Arama

Mustafa Özcan
Kasım 18, 2021
Şairin İkinci Nirvanası
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Sezai Karakoç hem düz yazının hem de şiirin ustasıydı. 88 yaşında aramızdan ayrıldı. Bekar ve münzevi yaşamasına rağmen yine de bedenen sağlıklı idi ve 88 yaşına kadar muammer oldu. Bu onun disiplinli ve mürettep bir adam olduğunu da gösterir.

1980'li yılların sonu ya da 1990'lı yılların başı olmalı, o zamanlar Hak Yol Vakfı'nın Sakarya Şubesi'nin başkanı olan dostumuz Rüstem Keleş Bey ile İstanbul'u turlamıştık. Aklımda kaldığı kadarıyla hem rahmetli Ali Yakup Cenkciler'i ziyaret ettik hem de Sezai Karakoç'a uğradık. Rüstem Keleş Es'ad Çoşan hocanın bağlılarındandı. Es'ad Coşan hocanın bir meziyeti vardı, bende ve tabilerinin hocaları ve salih kimseleri ziyaret etmesini ve hayatlarını da kayda geçirmesini isterdi. Hatta vefatına takaddüm eden günlerde bağlıları yaşayan değerleri kayda geçirmek için onları özel olarak ziyaret ediyor ve söyleşilerini kayda geçiriyorlardı. Böylece yaşayan değerlerin envanterini tutmuş oluyorlardı. Es'ad Hoca ve bağlılarının Ali Yakup Cenkciler'e özel ilgileri vardı. Zira, Osmanlı bakiyesi nadir zatlardan birisiydi. Bağlılarının Cenkciler hoca ile ilgilenmelerinin bir artı nedeni de Es'ad Coşan hocanın bizzat Ali Yakup Cenkciler'e olan muhabbet bağlarıydı. Emin Saraç, Ali Yakup Cenkciler ve Es'ad hoca ve bazı akranları sağlıklarında sık sık bir araya geliyorlardı. Bu birliktelikler bağlılarına da miras kalmıştır.

Ali Yakup Efendi Mısır'dan Türkiye'ye dönüşünde, hayatının geç devresinde yani yaşlıca evlenmişti. Bu dünyada hayat arkadaşını ancak bulabilmiştir. Onun evliliği aynı zamanda ahirete göçmeden bir ahiret arkadaşı edinme gayreti olmalıdır. Çocukları da olmamıştı. Ama çok sayıda seveni ve talebesi vardı. Belki onlar çoluk çocuktan mahrumiyetin boşluğunu dolduruyor, yerlerine geçiyorlardı. Önemli olan döl evladı değil yol evladı değil miydi? İnsanlar Allah'ın iyalidir. Dolayısıyla insanlar nesep olarak doğrudan doğruya Allah'a bağlı bulunuyorlar. Beşeri intisaplar ise geçici ve mecazi.

Rüstem Keleş ile Ali Yakup Cenkciler'i ziyaret ettikten sonra Sezai Karakoç'a da uğramış olmalıyız. O da hem bekar hem de çilekeşlerin tarzına uygun olarak münzevi bir halde yaşıyordu. Kitaplarının arasında bürosunda ziyaretçilerini kabul ediyordu. Sahada faaliyet gösteren bütün cemaatler onunla teşrik-i mesaiye can atıyordu. Çünkü onların diliyle konuşuyordu. Kendilerinde bulamadıklarını onda buluyorlardı. Bu yüzden onun dostluğunu kazanmaya çalışıyorlardı. Onu belki de kendilerine manevi sermaye yapmak istiyorlardı. Burada Sezai Karakoç'un bir özelliği ortaya çıkıyor. Bu, kimseye karışmama ve daima bağımsız kalma arzusuydu. Aradaki ilişki bir anonim Arap dizesindeki gibi olmalı: Kullün yeddei vaslan bileyla ve Leyla la tükirru bizake. Herkes Leyla'nın derdindi Leyla ise oralı değil.

Besbelli ki kendisini kimseyi kullandırtmak istemiyordu. Bu açıdan yakasını kimseye kaptırmadı. Tek başına yürüdü gitti. Bediüzzaman da bağımsızlığına özen gösteren zevat arasındaydı. Bağlılarına hayatının gayesi olduğu halde 'ittihad-ı İslam namına bile olsa Risaleleri alet etmeyin' diyordu. Sezai Karakoç herkes için destan yazıyor lakin fiiliyatta kimsenin arasına girmiyor ve katılmıyordu. Uzaktan bakıyor ve seyrediyordu. İyi ki de böyle kaldı. Yoksa birlik adına tefrika üretenler yakasını bırakmazlardı. Onun hasbi ve samimi duygularını istismar eder ve tüketirlerdi. Nitekim Arap Baharından sonra bu tarz çabalar ve Sezai Karakoç'u ortak kareye sokma denemeleri olmuştur. O ise istifini bozmadı, bildiği yoldan şaşmadı. Hır gür içinde ve kavga ortamında o özlenen asude iklimi kaleme almaya devam etti.. Mesafeli tutumu nedeniyle yakasını da pek kimseye kaptırmadı.

