Arama

Mustafa Özcan
Temmuz 12, 2021
Dostluk menzillerinde yitirdiklerimiz
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Mehmet Şevket Eygi ile Şevket Demirci beyleri aynı günlerde yad ettik. Şevket Eygi Bey vefat edeli iki yıl oldu. Şevket Demirci vefat edeli ise 12 yıl. Her ikisi de hem can dostu hem de kitap dostu idiler. Birbirleriyle de münasebetleri vardı. Şevket Eygi'yi en çok da Şevket Demirci'nin mekanında görürdük. Kadir Mısıroğlu ile Şevket Eygi ve Safa Saygılı gibi dostlarla orada karşılaşır ve özlem giderirdik. Şevket Demirci'nin Haktaş Dökümcülük işletmesi buluşma menzillerinden ve noktalarından birisiydi. Ölüm günleri aynı yıllara rastlamasa da aynı ay ve yaklaşık aynı günlere rastlıyor. Birisi Temmuz'un 8'inde diğeri de 12'sinde vefat etmiştir. M. Şevket Eygi ile Demirci'nin yöreleri de birbirine yakın. Dostları da aynı çevrelerdendi. Haktaş Dökümcülüğün sahibi Şevket Demirci Kastamonu'nun Çatalzeytin Samancı Köyü doğumlu ve cenazesi de yine aynı yerden kaldırıldı ve naşı doğduğu topraklara tevdi ve emanet edildi. Sırasıyla Şevket Demirci 8 Temmuz 2009 tarihinde vefat ederken Şevket Eygi de 10 yıl ara ile birlikte 12 Temmuz 2019 tarihinde vefat etmiştir.

Şevket Demirci önce Gaziosman Paşa/Kuçükköy semtinde olan işletmesini karşıya taşıdı. Bu bizim açımızdan birinci kopukluktu. Artık uzaklık nedeniyle eskisi kadar gidip gelemiyorduk. Dolayısıyla o dostluk ortamından ve menzilinden uzak ve mahrum kalıyorduk. Kendisi de hastalıklarla boğuşuyordu. Bizim açımızdan önce nakl-i mekan etmesi, ardından da nakl-i dünya etmesi ikinci ve son ayrılık oldu. Tabir caizse dostlarımızı yele verdik. Yine de artlarında kadirşinas insanlar var öncülerden sonra bozulan dost kervanını yeniden toparlamaya çalışıyorlar. Şevket Eygi'nin yakın dostlarından Recep İncecik ile Safa Saygılı bunlardan ikisi. Korona günlerinden sonra bizi Safa Saygılı gibi dostlarla buluşturma konusunda Recep İncecik kardeşimin bir sözü vardı. Salgın günlerinin inişli çıkışlı ve kapalı açık seyrinden dolayı pek de bir araya gelecek fırsat bulamadık. Geçtiğimiz günlerde yeniden aradı ve dostlarla Şevket Eyigi'yi anacağımızı söyledi. Ben de o günü iple çektim ve iştiyakla bekledim. Gündüzünde Eminönü araçlarına binmiştim orada indim ve Mısır Çarşısının paralelinden eski Postaneye doğru daha doğrusu Cağaloğlu yokuşuna doğru yürüdüm. Kitapçılara uğradım. Eski tadı yoktu. Kitapçıların bir kısmı hızlı bir şekilde sektör değiştiriyorlar. Bazıları da mekan değiştiriyor. Köklü geleneği olan kitapçı az. İnkilap ve Aka'nın önünden geçerken bazı aşina kitaplar gözüme ilişti. Bunlardan birisi de Abdulbaki Gölpinarlı'nın Yunus Emre kitabıydı. İlk göz ağrılarımdan birisidir. Sakarya-Erenler'de okurken ders ödevi yapmak için bazen kırtasiye malzemesi almak maksadıyla Havuz'daki ( Salko Camii civarı) ihtiyar kitapçı ve oğlunun yan yana olan kitapçılarına uğrardık. Malzeme alırken vitrindeki kitapları göz gezdirirdim. Karton ve benzeri malzemeler alırken Abdulbaki Gölpinarlı'nın Yunus Emre kitabı gözüme ilişti ve ihtiyar kitapçı Yunus Emre kitabını almak istediğimi söyleyince 'aferin' diyerek gözleri parladı ve beni takdir etti. Bu beni daha da sevindirdi. 45 yıl öncesinden bahsediyorum. Beni etkileyen vitrin'deki kitapların hikayesi başka bir bahis konusu. Vaktim olursa bu konuya yeniden dönerim.

İnkilap ve Aka Yayınevi geleneği belki de zar zor şartlarda sürdürenlerden birisi. Belki zamanla daha kazançlı sektörlere de geçebilir. Cağaloğlu Yokuşunda Trabzon'un Arsin kazasından Ali Rıza Akgün Hoca ile birlikte başka bir dosta gittik. Akgün hocadan ayrıldıktan sonra Beyaz Saray kitapçılar çarşısının yerini alan kitapçılara uğradım ve burada bir iki dostla hasbihal ettik. Vakti doldurduktan sonra Adanalı kadim dostumuz Recep İncecik'in mekana gittik ve sohbet eşliğinde akşam yemeğini yedik ve Şevket Eygi'yi andık. Sohbet ortamı serbest olunca pek insicam tutturulamıyor. Bununla birlikte Şevket Eygi'yi dostlarıyla yad ettik. Şevket Eygi ve Nusret Özcan gibi ahiret yurduna göçmüş dostların özlem ve gayreti Osmanlı döneminden kalma asude günleri dost çevrelerinde yani manevi adacıklarda yaşatmaktı. Nusret Özcan Sur içinde bir iki bin yıllık belki de daha uzun olan tarihi derinliği yaşamak isterdi. Onun için İstanbul Sur içi idi. Şevket Bey de Yahya Kemal Beyatlı gibi tarihe tutunarak ayağa kalkmak isterdi. Şevket Eyigi ve Nusret Özcan'ın ruh halini en iyi Yahya Kemal Beyatlı'nın tarih şuuru ve anlayışı yansıtır: Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal'in maziye iştirakini şöyle dilme getirir "O tarihî hadiselere herhangi bir tarihçi gibi yaklaşmamış, bir nev'i temessül(içselleştirme, canlandırma) yoluyla yeniden yaşama yoluna gitmiştir. Kısaca yaşanmamış, fakat yaşanandan süzülerek yaşanır kılınmış bir tarihtir bu, bir şuurdur." Bu tarih şuuruyla bezenen Yahya Kemal Paris'e ölü gitmiş, diri gelmiştir. Yaslı gittim şen geldim dedikleri gibi. Sonunda kaybettiği evinin yolunu Paris'te bulmuştu. Yahya Kemal bu dönüşümü şöyle anlatır: 1903'te Paris'e alafranga geldim (gittim); 1912'de memlekete alaturka döndüm. Bu şuur dönüşümünü tarih hocası Albert Sorel'e borçludur. Paris'te Albert Sorel, Albert Vandale, Emile Bourgoix gibi Fransız tarihçilerin derslerinde tarih şuurunu edinir. Şanlı tarihini yeniden keşfetmek üzere tarihin izini sürer. Albert Sorel'in Türklerle ilgili şu sözleri sarf ettiği de aktarılır. Dünyanın iki meçhulü ve bilinmeyeni vardır kutuplar ve Türkler! Bir başka ilginç sözü de şudur: "Dünya gömlek değiştireceği zaman hadiseler sakınılmaz/kaçınılmaz olur." Onun tarih merakı Paris'te tarih şuuruna dönüşmüştür.

Şevket Eygi de Galatasaray Sultanisinde okumuştur. Fransız kültürüne aşina olmasına rağmen eğitimiyle tarih sevgisi ve Osmanlı muhabbeti kazanmıştır. Bu kültür ona derinlik ve estetik kazandırmıştır. Basın sektöründe bunun öncülüğünü de yapmıştır. Yahya Kemal Beyatlı'dan belki de yıllar sonra yine Paris'te yaşayan Necip Fazıl da orada kökleriyle buluşmuş ve tanışmıştır. Belki liste biraz daha uzatılabilir Nurettin Topçu gibilerine de bu listeye dahil edebiliriz. Buna tarihçiler ters etki de diyorlar.

Suriye ile Mısır'a gitmeden evvel toyluğuma rağmen dikkatli bir Büyük Gazete okuruydum. Lehte veya aleyhte siyasallaşmanın fazlasını içim kaldırmıyordu. Şevket Bey ise gücünün üzerinde bir çaba ile yaygınlaşmakta olan siyasi akımla çekişiyor ve çekiştikçe kan kaybediyordu. Yurt dışına çıktıktan sonra elbette gelişmeleri takip edemedim lakin gitmeden Milli Görüş çizgisine veya siyaset tarzına mesafeli olan Şevket Eygi'nin son dönemlerinde Milli Gazete de yazdığına şahit olacaktım. Bir dönem aynı gazetede yazmıştık. Basında seçeneklerin azlığı insanı zaman zaman istemediği tercihlerle karşı karşıya bırakabiliyor.

Şevket Eygi ile Şevket Demirci'nin ortak dostları!

Vaktiyle Şevket Eygi, Ali Ulvi Kurucu beyin doktor olan damadı Hayrettin Bulut ile halef-selef olmuşlar. Şu anlamda: Şevket Bey ateşli yazılarından sonra ağırlaşan baskılar altında yurt dışına çıkmak zorunda kalınca yerini Hayrettin Bulut'a emanet etmiştir. Kayınpederi Ali Ulvi Kurucu ise son yıllarda Şevket Demirci bey tarafından ağırlanıyordu.

Hayrettin Bulut ile Hamburg'dan tanışıyorduk. Boş vakitlerinde Milli Görüş'ün talebe işleriyle ilgileniyordu. Hamburg Merkez Camii ağırlıklı olarak öğrencilere manevi rehberlik yapıyor ve ortak kitap okuma çalışmaları yürütüyor ve bu yolla gençleri şuurlandırıyordu. Lakin Hamburg'daki yerel hizmetliler veya camilerin yöneticilerinin 'partizanca davranışları' yüzünden bu beraberlik ve talebe hizmetleri uzun soluklu olamadı ve aksama eğilimine girdi ve hassas ve kırılgan tabiatlı olan Hayrettin Bulut da kendini bu işlerden çekti, uzak tutmaya başladı ve bu işleri takibi bıraktı ve özel işlerine yoğunlaştı. Esasında tam bir kültür adamı idi fitne ortamlarından uzak kalmak için içine kapandı. Bu açıdan kültürel verimi düştü.

Hayatımın akışını değiştiren beş dakika

1981 yılının başlarında olmalı. Bir telgraf metni aldım ve benden saat 18 00 sularında Kahire Havaalanının çıkışında bulunmamı istiyordu. Geçmiş gün Hayrettin Bulut'u beklemek üzere henüz okula kaydı yapılmamış olan Konyalı Muhammed Dikkayayı da yanıma alarak havaalanının yolunu tuttum. Lakin saat 20'ye doğru geliyordu ne gelen ne de giden vardı. Muhammed Dikkaya ile artık dönmemiz gerektiği üzerinde mutabık kaldık. Son beş dakika daha bekleyecek ve ardından yurda dönecektik. İşte o beş dakika içinde ne olduysa oldu; bizim beklediğimiz iki kişi uzaktan göründüler. Esasında bir kişi bekliyorduk, İki kişi olarak geldiler. Merhum Kerkük asıllı doktor Yusuf Zeynelabidin'in geleceğinden haberimiz yoktu. Gelenler Hayrettin Bulut ve Milli Görüş Başkanı Yusuf Zeynelabidin idi. Her ikisiyle de tanışıyorduk. Ayaklarının tozuyla otel tavsiyesi istediler ben daha bir şey demeden henüz Kahire'de yeni olan Muhammet Dikkaya atıldı ve Han Halili'nin öğrenci yurduna daha yakın olduğunu söyledi. Bu teklif hoşuma gitmemişti. Ben otelin talebelerden uzak bir yerde tutulmasından yana idim. Zira Milli Görüş Almanya Başkanı Yusuf Zeynelabidin'in Kahire'ye gelişi öğrenciler arasında bir dalgalanma yapacak ve herkes onu görmeye can atacak ve ondan yazları imamet göreviyle Almanya'ya gitmek için iltimas isteyecekti. Bu da muhbirler vasıtasıyla Mısırlıların kulağına uçurulacak veya çalınacaktı. Bu kadar derin düşünmemekle birlikte bu fikir bana tehlikeli göründü. Ama misafirlerin huzurunu kaçırmamak, içlerine kurt düşürmemek için sessiz kaldım. Gerekçesini soracakları için başka bir teklifte bulunmaktan da kaçındım. Han Halili'legeldik ve onların odalarını ayarladık akşam da bizim odaya çay içmeye geldiler. Dolayısıyla Revak yani Türk Yurdu ziyaretçileri duydu. Benim yıl sonu imtihanlarım olmalı dolayısıyla ertesi gün misafirleri Muhammed Dikkayaya'yla emanet ettim. Sonrasında İskenderiye'ye gideceklerdi ve misafirler mihmandarla birlikte bir süre ortalıkta görünmediler.

