseyristan-Şiistan modeline geçilmesidir.

Suriyeli muhaliflerden askeri uzman Ahmet Rahhal'n bir tweet mesajında dile getirdiği gibi iki kesim, Arapların Suriye rejimine geri dönmesini istemiyor. Bunlardan birisi İran rejimi diğeri de Suriyeli muhalifler. İran, Suriye'de tek başına dominant güç olarak kalmak istiyor. Yanına bu gücünü sulandıracak ortaklar istemiyor. Arapların yeniden Suriye'ye dönüşü bu ülkedeki İran'ın yerini sarsar. Yeni ortaklardan Rusya etkilenmez ama İran etkilenir. Bu nedenle de İran Suriye'de pozisyonunu sulandıracak Arap gücü istemiyor. Muhalefetin nokta-i nazarı daha başka. Onlar ise Esat rejiminin yeniden meşruiyet kazanmasını istemiyorlar. İki taraf farklı amaçlarla Arapların Suriye'ye dönüşüne karşı çıkıyorlar.

Üsame Rufai'nin yeni müftü ve halk müftüsü olarak seçilmesi Suriye rejiminin ve İran'ın gelecekle ilgili hesaplarını karıştırdı, altüst etti. Kuantum sıçraması etkisi meydana getirdi.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN