Şahsiyetsizliğin dibi
İstisnalar kaideyi bozmaz; son dönemlerde alimlerin en önemli özelliklerinden birisi şahsiyetlerini kaybetmeleridir. Dolayısıyla ilim onlarda bir fazilet değil tehdit aracı haline gelmiştir. Nedeni ellerindeki ölçüleri karıştırmalarıdır. El kıstas el müstakimi yani doğru kriterleri mecrasından saptırmaktadırlar. Şahsi emel ve dürtülerine alet etmektedirler. Bu tarz alimlere saray dalkavuğu, alimi ya da daha genel anlamıyla 'ulema su' denmektedir. Yozlaşmış alimler.
Bahçelievler Devlet Hastanesi'nde iken en son aldığım kitaplardan birisini okumak maksadıyla yanıma almıştım. Gerçi halsizlik nedeniyle maksat hasıl olmadı. Söz konusu eser Mustafa Atalar'ın kaleme almış olduğu 'Hocamla Yıllarım' adlı kitaptı. Kitabın konusu merhum Ali Yakup Cenkciler'in üç kıtadaki hayatından parçalar idi. Bazen vakit geçirmek için yatakta okumaya çalışsam da keyfim yerinde olmadığından okumakta istediğim verimi alamıyordum. Taburcu olduktan sonra tamamlayabildim. Kitapta özellikle de birinci mecliste ulema ve üdebadan çok sayıda insanın bulunduğuna parmak basılıyor. Bununla birlikte bunlar alim olma vasıflarına rağmen geçiş döneminde yani kanunların laikleştirilmesi sürecinde kıllarını kıpırdatmıyorlar. Harf inkılabı gibi inkılaplar duyarsızlıkları arasında geçip gidiyor. (Hocamla Yıllarım, Mustafa Atalar, İnkilab Yayınları, s: 426). Elbette duyarlı olanlar da var. Bunlar her zamanki gibi Mehmet Akif gibi birkaç serdengeçtiden ibaret! Hilafetin kaldırılması da yine alimlerin teklifleriyle oluyor! Yani adeta varlıklarını borçlu oldukları değerlere sırtlarını dönüyorlar. Hilafetin kaldırılmasını teklif edenlerden birisi 'tasavvuf erbabından' Urfa Mebusu Şeyh Safvet Yetkin'dir. Gerekçelendirilmesi de yine ilmiye sınıfından Adliye Vekili Seyyid Bey'e kalmıştır. Bugün onların yerini kostümleriyle şov yapan Habib el-Cifri ve Ali Cuma gibi isimler almıştır. Değişen bir şey yok. Bunlar ayrım gözetmeden yerli veya yabancı egemenlerle işbirliği yapıyorlar. Adeta bu uğurda yerleri öpüyorlar. Bugün İslam dünyasında resmi zevatın veya ulema-i rüsum olarak ifade edilen resmi ulemanın tamamı bizim Birinci Meclis alimlerine benziyor. Birinci Meclis alim kaynıyor ama derde deva değiller.
Birinci Meclistekilerine benzeyenlerden birisi merhum Ezher Şeyhi Muhammed Seyyid Tantavi idi. Kardavi onun tefsir alanında liyakat ve yeterliliğe haiz olduğuna hüsnü şehadette bulunuyor. Keşke bu alanda kalsa ve idari alana hiç geçmeseydi. Konyalı Vehbi Efendi de Birinci Meclis alimlerinden idi ve önünde seyreden gelişmelere bön bön bakakalmıştır. Hiçbir menfi gelişmeyi engelleyememişler veya önünü alamamışlardır. Zira Akif gibi vizyonu da yoktur.
2003 yılında bugün olduğu gibi Fransa'da başörtüsü ve İslam aleyhtarı havalar esmektedir. Cumhurbaşkanı olmadan önce içişleri bakanı olan Sarkozy başrollerdedir ve başörtüsü aleyhinde kampanya yürütmekte ve Tarık Ramazan gibi mütefekkirlerle ekran üzerinden atışmakta ve boy ölçüşmektedir. Cahil cesur olur misali bu meselede öne atılmakta ve öne çıkmaya çalışmaktadır. Amacı başörtüsü düşmanlığı üzerinden siyasi sermaye edinmek ve kariyer yapmaktır. Bu alanda Macron'a seleftir. Başörtüsü yasağı konusunda Ezher'den fetva almak için Mısır'a damlar ve Ezher Şeyhi Muhammed Seyyid Tantavi ile bir görüşme ayarlanır, Kameraların karşısına geçerler. Sonuç tam bir skandaldır. Adam ne dese beğenirsiniz? Düpedüz başörtüsü yasağının Fransa'nın bir içi işi ve onun ötesinde hükümranlık hakkı olduğunu söylemiştir. Serbestiden yana değil yasaktan yana tavır koymuştur. Sarkozy bu suretle alacağını almıştır. Şimdi de Makron karşısında Arap resmi alimleri aynı tepkiyi veriyor ve tutumu sergiliyorlar. Tantavi basın toplantısında 'başörtülüleri bastırın, bu hakkınızdır' mealinde sözler söyler. Halbuki, Fransa kendisini bir hukuk devleti olarak tanıtmakta ve dini azınlıklara bazı haklar tanımaktadır. Sözgelimi artık kölelik kurumu bir ülkenin hükümranlık hakkı olmaktan çıkmıştır. Şahsi hürriyetler de öyledir. Başörtüsü de bir şahsi hürriyettir ve dileyen kadın bunu kullanabilir. Lakin Sarkozy'nin içi içine sığmamakta ve İslam düşmanlığı dürtüsüyle adeta çılgınlar gibi sağa sola koşuşturmaktadır. Maalesef Tantavi'nin bu yöndeki sözleri haleflerine yol ve emsal olmuştur.
Bu hastalık Suudilere de bulaşmıştır. Eski müttefikleri Müslüman Kardeşleri terörle yaftalayan Suudi Hey'etü'l uleması bu yöndeki kararıyla birlikte İsrail'i sevindirmiştir. İsrail'den kocaman bir aferin almıştır. Hem İsrail'in hem de Fransa'nın gönlünü yapmaktadır. Suudi Arabistan Dini Heyeti Müslüman Kardeşleri terörist bir hareket olarak damgalamıştır. Buna mukabil Sarkozy'nin izinden giden Macron'u aklamış ve İslam aleyhtarı tavırlarını iç meselesi olarak değerlendirmiştir. Hazreti Peygamberle ilgili hakaret timsali karikatürlerin neşredilmesini Fransa'nın iç işi olduğunu söylemiş ve Müslümanlardan da ev sahibi ülkelerin kanunlarına riayet etmelerini istemiştir.
Bir zamanlar Uğur Mumcu'nun yeri göğü inlettiği Rabıta meselesi boş ve fos çıkmıştır. Genel Sekreteri Muhammed İssa Macron için vaftiz babalığına soyunmuştur. Fransa'nın dışardan imam ithal etmesine gerek olmadığını ve yerli imamlar yetiştirmesi gerektiğini savunmaktadır. Kısaca Muhammed Seyyid Tantavi'nin söylediklerine tüy dikmektedir. Peki! Cumhuriyet kalıplarına uygun İmamlar nasıl yetiştirilecek? Hangi kriterlere uyacaklar? Bilindiği gibi Batı'da son demlerde bayan imamlar modası türemiştir. Bunlar kimi zaman kadınlı erkekli topluluklara Cuma namazı da kıldırmaktadır. Bu durumda akla, Tunus Cumhurbaşkanı Kays bin Said'in refakatinde Macron'un davetiyle Fransa'ya giden ve öncesinde yazdığı kitaplarla Hazreti Peygamberin tarihi şahsiyetinin hurafe olabileceğini söyleyen Tunuslu akademisyen Hale el Verdi gelmektedir. Hazreti Muhammed'in Son Günleri kitabında onun tarihi şahsiyetini ret ve inkar ediyor. Başka bir kitabında ise halifelerini lanetli halifeler olarak yaftalıyor. Bu durumda yeterli kriterleri tamamlayan Hale el Verdi pekala Fransa'da Paris Camiine baş imam atanabilir. Freud'un Hazreti Musa, kimi tarihçilerin Hazreti İsa'nın tarihi şahsiyetlerini inkar etmeleri gibi aynı çizgiyi takip eden Hale el Verdi de Hazreti Peygamberin tarihi şahsiyetini yok saymaktadır. Emine Vedud'u aratmayacak bir biçimde Fransa için ideal bir imam olabilir. Varsın Sarkozy ile Macron da arkasında saf tutarak cumhuriyet cemaati olsunlar! İslami değerlerin yerine cumhuriyet değerlerini ikame etsin. Burgiba'nın da ruhunu şad eder herhalde. Burgiba'nın ruhu şaduman olur. Makron İslam aleminden kendisi gibi adamları bulmakta hiç zorlanmamaktadır. Çünkü mebzul miktarda vardır. Mısır'da da bunlardan düzinelerce bulunuyor. Bunlardan birisi son zamanlarla Peygambere dil uzatan Kıpti asıllı Yusuf Hani'dir.
Müslümanları bizzat Batılılara gammazlayan Abdulfettah Sisi olmuştur. Batılılardan camileri gözetlemelerini, denetlemelerini, tarassut etmelerini ve takibe almalarını istemiştir! Müslümanların dünya barışına tehdit olduklarını da söylemiştir. Adeta onlara istihbarat dersi veriyor. Onun muhaberat kılıklı Müftüsü Şevki Allam da Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesine itiraz etmişti. Ötesine geçmiş bir istihbarat subayı gibi Batı'daki ikinci ve üçüncü Müslüman kuşakların IŞİD üyesi olduklarını iddia etmiştir. Elbette bu abartılı bir yaklaşımdır. Bununla birlikte Batı'daki genç Müslüman nesiller giderek Batı'ya yabancılaşmaktadırlar. Bunun nedeni ötekileştirilmeleridir. Raşid Gannuşi daha önceki analizlerinde bu meseleye parmak basmış ve Batı'da ötekileştirme nedeniyle tutunamayan Müslüman nesillerin A'rafta kaldıklarını ve bunlardan bazılarının da IŞİD türü örgütlere kapıldıklarını ifade etmiştir. Oğuz Aral'ın başka bir bağlamda anlattığını Avrupa'daki Müslüman nesiller başka bir bağlamda yaşamaktadır. Batılılar da caniyane bir biçimde onları aslanların önüne yani IŞİD türü şaibeli örgütlerin önüne yem gibi atmaktadır. Onların Avrupa'dan çıkışlarını ve IŞİD tarzı örgütlenmelere katılmalarını kolaylaştırmaktadır. Bu suretle onları elimine edeceklerini ve kendileriyle bütünleşemeyen Müslüman genç kuşaklardan bu vasıta ile kurtulacaklarını varsaymaktadırlar. Sorunu bu yöntemle çözeceklerini düşünmektedirler. Demek ki IŞİD onların arayıp da bulamadığı işlevsel bir örgüttür ve kendilerini Müslüman kuşaklardan kurtarmaktadır. Batılıların olumsuz yaklaşımları nedeniyle yeni genç kuşaklar Batı'da kökleşememişlerdir. Birinci kuşakları işçi ve kas gücü oyarak gören batılılar ikinci kuşakları kültürel bir sorun olarak görmüşlerdir. Meseleyi çözemeyince de onları IŞİD tipli örgütlerin kucağına itmişlerdir. Sisi ve Batı fodulu Şevki Allam Sisi'nin yanında olmasaydı belki de bahsettiği akımlar arasında yerini alabilirdi.
Bereket kimi Batılılar Şevki Allam veya Sisi'den daha akıllı ve daha dürüst. Sisi ise Müslüman kuşakları Batıllara tenkil ve tasfiye ettirmek istiyor. Ama Hürriyet'in bir haberindeki gibi Batılılar elmalarla armutları aynı sepete koymuyor. Sisi'den daha derin ve makul düşünüyorlar.
Hürriyet'te yer alan habere göre, Fransa ve Avusturya'daki terör saldırılarını ve bu bağlamda alınabilecek önlemleri masaya yatırmak üzere video konferans aracılığıyla bir araya gelen Avrupa Birliği içişleri bakanları ortak bir bildiri yayımladı. Terör saldırılarının Avrupa'da yaşayan 25 milyon Müslüman'ı ve göçmenleri bir kez daha hedef tahtasına oturttuğu bir ortamda yapılan toplantıda özellikle Avusturya ve Fransa'nın aşırı talepleri karşılıksız kaldı.
AB bakanları, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un son dönemdeki söylemlerinin aksine, İslam'ı ve göçmenleri terörle ilişkilendiren bir yaklaşımdan özenle kaçındılar. Bakanların tavrının şekillenmesinde koronavirüs salgınıyla mücadelede büyük umut bahşeden aşının iki Türk mucit tarafından bulunmuş olması da etkili olmuştur. Macron ve Kurz'un göçmenler hakkındaki yaklaşımı çetrefille konuların aşırı basitleştirilmesi olarak algılandı ve reddedildi.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.