1980'li yıllarda Diriliş şairi Sezai Karakoç, mahallenin efsanesiydi. Kalıp şairi değil Yunus gibi gönül şairiydi. Gel zaman git zaman başka arkadaşlarla da 1990'lı yıllarda Sezai Bey'i, bürosu ya da sohbethanesinde ziyaret ettik. Gıyabında da "Sütun" ve "Hızırla Kırk Saat" gibi kitaplarını okuyorduk. Sezai Bey ile biraderim İbrahim benden fazla ilgiliydi.

1980'li yıllarda Sakarya'da İhvan Kitabevinde sevenleri adeta bir araya gelmişti. İhvan Kitabevi Sezai Bey ile anılabilecek mekanlar arasındaydı. Gözde bir mekandı ve İslami entelektüel çevrelerin buluşma noktasıydı. İhvan Kitabevi ve çevresi Sezai Bey'i takip eder ve kesintili bir biçimde çıkan Diriliş Gazetesi'ni bulundurur ve sevenleri, okurlarıyla da buluştururdu. Karakoç, şair olarak ideal bir İslam dünyası portresi çizerdi. Besbelli ki olaylara öteden ve kuşbakışı bakıyordu.

Sezai Karakoç'un ülküsü, diriliş ülküsüydü. İslam dünyasının bir gün dirilişini muştuluyor ve o günleri doğumu öncesi satırlara döküyordu. Yıkılıştan sonra bir dirilişi bekliyor ve onun bayraktarlığını yapıyordu. Bunun tercümanlığını Sezai Karakoç yaptı. Kendi zemini üzerinden bütün akımlara ve dünyaya açıldı. Dil hususunda esnek davrandı. Yeni kelimeleri eriterek eskinin içinde kaynaştırması ve kullanması kimse tarafından yadırganmadı. Yeniler eskiler içinde terkibini bulmuştu. Dile yeni bir lezzet kattı. Durulukta Yunus'u yakalamaya ramak kalmıştı. Taassup göstermedi. O, hep hikmetin peşinden gitti ve oraya buraya serpilmiş hikmet goncalarını devşirdi. Dil ve fikir olarak bütün istikametlere açıktı.

Ekol oldu ve çığır açtı. Mavera dergisi altın günlerinde adeta onun hecelerini soluyor, tarzının akislerini yansıtıyordu. Mavera bir ocak oldu ve erişilmez bir zirveye oturdu. Mavera dergisi zamanla ideoloji ile siyasi kamplaşmalar ve tercihler arasında açmazlara saplandı. O tatlı iklim solup gitti ama arkasında aranan bir tat, bir soluk bıraktı. Mavera'da Sezai Karakoç'un görünmez karaltısı ve ışıltısı vardı.

Erdem Beyazıt, Alim Kahraman, Cahit Zarifoğlu, Osman Sarı gibi güzel isimler bu yeni ve hasbi çığıra soluk verdiler. Ustalarının izinden gittiler. Daima amatör bir ruhla kendilerini yenilediler.

Şairin İkinci Nirvanası

İnsanın şok dalgaları yaşaması ya dilinin ve gönlünün bağını çözer ya da kapatır. Hazreti Musa ateşe sunulduğunda lisanı tutuk ve peltek hale gelmiştir. Bundan dolayı fasih olan kardeşi Harun'u kendisini vezir yani yardımcı verilmesini niyaz etmiştir. Bu duası kabul görmüştür.

Hayatın dönüm noktalarından birisi de aşk ateşine tutulmaktır. Bu ateş, insanı olgunlaştırararak hamlığı üzerinden atar. Mevlana öyle der: Hamdım piştim yandım! Bu sürecin yani seyri sülükün ya da ilahi yolculuğun (es seyrü ilallah) araçlarından birisi de aşktır. İnsan bu aşk merdiveni sayesinde Nirvanaya yani tatmine ulaşır. Gönlünün ve dilinin bağı çözülür. Aşk, kilitleri açan bir anahtardır. Buna tutulan ve acısını yaşayarak pişen kimse, ilahi hikmetle konuşmaya başlar. İlahi hikmet pınarına dönüşür.

Sezai Karakoç'u Sezai Karakoç yapan hal de budur. Hayatının dönüm noktası "Monna Rosa" şiirini kaleme aldığı andır. Muazzez isimli bir hanıma tutulmuştur. Bu tutulma onu tetiklemiştir. Dilinden ve kaleminden ilahi hikmetler saçılmaya ve dökülmeye başlar. Şairin; Sezai Karakoç'un ilk Nirvanası yani manevi zirvesi, Muazzez hanımdan Monna Rosa'ya geçtiği demdir. Burada platonik aşk, ilahi aşka ve cezbeye dönüşmüştür. Aşka yolculuk ilahi yolculuğa evrilmiştir. Hattı aşktan sathı aşka geçmiştir. Katreden ummana ulaşmıştır.

Budistler bu hale Nirvana derken, Hıristiyanlar ikinci doğuş demişlerdir. Şair ölümüyle birlikte ikinci Nirvanasını da yaşamıştır. Kozasından uçmuştur. Mevlana'nın diliyle bedenden ayrılık ve kozasından uçmak şeb-i arus yani en yüce dostla (er refik el a'la)buluşma, kavuşma gecesidir. Bu gecede ayrılık gayrılık halleri kalkmış, sürgün günleri bitmiştir. Monna Rosa'dan ayrılıkla birinci Nirvanasını yaşayan şair, ikinci Nirvanasını da şeb-i arus ile yani kavuşma gecesiyle tamamlamıştır, taçlandırmıştır. Kutlu olsun.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN