Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Mart 18, 2021
106 yıl önce bugün…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Bugün 18 Mart 2021…

Mehmetçiğimizin, 106 yıl önce bugün, bir büyük zafere ulaştığı gün…

Öylesine bir zafer ki, "ol deyince olduran" Kadir-i Mutlak Allah'tan gelen bir zafer…

"Nasrun minallahi ve fethun karîb" sırrının tecelli ettiği bir zafer…

"Hasta adam" denilen bir devletin; aç, fakir, perişan bir milletin; yorgun, bitkin ve moralsiz bir ordunun ulaştığı bu büyük nasip ve ona ümit, sevinç ve ilel-ebed sürecek iftihar bahş eden neydi acaba?..

Ve neydi, Çanakkale'de "yenilmez" denilen orduları yenen bu ordunun en üst mertebedeki komutanından en alt mertebedeki neferine varıncaya dek, taşıdığı vasıfları, özelliği?..

Bugünkü yazımız, muzaffer orduyu besleyen bu damarı aramak, araştırmak ve paylaşmak üzerine…

SAVAŞLARI KAZANDIRAN İNANÇTIR…

Büyük askeri başarılara imza atmış meşhur bir komutan olan General Mac Arthur'un kendisi kadar şöhret bulan bir sözü vardır:

"Savaşta silahlar önemlidir. Komutanlar önemlidir. Ama daha önemli olan maneviyattır. Ruhtur."

Evet, işte bu ruhtur 14 ay 14 gün süren Çanakkale Savaşlarında bütün imkansızlıklara karşı direnme gücü sağlayan, bütün olumsuzluklara rağmen savaşı kazandıran… Bu ruhtur, bu inançtır; ayet ve hadislerle beslenen bu sarsılmaz imandır...

Çanakkale Şehitliklerinde yatan binlerce şehidin hece taşlarında isimleri ve memleketleri yazılı… Onların her biri, Anadolu'nun dört bir yanından, en ucra bucağından aziz vatanın sevgili evlatları… Yine onlar, Devlet-i Aliye'nin adaletle hükümran olduğu gönül coğrafyamızda Halep'ten, Şam'dan, Selanik'ten, Filibe'den, Bosna'dan, Üsküp'ten, İstanbul düşerse, Kudüs düşer; Medine işgal edilir, Mekke elden gider" şuuruyla koşup imdada gelen yiğitler…

Peki hangi sözlerdi onları güçlü kılan ve hangi müjdelerdi onlara, "can da, canan da, feda olsun bu yolda" dedirten?..

"GİT OĞLUM! YA ŞEHİT OL, YA GAZİ!"

Analar oğullarını uğurlarken hep bu cümleydi dillerinden dökülen… Zira uğurlamak çoğu kez anaların işiydi… Erkekler ise ya cephelerden birinde mücahit, ya da toprakta yatan şehitti… Çünkü "Sözlerin En Güzeli" Kur'an'da, Hak Teâlâ, "De ki ey Habibim. Biz, Rabbimizden ancak iki güzellikten birini isteriz. (Ya şehitlik ya da gazilik!..)" buyruğuyla (İsra, 169) Peygamberimizin dilinden öğretmişti, O'nun yolunda tatlı canından da al kanından vazgeçebilmeyi…

Vaizler, hatipler anlatmıştı Bedir'in, Uhud'un şehitleriyle alakalı ayetleri…

"Allah yolunda can verenlere sakın "ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler ama siz bunun farkında olamazsınız." (Bakara, 153) ayetinden anlamışlardı şehitlerin ölmediğini…

Ve Peygamberin (sav) dilinden öğrenmişlerdi, "şehitlerin can verirken ancak bir karınca ısırması kadar acı hissettiklerini"…

Bu dünyanın nimetlerini terk edenlerin Allah katındaki rızıklarla ve büyük bir misafirperverlikle ağırlandıklarını… "Allah yolunda can verenlere sakın ölüler zannetmeyin!. Bilakis onlar diridirler ve her biri Rabbinin katında rızıklandırılmaktadır ve onlar Allah'ın onlara verdikleri nimetlerden dolayı çok mutludurlar..." (Al-i İmran, 169-170)

Bu ayeti ashabına ve sonradan gelecek ümmetlerine tebliğ eden Son Nebi (sav) bir gün yüreğinde büyük bir hasretle taşıdığı şu ulvi ideali paylaşmıştı dostlarıyla…

"Çok isterdim, ben de Allah yolunda can veren biri olaydım. Sonra yine diriltilip can vereydim. Sonra yine diriltilip can vereydim. Sonra yine diriltilip can vereydim…"

Bir başka gün şunları anlatmıştı çevresindekilere "Cennete giren hiç kimse, kendisine dünyadaki her şeyi verecekleri söylense bile, dünyaya dönmek istemez. Sadece şehitler, -gördükleri farklı ikram sebebiyle- dünyaya tekrar dönmeyi ve tekrar şehit olmayı arzu ederler."

"Şehitlerin ruhu yeşil renkli kuşlar gibidir. Cennette diledikleri gibi gezer dolaşırlar. Allah'ın kendileri için arşa astığı kandillere konarlar. Rabbimiz buyurur: Benden ne istersiniz. Onlar da cennette istediğimiz gibi gezip dolaşmaktayız. Daha ne isteyelim ki Ya Rabbi… Rabbimiz bu teklifi üç kez tekrarlayınca, şehitler o vakit şunu isterler: Ya Rabbi o halde bizi bedenlerimizle yeniden buluştur. Bize yeniden can ver ki, bir daha yine Senin yolunda o canı verelim, yine şehit olalım…"

İşte Çanakkale, bu imanla beslenen, "ölürsem şehit, kalırsam gâzi" şuuruyla cepheye koşan yiğitlere Allah Teâlâ'nın sınırsız kudretiyle yardımını lûtf ettiği bir zaferdir…

Zira açık ve net bir hakikattir ki, Çanakkale Zaferi'nde Allah'ın yardımı, Peygamberimizin bu millete ilgisi-desteği ve Allah'a niyazı vardır. Çanakkale Zaferi, "Siz, Allah'ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder." (Muhammed Suresi, 7) ayetinin tecellisidir. Belki de bunu müşahede eden ve kabullenmek durumunda kalan W. Churchill, şu sözleri söylemek zorunda kalmıştı:

Biz Çanakkale'de Türklerle değil, Tanrıyla savaştık ve tabii ki yenildik!.."

İşte bugün bizler, tam 106 yıl sonra, o büyük zaferin yıl dönümünü yaşıyoruz… Garip bir tecelli ki, bugün yine etrafımız düşmanca hisler taşıyan, haince işler yapan unsurlarla çevrili… Dış mihrakların ve şer odaklarının yerli işbirlikçileriyle beraber; siyasi, askeri ve iktisadi açıdan, ümmet-i Muhammed'in ve yeryüzünde her bir noktasında yardıma muhtaç her bir ferdin ümit ışığı ve hâmisi olan ülkemizi ve devletimizi zora sokmak için türlü cepheler açıp kirli savaşlar peşinde olduğu günler yaşadık/yaşıyoruz… Yalnız bugünün, o günlerden önemli bir farkı var!..

O günlerde, Çanakkale Boğazı'na hücum eden düşman devletlerin meşhur donanmalarındaki gemilerden bir kısmının, Irresistible, Inplacable, Inflexible gibi isimler taşıdığı görülmekteydi. Bu isimlerle adeta kendilerini "sarsılmaz, karşı konulamaz, bükülmez" zannedenler, bir hafta içinde İstanbul'da olacaklarını düşünerek yola çıkmışlardı. Kutlama için bazı gemilerin mahzeninde şarapları, bir gemide ise banknot basmak için matbaa makineleri vardı… Yani onlar galibiyetten yüzde yüz emin olarak geliyorlardı… Çünkü onlar karşılarındaki devleti, "hasta adam" şeklinde görüyor ve böyle inanıyorlardı…

Bugün ise defalarca denedikleri siyasi, askeri, iktisadi saldırıların her birini boşa çıkaran bir Türkiye var karşılarında… Hem de yaptığı uçağına, gemisine, tankına, silahına, roketine, uydusuna, kendi kültüründen aldığı ilhamla "kendisinden" isimler verebilen bir Türkiye… İşte fark burada; ve hamd olsun bu günleri gösteren Mevlâmıza…

Bugünlere gelmemize vesile olan aziz ecdadımıza, Çanakkale'de, Galiçya'da, Balkanlarda, Trablusgarp'ta, Mekke-Medine müdafaasında, Şarıkamış'ta, Dumlupınar'da velhasıl al bayrağın dalgalandığı her karış toprağında can veren şehitlerimize, yaralanan, organlarını kaybeden gazilerimize, kumandanları ve neferleriyle aziz Mehmetçiklerimize Rabbimizden gani gani rahmetler diler, aziz hatıralarını hürmet ve minnet duygularıyla yâd ederiz…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN