Arama

Zekeriya Erdim
Ağustos 25, 2023
Kimseler şeylerin kölesi oluyor
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Dilimizde "kimse" ifadesi, insanlar için kullanılır. Kim olduğu bilinmeyen yahut bilinse bile açıklanmak istenmeyen "herhangi bir kişi" böyle tanımlanır. Elle tutulabilen, gözle görülebilen cansız varlıklara da "şey" denir. Yaygın bir kullanıma sahip olan "eşya" ise bunun çoğuludur ve "şeyler" anlamına gelir.

Genel kabule göre hayatın ana unsuru, kimselerdir. Şeyler, kimselerin ihtiyaçlarını karşılamak için var edilmişlerdir. Bir başka ifadeyle insan eşya için değil, eşya insan için var olmalıdır. Önce kimseler, sonra şeyler korunmalı ve kurtarılmalıdır.

Sözlüklerde, ihtiyaç "gerekli olan şey" olarak tanımlanıyor. Bilim adamları, uzman kişiler ve kurumlar tarafından olmazsa olmaz cinsinden "temel ihtiyaçlar" ve olmasa da olur cinsinden "lüks ihtiyaçlar" gibi tasnifler yapılıyor. Ancak çağımız insanlarının büyük bir çoğunluğunun giderek müzmin hale gelen ortak bir hastalığı var. Kimseler, şeylere sahip olma konusunda aç gözlülük yapıyor; ihtiyaç listesini, sonsuz ve sonrasız bir zincire dönüştürüyorlar.

L. Annaeus Seneca; "ihtiyaçtan fazlasını biriktirmenin sırtımıza yük, başımıza dert olacağını" söylemiş. Arthur Schopenhauer ise "içtikçe susatan deniz suyuna" benzetmiş. Gereksiz eşya biriktirme anlayışına ve alışkanlığına, ruh hastalıkları arasında "istifleme bozukluğu" adı veriliyor. İnsanın içindeki ruhi boşluğu doldurmak için bu yola başvurduğu ve fakat hiçbir zaman dolduramadığı ifade ediliyor. Bu durum eşyaya bağlılık ve bağımlılık döngüsüne dönüşüyor. Kimseler ile şeylerin öncelik ve önem sırası değişiyor. Sonuçta eşya insanın değil, insan eşyanın hizmetine giriyor. Uğrunda her türlü fedakârlığı göze alıyor, hatta canını bile veriyor.

Michel De Montaigne, böyle kimselerin durumunu "İnsan hiçbir şeyde, ihtiyacı olan miktarla yetinmiyor. Şehvete, servete, devlete doymuyor. Kollarını o kadar açıyor ki en sonunda, aç gözlülükle elde ettiği şeylerin hiç birini kucaklayamayacak hale geliyor" diye özetlemiş. Hz. Ömer(ra), sözü edilen tehlikeye düşmemek için "Allah'ım! İhtiyaçtan fazla olan nimeti ve serveti, hayırlı olan kimselere ver. Belki onlar, içimizden ihtiyaç sahibi olanları görüp gözetirler" diye dua etmiş.

Aynı bağlamda, Warren Buffett de muhtemel tehlikeye dikkat çekiyor. "Eğer, ihtiyacın olmayan şeyleri satın alırsan; bir gün, ihtiyacın olan şeyleri satmak zorunda kalırsın" diyor. Eflatun takınılması gereken doğru tavrı, bir sosyal denklem haline getirmiş. "Hayatta önemli olan, en çok şeye sahip olmak değil; en az şeye ihtiyaç duymaktır" demiş. Jean Jac Rouseau'ya göre "İnsanların kendi kendilerine icat ettikleri lüzumsuz ihtiyaçların her biri, kendi boyunlarına bağladıkları birer zincirdir". Mahatma Gandhi'ye göre ise "Dünya, herkesin ihtiyaçlarını karşılamaya yeterlidir ama ihtiraslarını karşılamaya yeterli değildir."

Peyami Safa, meselenin başka bir yanına dikkat çekmiş. "Fikir sahibi olmaya, mal sahibi olmaktan daha fazla ihtiyaç duyduğumuzda; gerçek zenginliğin sırrına ereceğiz" demiş. Jean Baudrillard'a göre "İnsanlar, artık ihtiyaç duydukları için tüketmiyorlar; tüketmeye ihtiyaç duyuyorlar". Halil Cibran'ın beyanına göre ise "Kuyu tamamen doluyken bile susuzluktan korkuyor, tatmin olmayan bir susuzluk hali yaşıyorlar."

Sözünü ettiğimiz hal yahut hastalık, yeni bir şey değildir. Tarih boyunca olagelmiştir ve insanların az bir kısmı şerrinden korunabilmiştir. Adamın biri gençlik yıllarında, kendi kendisiyle, bu konuyu konuşup tartışmıştı. Vardığı sonucu mısralara dönüştürmüş "Sonsuzluk" adını verdiği şiirde paylaşmıştı:

Hep oturup sorarım, karşısına kendimin; / Gözlerin neye hasret, gönlündeki yer kimin?

Demir çarık, tunç asa, arayıp durduğun ne? / Her tufanda yıkılıp, yeniden kurduğun ne?

Dünyanın nimetinden, sana ne isteyeyim? / Hakkım yok bir zerremde, kendimden azadeyim.

Öyle büyük bir mahşer, kurulmuş ki özümde; / Kaç milyar yürek birden, çırpınıyor göğsümde.

Her birinde bir Leyla, bir Aslı, bir Şirin var; / Kays erir, Kerem yanar, Ferhat'ı tutar dağlar.

Gülemem gül ağlarken, bülbüle yâd değilim; / Bilmem başka sevdayı, onlar benim sevgilim.

Gerçi ömür bitimli, yetmez gönül bu aşka; / Lakin dünya neyime, benim vuslatım başka.

İçimde bir tek özlem, çöller boyu susuzluk; / Kesitler doldurmuyor, kuşat beni sonsuzluk!

Evet, içinde bulunduğumuz zaman diliminde de kimseler şeylerin kölesi oluyor. İhtiyaçlarımızı gidermek için yaratılıp, emrimize amade kılınan eşya, bizim yani insanın yerini alıyor. Bu girdaptan kurtulmanın yolu, sonsuzluk kervanına katılmak. Geçici olan değişken değerlere değil, kalıcı olan sabit değerlere tutunmak. Aksi takdirde kendi mezarını kazan mezarcı gibi oluruz. Canlılık fonksiyonlarımızı kaybeder, cansız eşya haline geliriz.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN