Arama

Mustafa Özcan
Kasım 20, 2020

1900'lü yılların başında Mısır'da ve sair İslam ülkelerinde İslam'dan her düzeyde sapma olmuş ve buna bir ridde yani İslam'dan kopma dalgası denmiştir. Öncelikli olarak kadın konusunda alışılmışın ötesine geçen Kasım Emin modernizmi ya da anın geçici algısını İslam'ın yerine geçirmeye çalışmıştır. Yeni Kadın ve Kadının Özgürleştirilmesi gibi kitaplar kaleme almıştır. Bizde Beşir Fuat gibidir. Sonra bu fikirlerinin altında ezilmiş ve kendisiyle barışık olamamanın verdiği buhranla birlikte sonunda intihar yolunu seçmiştir. İkinci önemli bir isim ise Ali Abdurrazık'tır. İslam'ın dünyevi boyutunu yani siyasi boyutunu inkar etmiştir. Hilafeti reddederek İslam'ı Hıristiyanlığın bir kolu haline getirmek istemiştir. Hristiyanlığa uydurmaya veya benzetmeye çalışmıştır. Halbuki, Hazreti Peygamber zekat ve vergi toplayan bir siyasi liderdi. Ordular teçhiz eden ve sadece Arap Yarımadası'na değil onun ötesine Bizans'ın arka bahçesine ve nüfuz alanına ordular gönderen bir başkomutandı. Mute ve Yermük savaşları onun emri ve talimatıyla yapılmıştır. Öyle ise karşımızda bir devlet anlayışı var ve İslam da siyasi alandan uzak değil, aksine iç içe. Bugün ise Suudi Arabistan gibi ülkeler ulu'l emr diyerek gayri İslami bir çizgide siyasi alanı kendilerine hasrediyor, tekellerine alıyorlar. Onun dışında ümmetin siyasetle ilgilenmesini yasaklıyorlar. Ümmeti siyasete bulaştırdığı veya hilafeti ihya görevini ümmete yüklediği için de Müslüman Kardeşlere lanet yağdırıyor ve onu siyasal İslamcı sayıyorlar. Ötesine geçerek terörizmle yaftalıyorlar. Peki birinci, ikinci ve üçüncü Suud devletini kurarken siyasete dayanmadılar mı? Hangi sıfatla veya kriterle devlet kurdular? Osmanlı'ya isyan ettiler? Kendilerine serbest olan Mısırlı Müslüman Kardeşlere veya Mürsi'ye yasak! Ümmetten tevfiz ve onay almış olsalar da! Halbuki, Vehhabiler ümmetten onay da almamışlardı. Mütegallibe zihniyetine dayanmışlardı yani de facto/fiili durum dışında hiçbir meşruiyetleri yoktur. Çete anlayışla büyümüşler ve çete devleti kurmuşlardı. Bu çete sıfatları sondan başa doğru şimdi daha berrak görünmektedir. Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan bugün Hazreti Peygamberden sonra irtidat eden yani dinden dönen, İslam ipini (ribkatu'l İslam) boyunlarından çıkaran kabilelere benziyorlar.

Fransa gibi ülkeler de bunlardan cesaret alıyorlar. Macron'un rehberi Muhammed Bin Selman ile Muhammed Bin Zayed'den başkası değildir. Aynı söylemi paylaşıyorlar. Macron İslam'ın siyasallaştırılmasından söz ediyor. Halbuki, Marine Le Pen ile ve diğer rakipleriyle yarışırken laikliği siyasallaştıran, perde ve kalkan yapan kendisi. Laikliği siyasallaştırarak aradan sıyrılmaya çalışıyor. Nitekim, İslam'a sataştıktan sonra kamuoyu yoklamalarında popülerliği veya halk destek oranı yüzde 38 seviyelerinden yüzde 46 seviyesine çıkmıştır. Demek ki Fransız kamuoyu da pek sağlıklı değil. Fransa'da Müslümanlar dini siyasete alet etmiyorlar belki Macron dinsizliği siyasete alet ediyor. Dinsizliğe de cumhuriyet değerleri diyor. Macron rakipleriyle aradaki farkı ancak İslam'a sataşarak ve laikliği istismar ederek ve kullanarak kapatabilmiştir. Macron Fransa'daki dini organlardan ilginç bir talepte bulundu İslam'ın siyasi bir öğreti vazetmediğini veya gayri siyasi bir din olduğunu kabul etmek. Yani Fransa'da yaşayan Müslümanlara veya onları temsil eden organlara 'mürted Müslümanlığı' dayatıyor. Buna ex Müslümanlık diyelim! Mürtet Müslümanlığı olur mu? Evet olur. İslam ile siyaset ilişkisi reddedilemez bir ilişki türüdür. Et ve tırnak misalidir. Bu bir örgüt meselesi değil inanç meselesidir. Mesele 'ma ülime mineddini bizzarure' mertebesinde ve kapsamındadır. Yani dini anlamda bilinmesi gereken zorunluluklardandır. Cehli veya cehaleti mazeret kapsamında sayılamaz. Dolayısıyla imamları Galileo olmaya zorluyor. Galileo, 1633'ün 21 Haziran günü Engizisyon mahkemesi önünde dünyanın döndüğüne ilişkin tezini inkara zorlandı. Ancak işkence tehdidi altında bile savunmasını sürdürdü. Hatta bir rivayete göre önce Galileo teorisini yalanlamış, sonra "Ama inanmasanız da yine de dönüyor" demişti. Kısaca Macron laikliği köhne kiliseye benzetmiştir. Siyasi hırsı nedeniyle bunu göremeyecek kadar da aptal ve eblehtir! Görse bile bunu görmeye pratikte siyasi hırsı manidir. Bu siyasi hırs siyasallaştırılmış laiklikten güç devşirmektedir. Bu ebleh, sersem adam Sisi gibi Müslümanları dünyadan kopmakla veya öteki insanlardan ayrışmakla suçlarken kendisi tümden vakıadan kopmuş bulunmaktadır.

Elbette pratikte Fransa'daki imamlardan doğrudan siyasetle veya günlük siyasetle ilgilenmemelerini isteyebilir. Dini temsil eden kimselerden güncel politikalara dair objektif ve hakkaniyete dayalı olmalarını, kalmalarını bekleyebilir. Buraya kadar tamam. Sorun yok! Lakin din ile siyaset bağını kimse inkar edemez. Bunun İslam tarihi boyunca tek istisnası hilafetin kaldırılması hengamesinde ya da bir yıl sonra (1925) Ali Abdurrazık'ın teziyle olmuştur. Ali Abdurrazık tezinde İslam'da bir dünya görüşü olmadığını ve dolayısıyla hilafetin tarihsel olduğunu ileri sürmüştür. İslam'ın siyasetle bağını veya dünya ile bağını reddetmiştir. İslam'da Yönetim Biçimi (el İslam ve Usulü'l Hükm) adını verdiği kitabında İslam'a göre hilafetin dışındaki bütün yönetim biçimlerinin meşru olduğunu söylemiştir! Yani ona göre Müslümanların birliğini temsil eden erkten başka bütün erkler geçerlidir. İslamiyetin, Hristiyanlık gibi bir ruhani din olduğunu ileri sürmüştür. İslam'da aforoz müessesesi olmamakla birlikte bunun üzerine Ezher alimleri toplanarak elindeki ilmi payeyi yani ilimiyye payesini, Ezher diplomasını almışlardır. Zira iddiasıyla kabil-i mütenasip olmadığını görmüşlerdir. Bir yargıç olarak ilmi yeterliliğini sorgulamışlardır. Macron'un da siyasi yeterliliği bulunmamaktadır. Yöntem olarak kışkırtma yolunu seçmiştir. İktidarda kalmak için her yolu mübah görmektedir. Böylece dünya barışı önünde tehlikeli bir figür haline gelmiştir. Maliki alimlerinden Karafi'nin dediği gibi Hazreti Peygamberin üç vasfı ve görevi vardır. Dini tebliğ, kadılık ve imamet. Burada imamet devlet başkanı anlamına gelmektedir. Kadılık da onun bir parçasıdır. Lakin Ali Abdurrazık kadılığı devlet erkinin bir parçası saymamıştır. Böylece İslami devlet mefhumunu sulandırmak istemiştir. Ali Abdurrazık ise peygamberin sıfatını sadece tebliğ olarak sınırlandırmış oluyor. Raşidi halifelerin de İslam devletini temsil etmediklerini savunmuştur. Şimdi Macron Ali Abdurrazık'ın yolunu takip ediyor, dayatıyor. Mısır'da Ali Abdurrazık anlayışının yasaklanmasına rağmen o Fransa'da Ali Abdurrazık'ın yolunu serbest bırakıp karşıtları sevad-ı azamı yolunu yasaklıyor. Adam hariçten dinin özüne ilişiyor. İlla dini işlerle uğraşmak istiyorsa buyursun kiliseye; gitsin papaz olsun!

Macron İslam ile cumhuriyet ilkeleri arasında bir ideolojik çatışma öngörüyor ve Fransız kanunlarının dini öğretilere mukaddem olduğunu savunuyor. Çatışma halinde kanunların esas alınacağına hükmetmiştir. Farklılıklar illa da çatışmayı gerektirmez ve Müslümanlar sonuçta bu ülkede eşit vatandaşlar olarak varlıklarını sürdürebilirler. Macron kriminolojik veya yargıya müteallik meselelerle kültürel ve dini boyutları birbirine karıştırmakta ve burada bulanık suda kendisini av sahası açmaktadır. İslam'a hakaret hürriyeti üzerinden ifade hürriyeti sağlanmış oluyor. Daha önce de aynı anlayış Mesih ile Hahamlara da sataşmıştır.

Müslümanları dünyadan kopma ve ayrışma ile suçlayan ve İslam'ın dünyada her yerde krizde olduğunu varsayan Macron altından kalkamayacağı bir çatışma ortamı üreterek vakıadan kopmuştur. Allah şifalar versin. Fransız Donkişot'u olarak yel değirmenlerine savaş açmış bulunuyor.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN