Arama

Fatma Bayram
Ocak 16, 2023
Bir Ölümün Hatırlattığı Ölüler - Vermeme Hikâyeleri - Son
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Yerin altındaki tanıdıklarımızın sayısı üstündekilerden fazla olunca ölülerle ilişkilerimiz ister istemez yeniden gözden geçiriliyor. Hatıraların tozu silkelendikçe kırık ve çatlaklar belirginleşiyor. Bu âlemde telafisi mümkün olmayan bu kırılmaların halledilmesi için öte âlemde buluşmayı beklemekten başka çare kalmıyor. "Ya hallet, ya affet" diyen doğru demiş.

Ey yazar, birkaç istediği verilmedi diye istemeye küsmek, vermeyene kırılmak da neyin nesi? Ayrıca buraya almaya mı geldik, vermeye mi? Hemen tongaya düşüp "almaya değil vermeye geldik" demeyesiniz. Bir yandan almaya, bir yandan vermeye geldik. Almayı beceremeyen vermeyi de bilemez. Daha hayatın ilk dakikasında başlıyor almak. Onu reddedecek olsak dünyada birkaç gün dışında yaşayabilen çıkmaz. Ayrıca kendisine verilmek istenen şeyleri şükran duygusuyla kabul etmek tevazu alameti değil mi?

Deva olmak mı, deva bulmak mı önemli? Sevmek mi, sevilmek mi? Arkasında durmak mı, arkanda durulması mı? Birinciler kemali, ikinciler haceti anlatır. Hacetleri karşılanmadan kemale yönelebilir mi ki insan? İçinde koca koca boşluklarla yaşamaya çalışan biri eline geçen şeyleri nasıl versin? Önce kendisini som hale getirmek istemez mi? Yaralarının sarılması, ruhunun sevgiyle beslenmesi ve barikatlarla dolu yaşam yolunda onu desteklemeye hazır olan yakınlarının olduğunu bilmesi gerekmez mi bir çocuğun? Bunlar olmadan büyüyebilir mi ki verici, tamamlayıcı, açıkları örten, kusurları iyileştiren olabilsin?

Bize hep vermeyi, sevmeyi, desteklemeyi tavsiye edenler; almak, sevilmek ve desteklenmek konusundaki yoksunluğumuzun farkındalar da onu ancak vermeye odaklanarak giderebileceğimizi mi söylemek istiyorlar, yoksa o büyük boşluğun dolması imkânsız da bari "vermeyi kaçırma" mı demek istiyorlar? Öyle ya, bu hayatı, kapanmayacak bir boşluğu doldurmaya çalışarak geçirirsek bomboş bir heybeyle gitmez miyiz diğer tarafa?

Belki de almaktan da vermekten de vazgeçmemeli, birini ötekine tercih etmemeliyiz. Kendimize de bakmalıyız, etrafımıza da; biz de şifa bulmalıyız, onlar da. Ne sırf kendime, ne de sadece onlara! Birlikte yürümeliyiz iyileşme yolunda.

Bu yolculukta karşımıza çıkanlar bir şeyi esirgedilerse yüz şey verdiler bize. Vermediklerini konuşur durursak, çoğu kez yaptıkları gibi yanıltır bizi hatıralar. Kötülük gözümüze batan dal gibiyken iyilik sessiz sedasız akan nehir gibidir ayaklarımızın dibinde. Ovaları sular, toprağı yeşertir, vadiye hayat verir. Kahramanımızın ölüleri de öyledir.

Birinci ölü, yani babası, sebebi hayatı, atası, büyüğü olması bir yana o zor yıllarda onun keskin kararlılığı olmasa nereden bulurdu dini imanı? Buldu diyelim, bu yola giren tanıdığı bir Allah kulu bile yokken, çocuk haliyle, hangi iradeyle seçebilirdi inancın yolunu? Sonradan medarı iftiharı olan ne varsa hepsini kendisine borçlu olduğu bu insana, vermediği birkaç şey için gücenmek doğru olur muydu? Yakından tanıyanlar şaşırsa da işte bu yüzden o hep minnetle andı babasını.

İkinci ölü, üniversitenin ilk günlerinde ona burs vermeyi teklif edip de ömrü vefa etmeyen hocası, vermiş gibi kabul olunmuştur muhakkak. Niyet ettiğini vermesi nasip olmadıysa da ehli tarafından fark edilip değeri bilinecek bir meziyete sahip olduğunu fark ettirdiği için ömrü boyunca minnettar kaldı ona. Hayırla yâd etti.

Üçüncü ölüyü, yani yazdıklarını beğenip onu eğitimi için destekleme vaadinde bulunup sonra unutan arkadaşının babasını zaten anlayışla karşılamıştı. "Unuttuklarımız sebebiyle bizi yargılama Allahım" diye dua edip duruyorsa önce o yargılamamalıydı unutanları, yanılanları. Ayrıca bir Kur'an Kursu öğrencisinin kim bilir ne acemice çiziktirdiklerini takdir ederek ayaklarına bir güç vermişti illa. Bugün üç beş sözü üst üste koyabiliyorsa, cüz'i de olsa o takdirin de payı vardı bunda.

Dördüncü ölü, yani annesi vermenin abidesiydi zaten. Kendini yok edercesine bir verişti onunki. Kaçınılmaz rol model olduğundan bu yönüyle yetişkinlik yaşamına bir parça zararı dokunmadı değil, fakat bunu dile getirmek bile fazlasıyla çirkin olur. Ömrünün son anına kadar verdi. Onun yaralı vericiliği olmadan geçemezdi çocukluğunun ateş tarlalarından.

Beşinci ölü, kadim aile dostu, her bir becerisini ayrı ayrı atölyelerle pazarlayan, parasını almadan hamur mayalamayı bile anlatmayanlara inat, a'dan z'ye dikiş dikmeyi öğretmişti ona. Ne zaman evde bir arbede çıksa onlara gidip akşam oturmasına çağırırlardı ki ortam biraz yumuşasın. Komşunun evindeki krizi yumuşatacak atmosferi bugün kim kime verir?

Altıncı ölü, burs istemeye giderken kendisini de yanlarına alan, "fazladan bir kişi daha olursa belki çok görünürüz, kimseye duyurmadan kendimiz gidelim" demeyen, yani bir fırsatı paylaşan sınıf arkadaşıydı. Üstelik evvelce belirttiğimiz gibi aralarında kayda değer bir samimiyet de yoktu. O yüzden vefatından çok sonra öğrendi böbrek yetmezliğinden öldüğünü. İnsan yaşarken nereden bilsin birini bir seferliğine aralarına almakla ömür boyu rahmet dilenecek bir iş yaptığını?

Yedinci ölüyü hayırla yad ettiğinde aynı yakınlığı paylaştığı aile üyelerinin kimi şaşkınlık kimi de kızgınlıkla baksa da o, onu (babannesi) kendilerine masal anlatırken, camiye götürürken, gittiği yerlerden elinde bir şeyler getirirken hatırlamak istiyor. Hele de masal diye dinlediklerinin gel zaman git zaman Buhari'de geçen kapı gibi hadisler olduğunu öğrendikten sonra hayata bakışını şekillendiren o hikâyeleri çocukluğunun ilk yıllarında şuur altlarına kazıyan bu insana nasıl minnettar olmazdı?

Sekizinci ölüyü bugün hangi mecliste ansa, onu tanıyan kadınların pek de hoş hatıralar paylaşmadığını görüyor. Kadınların sosyal hayatta yer almasıyla ilgili konularda, öyle ya da böyle, çuvallamayan pek az hoca olduğunu bildiğinden o hocaların bu konudaki fikirlerini onların kıymetlerini takdir etmede bir ölçü olarak görmekten ziyade, yaptıkları hasenat hatırına görmezden gelebileceği bir kusur olarak kabul ediyor. Kendisini hadis ilmiyle tanıştıran, sonra da üniversiteye gitmesi için –kendince- teşvik eden bu hocasına o yine de çok minnettar. Öyle ya, zaten bin bir delikten geçmesi gerekirken bu hoca da desteklemeseydi, belki oracıkta takati kesilebilirdi.

Hikâyemizin asıl kahramanı dokuzuncu ölü kuvvetle muhtemel ki o gün bir gaflet anına denk gelmişti de öyle yapmıştı. Yoksa halis muhlis, edepli irfanlı, ilmiyle amil, her mahfilde hürmet gören, muhterem bir insandı. Kendisiyle bir daha yolları kesişmedi. Belki de o yüzden onarılamadı o çatlak. Belki de öylece kalması gerekiyordu ki kendi patavatsız karakterinin çokça sebep olabileceği incitmelere karşı bir hassasiyeti olsun. Bu görece önemsiz olay onun içindeki oyuğu ortaya çıkarmış ve Japonların kırık veya çatlak çanak çömleği altınla onarıp onlardan yepyeni bir eser üretmeleri gibi onarıp bir esere dönüştürmesi için eline vermiş olmalıydı. O olay yaşanmasaydı en azından bu yazı ortaya çıkmazdı.

Onuncu ölüyle ilgili düşünceleri hâlâ karışık. Öğrencilik yıllarından sonraki karşılaşmalarında söylenen kırık dökük birkaç cümleye dayanarak bir yorumda bulunmak istemiyor.

Son olarak yaşarken ölenlere gelince aslında onlar hakkında konuşamayacak kadar onlara yakın hissediyor kendini. Yalnız aklında bir kıymık var. Yaşamaktan muradın ne idiği hakkında hemfikir olamayacağımız birilerinin koyduğu ölçütlere göre yaşamıyor kabul edesi de gelmiyor kendini. İnsan pekâlâ sadece kitaplarla da yaşayabilir. Yaşamayı daimi bir hareket kabul edenlere göre çoktan ölüler arasındaki yerini almış olmalıydı.

İnsanın tutkuyla yaptığı ne varsa içinde bir nehir gibi akar, demişti yıllar önce hayatı bilen biri. Ne içindeki korkular ne de dışarıdaki tahakkümler durduramadı içindeki nehri. Kâh gök mavisi, kâh ateş kırmızısı, kâh gece siyahı. Rengi değişse de gücü değişmiyor. İlla bir yol buluyor akmaya. Böyle olunca her istediği yola çıkamasa, her arzu ettiği yerde bulunamasa, her sevdiği şeyle meşgul olamasa, her girdiği sokak kapatılsa bile yaşarken ölmüş sayılır mı? Vermek içimizdeki nehirle ilgilidir, dışımızdaki engellerle değil. Her engellendiğinde yeni bir yol bulanı kim öldürebilir?

Fatma Bayram

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN