Yüzümüzü hangi yöne dönelim?
Görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen tüm varlıkların her birinin, "yaratılış amacı" var. Kimi farkında olarak, kimi de olmayarak; o amaca hizmet etmek için yaşıyorlar.
Yaratılmışların en üstünü, en mükemmeli insan; diğerlerinden farklı olarak, "irade" sahibidir. Ona özgürlük bahşedilmiş; seçme, tercih etme hakkı verilmiştir.
Adem ile Havva'dan günümüze kadar; "iyi" ve "kötü", "doğru" ve "yanlış" bu tercih hakkından doğmuştur. Seçilen ya "hak", ya "batıl" olmuştur.
Yol ayırımına gelindiğinde, doğru tercihi yapmak; "yön bilgisi ve bilinci" gerektirir. Bilenler, kendi bilgileriyle; bilmeyenler, ehlinin öngörüleriyle karar verir.
Aslında, hepimiz; bir yerden başka bir yere, bir halden başka bir hale doğru gideriz. Yolumuzu bulmak, yönümüzü bilmek için; suların akışına, rüzgarların esişine, kuşların uçuşuna, ağaçların yosun tutuşuna, karıncaların yuva yapışına, güneşin doğup batışına, yıldızların ışık saçışına bakar veya bizden önce gidenlerin izlerini takip ederiz.
Rotası belli olmayan gemi; ulaşmak istediği limana varamaz. Elinde adresi yahut haritası olmayan yolcu; gideceği yeri bulamaz.
Yönümüz belli olmayınca; yoldan çıkar, kayboluruz. Mesafe alamayız; ya dolap beygiri gibi aynı nokta etrafında dönüp durur, ya sel sularına kapılıp boğuluruz.
Yönünü bilmek, yolunu bulmak; "istikamet" sahibi olmak demektir. Kişilerin ve kurumların, ülkelerin ve toplumların, hangi istikamette ilerleyecekleri önemlidir.
Bugün, dünyanın ve insanlık aleminin; yön sorunu var. İstikameti belli olmayanlar; dalından düşmüş yaprak gibi sağa sola savruluyorlar.
Bir buluşma noktası arıyor olsak; yolumuz, "hanif" dinine varır. Temel kaynaklarda; "alemlerin ve içindekilerin yegane hâlıkı (yaratıcısı), mâliki (sahibi), hâkimi(yöneticisi) olan ilahi iradeye inanıp güvenerek sahte ilahlara itaati ve ibadeti reddetmek, dalaletten hidayete dönmek" şeklinde tarif edilir, tanımlanır.
Tarih boyunca, semavi dinlerin mensubu olan ve Allah ile ahitlerine sadık kalan kimseler; bu çerçevenin içine giriyorlardı. Güneşi kaybettikleri zaman aya, ayı kaybettikleri zaman yıldızlara bakarak; yollarını, yönlerini buluyorlardı.
Vahiy kaynaklı tebliğlere itibar edenler, resullerin gösterdiği yoldan gidenler; hep bu isimle, sıfatla nitelendirildi. İslam öncesi dönemlerde de "muvahhid mümin" olma vasfını koruyanlara, "hanif" dendi.
Hanif olmak; aynı zamanda "fıtrata uymak, öze dönmek, yaratılış amacına uygun yaşamak" anlamına geliyordu. Her kim ki, fıtrat çizgisi üzerinden yürüyor yahut çerçevesi içinde kalıyorsa; yüzünü Allah'a dönmüş oluyordu.
Allah(cc), Âl-i İmran suresi ayet 65-67'de; Hz. İbrahim üzerinden, Ehli Kitap olanlara mesaj vermişti. "Tevrat ve İncil, O'ndan sonra indirildi. İbrahim ne Yahudi ne Hıristiyandı, O bir hanifti" demişti.
Peygamber(sav) Efendimize de aynı şekilde hitap edildi. Rum suresi ayet 30'da; "Sen yüzünü, hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir. O'nun yaratışında bir değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur fakat insanların çoğu bilmezler" denildi.
Şimdilerde, bu hal ve gidişi yeniden yaşıyoruz. Kimilerimiz fıtratı bozmakla, kimilerimiz korumaya çalışmakla uğraşıyoruz.
Bilimin ve teknolojinin bu derece geliştiği bir dönemde; insanı laboratuvar ortamında ele alıp deney-gözlem objesi haline getirsek, hakikati görürüz. Niyetimiz iyi, gayretimiz güçlüyse; hepimiz, fıtrat dinine dönüp hanif olmaya karar veririz.
Bakara suresi ayet 115'in ifadesiyle; "Doğu da, Batı da Allah'ındır. Yönünüzü her ne tarafa dönerseniz, Allah oradadır". Yeryüzünün her köşesi mabettir, insanların her hareketi ibadettir; işin en önemli yanı, kulluğun sadece Allah'a yönelik olmasıdır.
İşte bu yüzden; Fatiha suresinde, yolumuzun ve yönümüzün adını tekrar ederiz. "Allah'ım, bizi sırat-ı müstakimden(dosdoğru yoldan) ayırma; nimet verip ödüllendirdiğin kullarının yoluna ilet, azıp saparak gazaba uğrayanların yoluna değil" deriz.
Bu duayı; hayatımızın ve hareketimizin ana ekseni haline getirmeliyiz. Her diyara varmayı, her kapıyı çalmayı, her gönle girmeyi başarıp; onlara, huzur ve güven iklimi götürmeliyiz.
Yönümüz de, yolumuz da, halimiz de, tavrımız da bu olmalı. Gelmekte olan tufanı haber vermeliyiz, dağın arkasındaki deryayı göstermeliyiz ki; gemimize binenler, büyük tufandan kurtulmalı.
Aksi takdirde, biz de Allah'ın gazabına uğrarız. Araba devrildikten sonra, hangi taşa takıldığımızı sorarız.
Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızın bütün alanlarında ve konularında; yönümüzü tayin ve yolumuzu tespit konusunda, fevkalade özen göstermeliyiz. Hangi bütünün parçası olduğumuzu, hangi sese kulak verdiğimizde felah bulduğumuzu; çok çok iyi bilmeliyiz.
Bunun bir yolu; yakın ve uzak geçmişteki tarih, kültür, medeniyet tecrübelerimizden azami derecede istifade etmektir. Diğeri ise; her işi ehil ve güvenilir kimselere danışmak, o alanın dinine ve davasına sadık uzmanlarıyla konuşmak, ortak aklın gösterdiği yoldan gitmektir.
Birkaç asırdır; aydınlarımız ve yöneticilerimiz, yönümüzü Batı kültür ve medeniyetinin merkezlerine çevirmişlerdi. Onların kulaklarına fısıldadıkları sihirli sözleri; "kurtuluş reçetesi" gibi görmüşlerdi.
Artık, yanıldığımız ve yanıltıldığımız açıkça anlaşılmış oldu. Batı toplumları; "kendisi himmete muhtaç bir dede, nerede kaldı gayriye himmet ede" noktasına geldi.
Bizim; aynaya bakıp, kendi yüzümüzü ve özümüzü görmemiz gerekiyor. Düştüğümüz yerdeki izler ve işaretler; kalkacağımız yerin neresi olduğunu da haber veriyor.
Gelin yeniden hanif olalım. Kaybettiğimiz yönümüzü ve yolumuzu, yeniden bulalım.
Zekeriya Erdim
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.