Ertesinde Muhammed Dikkaya ürkmüş vaziyette çekinerek yanıma geldi ve kendilerini Lazoğlu'nda istihbaratta sorguya aldıklarını söyledi. Ürktüğü için kendisiyle bu meseleyi çatıya çıkarak konuştuk. Yusuf Zeynelabidin'in Kahire'de işi olmadığından ve istikametleri ayrı olduğundan Kahire'den ayrılmıştı. O Almanya'ya dönecek Hayrettin Bulut ise Suudi Arabistan'a gidecekti. Hayrettin Bulut işçi vizesi için Kahire'de bulunuyordu. Hala Türkiye'de 12 Eylül ortamı geçerli olduğundan yurtdışı engeli olabileceğinden ara istasyon olarak İstanbul yerine Kahire'yi tercih etmişti. Dikkaya ile İskenderiye'ye gidip geldikten sonra onları gözaltına almışlardı. İkisini ayrı sorguladıklarından Dikkaya Bulut'a ne olduğunu bilmiyordu vebana geldi ve telaşlı vaziyette durumu özetledi. Biz de burasını bizden daha iyi bilen Ahmet Kocaer gibi tecrübeli arkadaşlara danıştık. Ali Ulvi Kurucu'yla durumu bildiren bir telgraf gönderdik. Ve sonra beklemeye başladık. O sıralarda Türkiye'den Nevzat Yalçıntaş gibi profesörlerden oluşan bir heyet gelmişti. Aralarında İsmail Cerrahoğlu da vardı. Hendekli idi ve tanıştıktan sonra hemşeri sıfatıyla beni görüşmeye oteline davet etti. Nil'in Gize kıyısında olan oteline giderken köprü üzerinde eşiyle birlikte karşı kaldırımda Hayrettin Bulut'u fark ettim. İlk tepkim kendi kendime kızmak oldu. Demek ki Lazoğlu'ndan tahliye edilmişlerdi ve bir sorun yoktu. Hem sevindim hem de alındım. Zira endişelerimizi gidermek için bize haber salabilirdi. Çünkü onun adına endişelenmiştik. O yaz yine Almanya'yla Kiel'e gittim dönüşte birkaç gün sonra Sedat öldürüldü. 26 gün sonra da bizi de Lazoğlu'na götürdüler ve bu sefer de Yusuf Zeynelabidin'in Kahire'ye gelişinin hesabını vermek bize düştü. Kimsenin gözünün yaşına bakmıyor ve genel bir tarama yapıyorlardı. Yusuf Zeylnelabidin'i tanımakla birlikte Kahire'ye niye geldiğini ve buradaki münasebetlerini bilmediğimizi söyledik. Doğrusu da buydu. Havaalanında gecikmeli beş dakika Mısır'da benim 5 ayıma mal oldu. Ondan sonra da hayatımızın seyrini ve akışını tamamen değiştirdi. Ama Muhammed Dikkaya'yı bizimle istihbaratta yeniden sorguya almamışlardı. Onun dışında bizimle kader birliği eden iki arkadaşın da bu meseleyle yakından uzaktan alakası yoktu. Sadece keyfi davranışlarına kılıf uyduruyorlardı. Bize iyi muamele ediyorlarmış gibi bir de bizi Türkiye ile yani generallere teslim etmekle tehdit ediyorlardı. Lazoğlu'na misafir edilen nice solcu hatta Türk kökenli Mısırlı solcu gençlerle tanıştık. Belli ki envanter tazeliyorlardı ve piyango bize vurmuştu. Kader işte buna denir. Kaderimize razı olmuştuk zaten bizim açımızdan yapacak başka bir şey yoktu. Sonraki yıllarda dost olduğumuz El Ahram yazarı merhum Ahmet Behçet bizim meselemizi gündeme getireceğini ve yeniden dönüş yolunun bu şekilde açılabileceğini söylese de El Ahram'ı dikkatli bir şekilde takip ettiğim halde o sıralarda bizimle ilgili bir yazıya rastlamadım.

Zamanla iyice merdümgiriz hale gelen Hayrettin Bulut ile münasebetlerimiz Kahire vukuatından sonra tamamen kesildi. Onunla ilk tanışmamız Yalovalı arkadaşımız İrfan Evcin'in talebe yurdunda veya odasında olmalıydı.

Kahire macerasından sonra Medine'de görev yapıyor ve doktorluk mesleğini icra ediyordu. Şevket Eygi ile ortak bağlantı noktalarımızdan birisi de oydu.

Şevket Demirci'nin gedikli misafirlerinden olan Ali Ulvi Kurucu ile Türkiye ziyaretlerinde sürekli görüştük. Kendisiyle 1979 yılında Medine-i Münevvere'den tanışıyorduk. Hac mevsiminde gün aşırı bir şekilde Erzurumlu Hattat Mustafa Efendinin küçük dükkanının arkasındaki misafir odasına damlar ve Türk hacılarıyla hasbihal ve sohbet ederdi. Bizden 30 yıl kadar önce de Ezher'de bulunmuş ve yanılmıyorsam Revak'ta yani Türk yurdunda eğleşmişti. O dönemde ara elemanlardan birisi olan Ali Yakup Cenkciler Ali Ulvi Kurucu'nun ilk Arapça hocalarından birisi olduğunu iftiharla yad eder.

Şevket Eygi'yi yazarken veya hatırlarken pek bilinmeyen çevresine de temas etmek istedim. Keza Şevket Demirci''yi anlatırken Ali Ulvi Kurucu'ya temas etmemek olmazdı. Bunlar çapraz bağlantılar. Allah hayattakilere sağlık ve afiyet ve hayırlı bir ömür; vefat edenlere de rahmet etsin.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN